8'i Türk 10 kişiyi öldürmekle suçlanan aşırı sağcı terör örgütü NSU’nun hayatta kalan tek mensubu Beate Zschäpe’nin cezai ehliyeti tam. Yani ceza almasının önünde psikolojik sağlığı açısından herhangi bir engel bulunmuyor. Bu durum bir psikiyatri raporu ile tescillendi. Süddeutsche Zeitung yorumunda Zschäpe’ye verilen raporda onun hâlâ tehlikeli biri olduğundan yola çıkıldığına işaret ediyor ama aslında Zschäpe’nin tehlikeli biri olmadığı görüşünü savunuyor:
"Psikiyatrist Saß, Zschäpe’nin suç işlemeye yatkın bir kişiliği olduğunu, ortam elverdiğinde yine aşırı sağcı gruplara katılıp tehlikeli olabileceğini söylüyor ve hapis cezasından sonra ihtiyati tutuklama kararı ile özgürlüğünün engellenmesi gerektiği görüşünü savunuyor. Ama bu kadın bundan 20-25 yıl sonra da tehlikeli kalmaya devam edecek mi? Hem de belki de ömür boyu hapis cezasını çektikten sonra? NSU‘nun işlediği suçların tiksindiriciliği ve kurban yakınlarının devam eden acısı bir yana, ama gerçekte Zschäpe daha şimdiden tehlikeli bir militan sayılmaz. Bu kadın aşırı sağcı kesimin sembolü biri değil ve onlardan kimsenin bu kadın lehinde gösteri yapması da beklenmiyor. Ve bu kadın Breivik gibi bir militan da değil. Bu kadın sadece katil arkadaşları ile birlikte olduğunda tehlike arz ediyordu. Ama onlar öldü. Zschäpe şimdi sadece yalnız bir kadın ve bu yalnızlığı uzun süre devam edecek gibi görünüyor.”
Sağ popülist Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) Thüringen Eyaleti parti başkanı Björn Höcke’nin Yahudi Soykırımı Günü dolayısıyla yaptığı açıklamalar yoğun eleştirilere hedef oldu. Almanya’nın geçmişi ile hesaplaşma politikalarının toplumsal gelişmeyi yavaşlattığını ileri süren Höcke, Yahudi Soykırımı'nı kastederek, “Başkentimizin ortasına bir utanç olayının anıtını diken tek ülkeyiz” ifadesini de kullandı. AfD yönetimi ise Höcke’nin açıklamaları ile arasına mesafe koydu. Die Welt gazetesinin bu konudaki yorumunda şu satırlar dikkat çekiyor:
"Bu ülkede Berlin’deki Soykırım Anıtı hakkında fırtına koparmaktan daha aciliyeti olan sorunlar yok mu? Bu ülkedeki Höcke ve benzerleri, ‘Almanya’da 1933 yılında milliyetçi muhafazakar olanların daha sonraları demokrat olması mümkün değildir, sadece Nazi olarak kalmaları mümkündür’ şeklindeki eski iddialara zemin sunmak mı zorundalar? Höcke ve benzerlerinin bizim toplum olarak hızla ilerleyen küreselleşmeye nasıl ayak uydurabileceğimiz sorusuna sunacakları yanıtları yok mu? Kuşkusuz Höcke, zayıf konuma düşen aşırı sağcı Nasyonal Demokrat Parti (NPD) seçmeninin oylarını alabileceğini hesaplıyor. Ama bir zamanlar Hristiyan demokratları seçmiş, şimdilerde seçimlere gitmeyen ama demokrasiyi de onaylayan her dürüst muhafazakar, sağ popülist Höcke’nin çirkin çıkışlarından irkilecektir. Ve bunda haklıdırlar da.”
Avrupa Parlamentosu'nun başkanlığına dördüncü turda muhafazakar Avrupa Halk partisi (EVP) milletvekili İtalyan Antonio Tajani seçildi. Berlin'de yayımlanan Die Tageszeitung yorumunda AP başkanlık seçiminin tarihinde ilk kez kimin başkanlığa seçileceğinin baştan belli olmadığını, ama kaderin bir cilvesi olarak AP'nin bir gecede sağa kaydığını belirtiyor ve yorumunu şu ifadelerle noktalıyor:
"Sosyal demokratların, Yeşiller'in ve Sol Parti'nin Tajani karşısında bir alternatifi yoktu. Tajani'nin oyların çoğunluğunu kazanması da kaderin bir cilvesiydi. Çünkü önceki başkan Martin Schulz İtalya Cumhurbaşkanı Berlusconi'ye karşı tavrı nedeniye seçilmişti. Şimdiki Tajani ise Berlusconi'nin etkisinden kendini bir türlü kurtaramayan bir politikacı. Tajani ile birlikte AB'nin yönetim kademesine AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ve Konsey Başkanı Donald Tusk'tan sonra üçüncü muhafazakar politikacı gelmiş oldu. Bu üç politikacı siyaseten tüm AB seçmenini temsil edemeyecek. Bu da Avrupa demokrasisinin hâlâ iyi işlemediğini gösteriyor; Strasbour'da yapılan özgür seçime rağmen.”
Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nun açılış konuşmasını yapan Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, küresel ticarette korumacılığa karşı olduklarını söyledi ve küreselleşmeden yana tavır aldı. Düsseldorf’ta yayımlanan Handelsblatt gazetesi yorumunda bu konuşmaya göndermede bulunarak dünya ticaretinde Çin’in oynamak istediği rolü irdeliyor:
"Liberal dünya ticaret sisteminde ABD’nin koruma gücü olarak oynadığı rolü gelecekte Çin’in devralabileceğini düşünenler küresel ticaretin realitesini de tanımıyor demektir. Onlar Çin’in gerçek hedefinin ne olduğunu da gözden kaçırıyorlar. Çin elbette ki kendi çıkarına olduğu sürece sınırların açık olmasından ve serbest ticaretten yana. Trump öncesi dönemdeki Amerika’dan farklı olarak Çin bu çizdiği sınırın ötesine geçen bir küresel ticaret sistemini koruma diye bir şeyi hiçbir zaman savunmamıştı. Çin, her ülkenin kendi sistemine göre mutlu olmasından yana tavır alıyor. İster diktatörlük, ister tek partili rejim, ister özgürlükçü demokrasi; bunlar önemli değil. Önemli olan ticaret ilişkilerinin her iki tarafa da avantaj sağlaması. Kapitalizm ve siyasi diktatörlük karması bir sistem olan Çin siyasi modeli siyasi özgürlükler olmadan da ekonomik gelişmenin sağlanabileceğini gözler önüne seriyor. Ancak bu tarihî deneyin sonu açık.”
© Deutsche Welle Türkçe
Derleyen: Çelik Akpınar