Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan, HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu'nun Anayasa'nın 4. maddesinin kaldırılmasına yönelik sözlerine tepki gösterdi. Sağkan, "Türkiye Barolar Birliği bakımından ilk dört madde kesinlikle kırmızı çizgidir. Çünkü devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü, yönetim şeklinin Cumhuriyet olduğu, Atatürk milliyetçiliğine bağlı laik, demokratik bir sosyal hukuk devleti olduğumuzu düzenleyen maddelerdir. Bu maddeleri tartışmaya açmak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin varlığını tartışmaya açmaktır" dedi.
Ankara Barosu’nun 5-6 Ekim tarihlerinde yapılacak 68. Genel Kurulu öncesi Demokratik Sol Avukatlar Grubu Başkan Adayı Mustafa Köroğlu, yönetim kurulu adayları, grup üyeleri ile önceki dönem başkanları ODTÜ Vişnelik Tesisleri'nde bir araya geldi. Buluşmaya katılan TBB Başkanı Erinç Sağkan, Anayasa değişikliği tartışması, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında işleyen yargı süreci ve milletvekilliği düşürülen Can Atalay’ın durumuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Sağkan, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın anayasa değişikliği tartışmalarında kullandığı "vesayet" sözlerinin açığa kavuşturulması gerektiğini vurguladı. Mevcut Anayasa’da daha önce yapılan değişiklikleri hatırlatan Sağkan, şunları söyledi:
“Anayasa tartışmaları aslında uzun zamandır ülkemizin gündemini meşgul eden bir tartışmalar. Tabii biz Türkiye Barolar Birliği olarak ilk günden itibaren anayasayla ilgili olarak 'vesayet izlerinin silinmesi' teriminden ne kastedildiğinin açıklanmasını bekledik ve bunu kamuoyuyla da paylaştık. Çünkü bildiğiniz üzere mevcut anayasamızın 177 maddesinin 134 maddesi daha önce çeşitli yöntemlerle değişikliğe uğradı. Üç sefer üzerinden referandum görmüş bir anayasa bu anayasa. Haliyle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'yle beraber Cumhurbaşkanı'nın da halk tarafından seçilerek yürütmeyi tek başına temsil ettiği bir noktada, bütün devlet bürokrasisini, bütün askeri bürokrasiyi kararnamelerle ve tek bir imzayla atama ve istediği zaman görevden alma yetkisinin bulunduğu, birimler açma, birimleri lağvetme yetkilerinin bulunduğu bir yönetim şekli ve yönetim düzeninde, mevcut anayasamızın hangi maddesinin Sayın Cumhurbaşkanı tarafından 'vesayet izi' anlamı taşıdığını ve hangi maddelerin bu anlamda yönetime ve yönetim şekline zarar verdiğinin açıklanmasını ve ondan sonra anayasanın doğru bir zeminde, anayasa değişikliğinin veya yeni anayasanın doğru bir zeminde tartışılmasını istemiştik. Bu kapsamda da özellikle ilk üç madde konusundaki hassasiyetinizi dile getirerek Anayasa’nın ilk üç maddesinin ve onun değiştirilemeyeceğini düzenleyen dördüncü maddenin kesinlikle tartışma konusu yapılmaması gerektiğini de ısrarla altını çizmiştik. Bu kapsamda Sayın Adalet Bakanı'nın ilk üç madde kesinlikle tartışma konusu olmadığına ilişkin açıklamasını gördük daha öncesinde. Yine devamında Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkan Vekili Sayın Uçum'un yine milletin vazgeçilmezi olduğunu ilk dört maddenin ifade ettiğini gördük. Ancak tabii ki bunlar şu anda toplum bakımından yeterli görünmüyor."
"Türkiye Barolar Birliği için ilk dört madde kesinlikle kırmızı çizgidir"
Sağkan, HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu'nun Anayasa'nın 4. maddesinin kaldırılmasına yönelik sözlerini de değerlendirdi. Sağkan, “HÜDA- PAR yetkilisinin çıkıp dördüncü maddeyi tartışmaya açtığını görüyoruz. Bunların önüne geçmek için Sayın Cumhurbaşkanı'nın muhakkak ki mevcut Anayasa’daki 'vesayet izleri' içeren hükümlerin neler olduğunu, bu değişikliğe neden ihtiyaç duyulduğunu, yeni bir anayasa yapmanın temel sebeplerinin hangi maddelerden kaynaklandığını açıkça ortaya koyması ve ilk dört madde konusundaki tartışmaları da kesinlikle kapatmasını, hem bir hukuk kurumu olarak hem de bir yurttaş olarak tabii ki bekliyoruz. Bu anlamda Türkiye Barolar Birliği için ilk dört madde kesinlikle kırmızı çizgidir. Çünkü devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü, yönetim şeklinin Cumhuriyet olduğu, Atatürk milliyetçiliğine bağlı laik, demokratik bir sosyal hukuk devleti olduğumuzu düzenleyen maddelerdir. Bu maddeleri tartışmaya açmak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin varlığını tartışmaya açmaktır. Bu tartışmanın ivedi olarak Sayın Cumhurbaşkanı tarafından önünün kesilmesi gerektiğine inanıyoruz" diye konuştu.
"İmamoğlu hakkında beraat kararı verilmesi gerekirken, yargılamanın geldiği nokta, yargının siyasete alet edildiği bir görüntüye kavuşturulmuştur"
Sağkan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekram İmamoğlu hakkında işleyen yargı süreci hakkında ise şu değerlendirmede bulundu:
"Biz yargı eliyle siyasetin dizayn edilmesine her zaman karşı çıktık. Ben Sayın İmamoğlu'yla ilgili açılan daha önceki kamu görevlisine hakaret davasında ilk derece mahkemesi sürecini bizzat takip ettim. Bir hukukçu olarak da söyleyebilirim bu dava, daha doğrusu bu suç isnadı bizim Türk Ceza Kanunu'muz kapsamında ilgili maddedeki tipiklik unsurunu, maddi unsuru taşımayan bir iddiadır ve Sayın İmamoğlu hakkında beraat kararı verilmesi gerekirken yargılamanın geldiği nokta maalesef ki siyasetin yargı üzerinde bir baskısıyla, yargının siyasete alet edildiği bir görüntüye kavuşturulmuştur. Tabii ki süreci hatırlayacak olursak, davaya bakan hakimin görevden alınması, bir başka ile sürülmesi gibi unsurlar bu konudaki inancı da ciddi anlamda kuvvetlendiren görüntülerdir. Alt sınırdan yasal gerekçeler olmaksızın uzaklaşılarak verilen bir karar olması, yine bu anlamda yargının üzerinde siyasetin baskısı olduğuna dair kuvvetli şüpheler ortaya koymakta ve barındırmaktadır.
“Bizim beklentimiz burada yargının siyaseti dizayn eden bir duruma düşmemesi...”
Bu anlamda tabii ki bizim beklentimiz şu anda İstinaf aşamasında olan bu davada bölge adliye mahkemesinin dosyadaki somut deliller ışığında maddi gerçeği ortaya koyacak şekilde doğru bir karar vermesidir. Ancak her şeyden öte hakaret davası gibi davaların, kişilerin siyaset yapmalarının önüne engel olmaması gerektiğine de inanıyoruz. Tabii ki ifade özgürlüğü mutlak ve sınırsız değildir. İfade özgürlüğünün sınırları da yine anayasada ve uygulamada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, Anayasa Mahkemesi kararlarında somutlaşan unsurlardır. İfade özgürlüğü kimseye bir başka insana hakaret etme özgürlüğü vermez. Ancak ifade özgürlüğünün de özellikle kullanılan ifadenin yöneldiği kişi bakımından, siyasetçilere yönelmesi veya toplumda tanınan kişilere yönelmesi halinde daha geniş anlamda bir koruma kalkanı içerisinde bulunduğu da tartışmasızdır. Bizim beklentimiz burada yargının siyaseti dizayn eden bir duruma düşmemesi, yargının hak ve özgürlüklerin güvencesi olmasıdır. Türkiye'ye bu tür tartışmalar siyasetin hiçbir zemininde en ufak bir fayda sağlamamıştır. Bugüne kadar çok fazla sayıda örneği vardır. Kişilerin siyaset yapma özgürlüğüne, hakkına, seçme ve seçilme hakkına bu anlamda müdahaleleri kesinlikle doğru bulmadığımızı ifade etmek isterim."
"Konu artık anayasal devlet, anayasal demokrasiye çok ciddi anlamda zarar veren bir sürece bürünmüştür"
Sağkan, milletvekilliği düşürülen Can Atalay konusunda ilişkin ise, "Can Atalay Hatay milletvekili seçilmiş bir milletvekili ve halen cezaevinde. Oysa Anayasa Mahkemesi Can Atalay'ın milletvekili seçildikten sonra cezaevinde bulunmasını bireysel olarak 'kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlali' olarak değerlendirdi. 'Kişinin seçilme hakkının ihlali' olarak değerlendirdi. Ona oy ver yüz binlerce Hataylının da seçme hakkının ihlali olarak değerlendirdi. Ancak Yargıtay'ın Anayasa Mahkemesi kararını uygulamamasıyla birlikte konu artık bireysel bir hak ihlalinin çok daha ötesine geçmiş durumdadır. Konu artık anayasal devlet, anayasal demokrasiye çok ciddi anlamda zarar veren bir sürece bürünmüştür. Yargının maalesef ki bu tür konularda bir sopa gibi görüntü vermesi, kamuoyunda böyle algılanması ciddi anlamda da yurttaşlarımızın hukuka olan güvenini sarsmaktadır" dedi.
"Uluslararası hukuk örgütlerinin insanlığa karşı bir suç işlenirken etkin yaptırımları ortaya koymasını bekliyoruz"
Sağkan, Türkiye Barolar Birliği ile Filistin Barolar Birliği arasında imzalanan protokolün ardından yapılan çalışmalara ilişkin şunları kaydetti:
"Biz Türkiye Barolar Birliği olarak Filistin sürecine ilk andan beri müdahil olduk. İsrail'in Filistin'de yürüttüğü katliamın ve tecrit politikasının 7 Ekim'den sonra özellikle artık soykırım noktasına vardığını, soykırımın özel kastını tanımlayarak ve delilleriyle beraber uluslararası ceza mahkemesine bir başvuru yaptık. Bilindiği üzere uluslararası ceza mahkemesinde zaten devam etmekte olan bir dosya vardı. Biz bu dosyaya ek olarak artık konunun insanlığa karşı suç kapsamında değerlendirirken aynı zamanda soykırımın özel kastının varlığı anlamında da bir değerlendirmeye tabi tutularak bu soruşturmanın genişletilmesi yönünde de ciddi bir hazırlık ortaya koymuştuk. İlk günden itibaren Filistin Barosu'yla bir istişare içerisindeyiz. Filistin Barolar Birliği'nin binası da yıkıldı bu saldırılarda. Hayatlarını kaybeden meslektaşlarımız da var. Çok sayıda; on binlerce kadın, çocuğun hayatını kaybettiği bir katliam sürecinden bahsediyoruz.
Filistin Barosu'yla burada bir iş birliği protokolü imzaladık. Burada tabii önemli olan biz ilk günden itibaren uluslararası aktörlere ve özellikle uluslararası hukuk kurumlarına çağrıda bulunuyoruz. Bu katliamın sonlandırılması için ellerindeki enstrümanları kullansınlar ve buna bir son verilmesi için çaba göstersinler diye. Uluslararası hukuk örgütlerinin özellikle konu insan haklarıysa taraflı davranmayı bir kenara bırakarak gerçekten burada insanlığa karşı bir suç işlenirken etkin yaptırımları ortaya koymasını bekliyoruz. Çağrımız da hep buna dönük oldu. Filistin Barolar Birliği'yle de bu hukuki süreçlerin takibinde Filistin'de yaşanan katliamın delillerinin bizlerle de paylaşılarak uluslararası ceza mahkemesinde yaptığımız başvurulara sunulması da dahil olmak üzere yasal süreçleri uluslararası hukuk örgütleri nezdinde etkin şekilde takip etmek bu iş birliği protokolünün birinci amacı. Şu anda da yetkili arkadaşlarımız istişare halinde görüşerek, sunduğumuz dilekçenin ekine sunulacak yeni dilekçeleri ve bunların delillerini toplamakla meşguller. Yoğun şekilde mesaimizi ve emeğimizi bu konuyu ayırdığımızı tekrar ifade etmek isterim." (ANKA)
Annesi ve babası Can Atalay'ın "suçlarını" anlatıyor |