Gündem

Taşgetiren'den Hayrünnisa Gül'e: Konuşma daha iyi

Taşgetiren Hayrünnisa Gül'e, "Bu işlerde susmak bazen konuşmaktan daha hayırlı olabilir" dedi.

10 Kasım 2010 02:00

T24 - Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül'ün ilkokul çağındaki kızların başörtüsü takmalarını eleştirmesi ve ilkokulda başörtü yasağını savunması Bugün gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren tarafından sert bir dille eleştirildi. Taşgetiren, "Bu işlerde susmak bazen konuşmaktan daha hayırlı olabilir" dedi.

Ahmet Taşgetiren'in Bugün gazetesinde "Balıkçı ve Kürdistan" başlığıyla yayımlanan (10 Kasım 2010) yazısı şöyle:


Balıkçı ve Kürdistan

"Balıkçı", Taraf'tan Yıldıray Oğur'un, medyaya taşıdığı bir aktör.

Kürt sorununun çözümünde devletle Öcalan arasındaki ilişkilerin bağlantı noktası gibi bir konumda gözüküyor.

Balıkçı'dan alınan haberler, önceleri Yıldıray Oğur'un sütununa yansıyordu.

Neşe Düzel, yine Taraf'ta, Balıkçı'yı mülakatına taşıdı ve devletle Öcalan arasındaki görüşmelerin hemen bütün serencamını ortaya koyan bilgilerin kamuoyuna ulaşmasını sağladı. Balıkçı'nın verdiği bilgiler içinde, "devlet" adına yetkin bir grubun 1996'dan bu yana Öcalan'la görüştüğü, görüşmeciler içinde askerlerin de bulunduğu, devletin bu konuda bütünlük arz ettiği, Öcalan'ın devlet tarafından çözümde belirleyici bir aktör olarak değerlendirildiği, bu görüşmeler sonucu, fevkalade bir terslik olmadığı takdirde PKK'nın seçimlerden sonra silahları bırakabileceği gibi hususlar var. Balıkçı, muhtemelen görüşmelerden aldığı izlenimle, barış gerçekleştiği takdirde, toplumun PKK militanlarını da bağrında eriteceği, Öcalan'ın da barış ikliminden yararlanarak belki ev hapsi gibi bir imkana kavuşacağı tahminlerini seslendiriyor.

Ben, Balıkçı'nın değerlendirmeleri içinde en çok, "Demokratik Özerklik" projesinin bir ayrışma aracı olarak kullanılıp kullanılmayacağı konusundaki tespitini önemsedim. Çünkü PKK olgusu uyguladığı terör yanında, belki de en çok, "ülkeyi bölme" amacı ile tehdit haline geliyor.

Ben, daha önceki değerlendirmelerimde, zaman zaman BDP'liler tarafından da ifade edilen "Kürt coğrafyası"nın sınırlarının nasıl belirleneceğini sormuş, evlilikleri hatırlatarak, "Çocukları ikiye mi böleceğiz" sorusuyla, bunun kolay olmadığını yazmıştım. İşte tam da bu konuda önemli bir tespit yapıyor Balıkçı. Neşe Düzel ile arasında geçen soru cevap şöyle:

"-Öcalan, demokratik özerklikte ne kadar ısrarlı?

"-Bu konu, söylem olarak var ama altı daha doldurulmadı. Zaten coğrafi olarak demokratik özerkliğin olma şansı hiç yok.

"-Anlamadım...

"-Medyada görünen stratejist unvanlı kişilere bazen kızıyorum. Lütfen önünüze bir harita alın ve coğrafi özerkliği çizebilirseniz çizin. Bu mümkün mü? Antalya'yı nereye koyacaksınız? 600 bin Kürt var. Mersin'i nereye koyacaksınız? 800 bin Kürt var. Adana'yı nereye koyacaksınız? Bir milyon Kürt var. İzmir'i, İstanbul'u nereye koyacaksınız? Üç, dört milyon Kürt var. Artık elinize cetveli alıp, Kürdistan'ı çizme şansınız kalmadı. Türk milliyetçilerine de Kürt milliyetçilere de geçmiş olsun. 1950'de bu mümkündü ama 1950'den sonra iç göçle bu şanslarını kaybettiler. Sosyoloji artık Kürdistan'a müsaade etmiyor.

"-Niye? Kürdistan denen bir yer yok mu artık?

"Sembolik anlamda var. Bölgesel anlamda orası elbette Kürdistan bölgesidir. Ama Kürtler artık sadece orada değiller ki. Ben burada coğrafyayı sınır belirleme anlamında söylüyorum. Kürtler'in yaşadıkları yerler o kadar çeşitlendi ki, Kürtler'i ülkedeki merkezî yapıdan ayrıştırıp, Kürtler için sınırsal bir coğrafya kurmanın artık mantığı kalmadı."

Bunlar doğru tespitler.

Aslında bugüne kadar "Demokratik özerklik" söylemiyle Kürt siyasetini yürütenler de, diyelim İstanbul'daki, Mersin'deki Kürtler ya da bir Doğu-Güneydoğu vilayetindeki Türkler için formül üretmekte zorlanmaktaydılar. Ama "Kürt coğrafyası" söylemini kullanmak da, bir kesimin duygularını harekete geçirmek için tercih edilmekteydi.

Balıkçı, herhalde "stratejist unvanlı" kişilere kızarken, Kürt siyasetinin altı dolmamış demokratik özerklik kavramını böylesine vurgulu biçimde gündeme getiriyor olmasına da kızıyordur!

Her neyse...

Görünen o ki, hükümet, devlet, ne dersek diyelim şu andaki Türkiye iradesi, bütün coğrafyada barışı inşa için kolları sıvamışken, kendi bünyesindeki sancılı alanları da ortadan kaldırma noktasında bir kararlılık sergiliyor. Dileyelim barış olsun ve bu ülkenin Türk'ü, Kürt'ü, birbirinden asla kopamayacakları idrakiyle, yeni ve güçlü Türkiye'yi inşa için kolları sıvasınlar.


Hayrünnisa Gül ne dedi?

Hayrünnisa Hanım'ın "ilkokulda başörtüsü" konusu ile ilgili sözleri medyada geniş yer buldu. Haberlere göre Hanımefendi, ilkokulda kız çocukların başlarını örtmesini "cehalet"e bağlıyor, bu çocukların kendi özgür iradeleri ile başlarını örtmeyeceklerini ifade ediyordu. Haber sonuçta, ilkokulda başörtüsü ile ilgili tartışmada, Hayrünnisa Hanımefendi'nin, yasaktan yana tavır koyduğu algısını veriyordu.

Ben, Hanımefendi'nin bu tartışmaya bu şekilde girmiş olabileceğini sanmıyorum, bir.

"İlkokulda başörtüsü" tartışması, 6 yaşındaki kız çocuğunun başını örtmesi olayı değil, iki.

Başörtüsü veya bir başka dini davranış, çocukların mutlak bilinç içinde tercih etmeleri gereken, bu olmadığı takdirde yapamayacakları şeyler olamaz, üç.

AİHM'nin Aleviler'le ilgili kararında ebeveynin, çocukların dini yaklaşımlarını belirlemede tercih haklarının olmasını öngören kararı bunu içeriyor, dört.

İlke olarak devletin, çocuğa ana-babadan daha çok sahiplenmesi anlamına gelen yaklaşımlar kabul edilemez, beş.

Hanımefendinin kendileri de resmi rüşt yaşının altında başlarını örtmüşler, altı.

Bu işlerde susmak bazen konuşmaktan daha hayırlı olabilir, yedi.

Hele "cehalet" ifadesi hiç hoş ve "bilgilice" kaçmıyor, sekiz.

Ben, ertesi gün Cumhurbaşkanı Gül'ün de "Hayrünnisa Hanım'ın görüşünü paylaşıyorum" diyerek, "ilköğretimde başörtüsüne karşı" yorumu içine girmesini, yukarıdaki değerlendirmemden ayrı görmüyorum, dokuz.

Ne yapayım, memlekette birisi de "Doğrucu Davut" olarak kalsın, on.