HDP'nin Danışma Kurulu üyelerinden Tarık Ziya Ekinci, anayasa değişikliği referandumuyla ilgili olarak "Boykot ya da gidip ‘Evet’ oyu kullanmak Kürtler açısından akıl dışı bir davranıştır. Bu da Kürtlerin intiharı anlamına gelir. Kürtler bu ülkede insan gibi yaşamak ve insanca muamele görmek istiyorlarsa demokratik hukuk devleti kurallarının devam etmesine ve gelişmesine katkı vermeleri gerekiyor" dedi.
Ekinci, "Bu da Türkiye’de ‘Tek Adam’ rejimini ihdas edecek anayasa değişikliğine karşı çıkmaları ve referandumda mutlaka ‘Hayır oyu’ kullanmalarını zorunlu kılar" ifadesini kullandı.
Ekinci, KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık'ın 1 Kasım (2015) seçimleri sonrasında yaptığı "Kürt Özgürlük Hareketi'nin varlığı ve direnişi olmasaydı bu saldırılar ortamında yüzde 5 oranında bile oy alınamazdı" açıklamasıyla ilgili olarak da "PKK’nin böyle bir söz söylemeye hakkı yoktu" dedi. "Yani desteği olsa bile bunu biz başardık demesi Türkiye demokrasi mücadelesine vurulmuş bir darbedir" görüşünü dile getiren Ekinci "Sırf güç gösterisi için de olsa böyle bir açıklamanın yapılması siyaseten yakışık değildir" diye konuştu.
Bas gazetesinden Rabia Çetin'e konuşan Tarık Ziya Ekinci'nin açıklamaları şöyle:
Türkiye’deki Kürt kentlerindeki bu savaş nasıl son bulur?
Türkiye Kürtlerinin mücadelesi sustu. Yani Türk siyasi hareketi şuanda sessizlik içinde… Olayların gelişmesini ve Güney’deki gelişmeleri beklediklerini sanıyorum. Kürt siyasi hareketinin önümüzdeki günlerde nasıl bir politika izleyeceğine Güney’deki gelişmelerin yön vereceğini tahmin ediyorum.
Ne var ki, şu anda çok sıcak bir konu ile karşı karşıyayız. Bu da yeni Anayasa’nın referanduma sunulması olayıdır. Referandum konusunda Kürtlerin farklı yönelimler içinde olduklarına ilişkin duyumlar var. Anketörler az bir farkla da olsa ‘Hayır’ oyu çıkacağını, ama yüzde 30 oranında ‘Evet’ diyenlerin var olduğunu ve yüzde 22’sinin de oylamaya katılmayacaklarını söylüyorlar. Bunlar doğru ise Kürtler açısından durum çok feci demektir. Bu, Kürtlerin, bir halk olarak varlığının tanınmasıyla demokrasi arasında henüz bir irtibat kuramadıkları anlamına geliyor. Oysaki Kürtlerin vatandaş olarak varlığının tanınması ve insan yerine konmalarının birinci koşulu ülkede ileri bir demokrasinin kurulmasıyla doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla yeni Anayasa değişikliğinin demokrasiyi toptan ortadan kaldırmasına ve otoriter tek adam rejimi kurmasına karşın, Kürtlerin ‘Evet’ oyu kullanmayı ya da ‘oy kullanmamayı’ düşünmeleri çok hazindir.
Ama bazı Kürt kesimlerinde boykot konuşuluyor…
Boykot ya da gidip ‘Evet’ oyu kullanmak Kürtler açısından akıl dışı bir davranıştır. Bu da Kürtlerin intiharı anlamına gelir. Kürtler bu ülkede insan gibi yaşamak ve insanca muamele görmek istiyorlarsa demokratik hukuk devleti kurallarının devam etmesine ve gelişmesine katkı vermeleri gerekiyor. Bu da Türkiye’de ‘Tek Adam’ rejimini ihdas edecek anayasa değişikliğine karşı çıkmaları ve referandumda mutlaka ‘Hayır oyu’ kullanmalarını zorunlu kılar.
7 Haziran’da Kürtler canla başla çalıştı ve yüzde 13 oy aldılar ve gayet güzel bir iklim oluştu, iyi bir hava vardı. Ama sonrasında yaşananlar belli. Yine aynı şey olur ise?
Sonrasında yaşananlar biliniyor. İzlenen bazı yanlış politikalar oldu.
Hangi politikalar?
Abdullah Öcalan 2013’te Diyarbakır’daki bir meydanda bir milyon kişinin önünde açıkça “Artık silahlı savaş son bulmuştur. Her şeyin bir zamanı vardır. Silahlı mücadele miadını doldurmuştur. Dolayısıyla biz bundan sonra demokrasi mücadelesini ön plana aldık ve demokrasi yolunda mücadele ederek haklarımızı elde edeceğiz” dedi. Buna da tüm Türkiye şahit oldu. Kürtler de şahit oldu, ‘Evet’ dediler. Ama hayatın gerçeği böyle gelişmedi. Nasıl oldu, ne oldu, kim neden tuzağa düşürüldü, neden savaş başlatıldı? Onu açıklamakta zorluk çekiyorum. Onu tarihe bırakacağız.
Savaş ve çatışmadan önce Rojava gündemdeydi. Hemen akabinde Kuzey Kürdistan’da bir savaş başladı. Yani Kürt kentleri Rojava’ya kurban mı edildi?
7 Haziran’dan sonra başlayan savaşla Rojava savaşı arasında bir irtibat kurmak mümkün değil. Çünkü o zaman Rojava’daki hareket gelişmemiş, henüz güçlü bir hareket olarak varlığını gösterememişti. ABD tarafından destekleneceği ve Suriye politikasında söz sahibi bir güce kavuşacağı henüz bilinmiyordu. Erdoğan’ın savaşı başlatmasının nedeni Rojava’daki gelişmeler değildi. 7 Haziran seçimlerinden sonra Erdoğan’ın iktidar iplerini elinden kaçırdığı korkusu vardı. Ve HDP’nin Türkiye’de rejimin alternatifi olan tek siyasi güç olduğu anlaşılmıştı. HDP’nin yakaladığı bu ivmeyi devam ettirebilmesi Kürtlerin kurtuluş yolunda çok önemli mesafeler alabileceğinin işaretiydi.
Yani Erdoğan, sizin deyiminizle ‘İpleri kaçırdığını fark edince’ mi savaş sürecine girildi?
Evet. Çünkü Erdoğan’ın elinde HDP’yi ezmek ve yok etmek için tek bir imkân vardı: Savaşı çıkarmak.
PKK de buna zemin sağlamadı mı?
Buna imkân sağlandı, buna destek verildi veya buna yol açıldı. Buna evet mi dendi? Bakalım. HDP de bu arada yapmaması gereken bazı yanlışlıklar yaptı.
Ne gibi yanlışlar?
Demokrasi mücadelesinin peşini bırakmayacaktı. Siyasi iktidar çok güçlü… Onunla uyum içinde bir politika sürdürmesi gerekiyordu. İktidara karşı kendi politikasını ortaya koyacak ve geliştirdiği düşünceleri savunacaktı. Yeni geliştirdiği ve Türkiye kamuoyuna açıkladığı radikal demokrasi programını savunmaya devam edecekti. Buna hiç kimsenin itirazı olmazdı. Bunun için AKP’yi karşısına alması gerekmezdi diye düşünüyorum.
“Seni başkan yaptırmayacağız” sözü ile mi aldatıldı?
Aldatıldı demeyelim ama böyle bir açıklama yapmaya mecbur bırakıldı. Bunu düşünmeleri ve hesaba katmaları gerekiyordu. Seçim öncesi ulusalcı akım ile milliyetçi akımın sözcüleri ısrarla, HDP’nin AKP ile iş birliği içinde olduğunu ve eğer seçimlerde “AKP beklediği çoğunluğu sağlayamazsa HDP ona destek olacak ve Recep Tayyip Erdoğan’ın başkan olması için elinden geleni yapacak” diyorlardı. Bu HDP’yi barajın altında kalma korkusuyla ürküttü. HDP, soldan gelecek olan bazı oyların gelmeyeceği korkusuna kapıldı ve bunu önleyebilmek için “Seni Başkan Yaptırmayacağız” sloganını kullandı.
Gerçekten bunu söylemek gerekiyor muydu?
O günkü koşullarda bu değerlendirmeyi yaptılar ve bu onlara yüzde 13 oranında oy getirdi. Değer miydi? Bilmiyorum.
PKK, “Bağımsız Kürdistan’ talebiyle yola çıktı. Şimdi Kuzey Kürdistan’da Kürtler bölünmeyi talep etse…
Evet; bağımsızlık talebiyle çıktılar ama hayat onları bugünkü noktaya getirdi. Çünkü siyaset sosyoloji kurallarına ve toplumun nesnel verilerine göre yapılır. Sosyolojik kuralları ve toplumun nesnel koşullarını yok sayarak öznel hedefler için siyaset yapılmaz. Toplumun gelişme düzeyi ve sınıflar arası ilişkiler göz önüne alınmadan öznel talepler doğrultusunda verilecek bir siyasal mücadele gerçeğin kayalıklarına çarpmaya ve yenilgiye mahkûmdur. Bugün Kürt halkının bilinen taleplerinin düzeyi bellidir. Bu düzeyi aşan talepler gerçekçi değildir. Kürtler adına yürütülecek siyasal mücadele de bu düzeyi hedeflenmelidir. Kürtlerin bugünkü talepleri ancak Türkiye demokrasi hareketi içerisinde ve demokrasiyi yükselterek gerçekleşebilir. Bunun dışında yürütülecek ayrı ve bağımsız bir hareketin Kürtlere bir yarar sağlayacağını düşünmüyorum. Ama hayat ileride ne getirir? İran ve Suriye Kürtlerinin geleceği nasıl şekillenir? Irak’ta Bölgesel Kürt Devleti’nin bağımsızlık talebi gerçekleşir mi? Bilinmez.
Yani sonuç olarak Kuzey’deki Kürtlerin ne yapması gerekiyor?
Bana göre, HDP’nin Türkiye demokrasi güçleriyle bağını koparmadan ileri bir demokrasi için mücadele etmesi gerekiyor. Örneğin 7 Haziran seçim kampanyasında ve 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın gösterdiği performans fevkalade başarılıydı. O çizginin devam ettirilmesi Türkiye’de yeni kanalların açılmasını sağlayacak… Ve HDP bugünkü düzen partilerinin temsil ettikleri tutucu rejime karşı gerçek alternatif bir siyasal güç olacaktı. Demokratik ana akımı temsil eden, iktidar adayı bir parti olarak tarih sahnesindeki yerini alırdı.
7 Haziran’dan sonra PKK, “Biz olmasaydık HDP yüzde 5 oranında bile oy alamazdı” dedi ama…
PKK’nin böyle bir söz söylemeye hakkı yoktu. Yani desteği olsa bile bunu biz başardık demesi Türkiye demokrasi mücadelesine vurulmuş bir darbedir. Sırf güç gösterisi için de olsa böyle bir açıklamanın yapılması siyaseten yakışık değildir.
Ya özyönetim ilanları?
Öz yönetim ilanları ve yapılan gösterilerin tümü yanlıştı. Kürtler için tek yol demokrasiydi. Demokrasiyi geliştirip, güçlendirmekti. Son seçimlerde tutturulan yolu devam ettirmekti. Ama olmadı. Belki güçleri yetmedi. Eğer Türkiye’deki Kürt siyasal hareketi silahlı mücadeleyi yönetecek ve yönlendirecek bir güçte olsaydı bugün Türkiye’de çok farklı bir gelişme olabilirdi. Kürt ana akım siyaseti içinde yetenekli, bilgili, bilinçli ve tutarlı gerçek anlamda siyasetçiler vardır. Ancak AKP bunların önemli bir bölümünü hukuk dışı yollarla tasfiye etti. Artık aktif bir mücadele yürütemez duruma getirdi. Ama halen örgütte harekete yön verecek, partinin küllerinden yeniden doğmasını sağlayacak, yol gösterici arkadaşlar var.
HDP’nin küllerinden yeniden doğacağına inanıyor musunuz?
Hiç kuşkum yok. Yürekten inanıyorum. Türkiye’de mutlaka ileri bir demokrasi kurulacak ve Kürtler talep ettikleri demokratik hakları alacaklardır. Ama Kürtlerin de mutlaka doğru, gerçekçi ve içinde bulunduklar dünya, Türkiye ve Ortadoğu koşullarına uygun bir politika izlemeleri koşulu ile. Demokrasiden ve somut koşullardan kopuk hayali politikalarla hiçbir yere varılamaz.
Hangi politikalar hayali?
“Ben devlet kuracağım, ben güçlüyüm, bütün halk benden yana” demek… Ama gördük; öyle değilmiş. Yapılan hataların eseri olarak halkın çektiği acıları, yaşadığı sefaleti gördük. Halk demokratik bir ortamda ve demokrasi için seni güçlü yapmaya hazır. Ama sen halkın evini başına yıkacak politikalar izlersen, arkanda olmasını bekleyemez ve istediğin sonucu alamazsın.
Halk, PKK’ye olan küskünlüğünü referandumda ‘Evet’ olarak sandığa yansıtabilir mi?
Kürtler bu seçimde muhakkak ‘Hayır’ oyu kullanmalıdır. Bir halk olarak var olduklarını ancak bu şekilde kanıtlayabilirler. Şimdiye kadar çok sıkıntılar yaşandı. Buna karşın ‘Ben varım hayattayım’ demeleri gerekiyor. Bu da ‘Hayır’ oyu kullanmakla mümkündür. Eğer Kürtler yüzde 90 oranında ‘Hayır’ oyu çıkarırlarsa yeniden hayata dönmüş ve küllerinden doğmuş olacaklar. Demokrasiye inanan geleceğe güvenen ve halkını seven bütün Kürt aydınlarının halkoylamasında ‘Hayır’ oyu verilmesi için çaba göstermeleri gerekir. Türkiye’de ‘Evet’ oyları üstün çıkarsa çıksın, anayasa değişirse değişsin bunların bir önemi yok. Kürtlerin ‘Ben varım, hayattayım, ölmedim, izlediğiniz tüm baskı politikalarına karşın teslim olmadım’ diyebilmeleri ancak büyük bir çoğunlukla ‘Hayır’ oyu kullanmalarıyla mümkündür. “Kürtlerin talepleri ancak tek adam rejiminde gerçekleşir. Her şeye hâkim bir liderle daha kolay anlaşılır” diyen hayalperestler vardır. “Başarılı bir boykotun güç gösterisi olduğunu ve çözüme katkı yapacağını” söyleyenler de var. Bunların hepsi saçma. Kürtlerin demokratik haklarının yeniden gündeme gelmesi ancak büyük bir çoğunluğun ‘Hayır’ demesiyle mümkündür. Örneğin Kürtlerin yüzde 90 oranında ‘Hayır’ demesi halinde ortaya çıkacak sonuç şudur: Siyaset yapan herkes “Bu memlekette Kürtler de var onların taleplerine sahip çıkmak gerekir” diyecektir. O zaman demokratik süreç yeniden işler. Benim bütün isteğim Kürtlerin sandığa gitmesi ve istisnasız ‘Hayır’ demesidir.
2015-2016’da çatışma döneminde binlerce Kürt göç etti. Bir çok Kürt’ün şu an oy kullanacak bir adresi bile yok ama…
Varlığını kanıtlamak isteyen Kürtler mutlaka adresini belli etmeli, seçmen kartını alıp cebine koymalıdır. Bunun anlama ‘Ben bu seçmen kartıyla varım’ demektir.
Ya sandıktan ‘Evet’ çıkarsa ne olacak o zaman?
Biz Kürtler ‘Hayır’ çıkaralım da ‘Evet’ çıkarsa sonra düşünürüz. Bizim sorunumuz, Kürtlerin ‘Hayır’ diyebilmesidir. Türkiye’de ne çıktığı önemli değil. Çünkü Kürtler ‘Hayır’ derse başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere herkes şapkasını önüne koyup düşünecek. Kürtlerin taleplerine kulak vermenin gerekli olduğunu anlayacaklar.
Aslında aklı başında herkesin “‘Evet’ ya da ‘Hayır’ dersem sonuç ne olacak” diye düşünmesi lazım. ‘Hayır’ Erdoğan’ı anayasa çizgisine getirmeye zorlamaktır. Çünkü Sayın Erdoğan ‘Beni halk seçti ve ben anayasada yazılı kurallara göre hareket etmeye mecbur değilim” diyor. ‘Hayır’ oylarının üstün çıkmasının bir anlamı da halkın Sayın Cumhurbaşkanını uyarmasıdır. “Evet, seni biz seçtik, amacımız demokrasimizi askeri cuntanın müdahalelerinden kurtarmaktı. Oysa sen bunu kendin için özel bir ayrıcalık sandın ve anayasa dışı davranışlar içine girdin. Şimdi ‘Hayır’ diyerek seni anayasa içinde kalmayla davet ediyoruz” demektir‘Hayır’oyu. Sanıldığı gibi ‘Hayır’ demek eski düzene yani statükoya geri dönmek değil, Erdoğan’ın yeminine sadık, bağımsız ve tarafsız bir Cumhurbaşkanı olmasını sağlamaktır” Ana muhalefet partisi CHP’nin ‘Evet’e karşı eleştirileri vardır. Ama ‘Hayır’ın ne anlama geldiğine ilişkin hiçbir açıklaması olmadı. Herkesin kafasında ‘Hayır’ın üstün gelmesi bugünkü alışkanlıkların devam edeceği düşüncesi var. Oysa ‘Hayır’ın asıl anlamı referandum öncesine dönüş değil, Cumhurbaşkanını anayasa çizgisine getirmektir. Doğal olarak bu amacın gerçekleşmesi halkoylamasından sonra etkin bir kampanya sürdürmekle mümkündür.
Yani bu referandum bir nevi ‘vicdan’ sınavı mı olacak?
Evet! Davranışlarında vicdan muhasebesi yapanların, hukukun üstünlüğüne inananların ve demokratik bir devlet isteyen tüm vatandaşların referandumda oy kullanırken ayni zamanda Cumhurbaşkanını bağımsız ve tarafsız olmaya davet edeceklerine ya da keyfi bir yönetimin sürüp gitmesinden yana olacaklarına karar vereceklerini hatırlatmak istiyorum.
Anketlere göre kararsızların oranı da yüksek. Özellikle AK Parti’nin içinde ‘Mavi Marmara, İsrail’ gibi olaylardan dolayı kararsız olanlar da var. Onlar nasıl etkileyecek seçimi?
Bu oylamada Kararsızlık olmaz. AKP’nin içindeki, varsa eğer, kararsızlar da gayri samimidir. Niye kararsız kalıyorsun arkadaş! Senin gözünün önünde tek adam yönetimi kurulacak. İslami değerlerini, eşit insan olma değerlerini, hak ve hukuk anlayışını inkâr eden bir anlayış gelecek. İktidarda zorbalık hâkim olacak. Eğer gerçek ve samimi bir Müslüman isen bu gidişe karşı çıkman gerekir..
Bir röportajınızda “Düşlediğim demokrasinin geleceğine inanmıyorum” demiştiniz. Nedir tam olarak düşlediğiniz?
91 yaşındayım. Yaşamım fiilen bitti demektir. Ama nihayetinde yine de yaşıyorum. Yani artık hayatımın geri kalan kısa günleri içinde düşlediğim demokrasinin geleceğine inanmıyorum demek istiyorum. Ama ileride Türkiye’de insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne bağlı bir demokrasinin kurulacağına inanıyorum. Ve bunun öncülüğünü de Kürtler yapacak çünkü Türkiye’de demokrasinin öznesi Kürtlerdir. Kürtler kendi varlıkların bilincinde olur ve tarihin onların omuzlarına yüklediği demokrasi mücadelesinin öncülüğünü bilinçle yaparlarsa, özne olmayı da hak edeceklerdir.