Gündem

'Taraf için gönlümde yatan aslanlar Alev Er veya Alper Görmüş'

Taraf gazetesinde yaşanan isitifalarının ardından gazetenin köşe yazarları konuyu köşlerine taşıdı

19 Aralık 2012 21:19

Roni Margulies
(Taraf- 19 Aralık 2012)

 

İstifa etmemişim!

 

Taraf’tan istifa ettiğimi bazı internet sitelerinde okuduktan sonra, bu sabah heyecanla bakkala koşturup gazeteyi aldım, etmiş miyim, etmemiş miyim diye bakmak için.

Etmemişim.

İçim rahatladı vallahi.

Kurtuluş da etmiş diye okumuştum. O da etmemiş.

Markar gitti diye okumuştum. Gitmemiş.

Habis bir MOSSAD/ Savak/ Cemaat komplosu uyarınca Yıldıray gazetenin başına gelecek diye okumuştum. Gelmemiş. Ayrıca da gitmemiş.

Benim gitmem için iki ilkesel sebep olabilirdi (ve olabilir).

Yasemin, Neşe ve Ahmet, patron tarafından işten atılmış olabilirdi; grev yapmamız için çabalar, başarısız olursam istifa ederdim.

Anladığım kadarıyla, işten atılmadılar.

Gazetenin başına AK Parti’ye veya CHP’ye yakınlığıyla bilinen biri atanabilir ve bu kişi gazetenin siyasî içeriğiyle ilgili emirler verebilirdi; istifa ederdim.

Anladığım kadarıyla, böyle bir kişi yok.

Benim gönlümde yatan aslanlar Alev Er ve/veya Alper Görmüş.

Alev’i tanımıyorum; Alper’in ise tümüyle anlaşılmaz bulduğum bir doğa merakı, kuş kelebek ve çalı çırpı sevgisi var. Ormandan çıkıp İngiltere’deki sarayına dönen Tarzan gibi makul davranmaya ikna edebilir miyiz, bilmem.

Taraf okurları arasında bir oylama yapılsa, Hasan Cemal’in de fena oy almayacağını tahmin ediyorum.

Bütün bunlar bir yana, Taraf “depremi” gazete sektörüne ve siyaset sahnesine parlak bir ışık tuttu.

Geçenlerde Şehir Üniversitesi’nde katıldığım bir toplantı sonrasında bir öğrenci beni kenara çekip “Çok kaygılıyım, Taraf bölünüyor galiba” dedi!

Benim bildiğim, siyasî partiler bölünür. Gazeteler ise ticarî işletmelerdir, personel değişiminden bağımsız olarak devam ederler veya batarlar.

Ama bizde böyle değil. Gazeteler gerçekten de ya siyasî partilerin ya daha habis bir şeylerin ya da ihale peşinde koşan patronların doğrudan uzantıları. Taraf hariç, hiçbir gazete bilgilendirmek, haber vermek, haberin arka planını incelemek, okuyucunun kendi fikrini oluşturabilmesi için gerekli bilgileri sunmak amacıyla üretilmiyor. Taraf bunu çok iyi yapıyor demiyorum, hatta iyi yapıyor bile demiyorum; ama yapmaya çalıştığı, aşağı yukarı, bu.

Örneğin, generallerin darbe planı yapması haber midir, haberdir. Hükümetin bir işkenceciyi Emniyet müdürü olarak ataması haber midir, haberdir. Bunlardan birinin haber yapılması orduyu rahatsız eder, diğeri hükümeti. Dolayısıyla, gazetelerden bir kısmı birini yazmaz, bir kısmı diğerini.

Taraf ikisini de yazdı. Önce “haa, orduya düşman, hükümete dost” diye düşünüldü, sonra “haa, hükümete düşman” diye. Hiç kimse “helal olsun, iyi gazetecilik!” diye düşünmedi. Ben ise, hem orduya hem hükümete düşman olduğum ve iyi gazetecilikten hoşlandığım için, tam da “Helal olsun!” dedim.

Taraf, “misyonu bitti” diye düşünülen şu son bir iki ayda, işkenceci olduğu bilinen Sedat Selim Ay’ın İstanbul Terörle Mücadeleden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcılığı’na getirilmesini, Hrant Dink’in ölüm fermanını imzalayan Mehmet Nihat Ömeroğlu’nun Kamu Başdenetmeni atanmasını ve Hava Kuvvetleri Komutanı’na Roboski katliamının ardından madalya verilmesini haber yaptı ve günlerce bu haberlerin peşinde durdu.

Bu kadar misyon bana yeter. Geri kalanı fasa fiso.

“Deprem” bir de siyasete ışık tuttu.

Gazete hapı yuttu diye, nasıl bir sevinç, nasıl bir coşku!

Hem sağda hem “sol”da, halay çekenler horon tepenlere, mutluluktan gözyaşı dökenler çayda çıra oynayanlara karıştı.

Memlekette darbeci generalleri cezaevine düşürdü diye bir gazeteye öfke duyan “solcular” var. Böyle bir hilkat garibesinin olduğu yerde, Taraf’ın bir Fethullah/ CIA/ Fellini ortak yapımı olduğunu düşünenler de olacaktır elbet.

 

Taraf’ı anlamak...

 

(Lale Kemal- Taraf)

Taraf gazetesinden; karanlıkların aydınlatılmasına katkı sunduğu için nefret edenler, gazeteyi destekliyor gibi görünüp siyasi ikbal peşinde koşanlar, içten içe cesur haberciliğini kıskanıp, çamur atanlar, yayın politikasını destekledikleri hâlde çekimser kalmayı tercih edenler, özetle hangi dünya görüşünden olurlarsa olsunlar herkesin bu gazeteyi, Türkiye’nin aydınlık geleceği için anlamaya çalışmalarında yarar var. Zira, bu gazetenin çıkış noktası, darbe yapıcıları ve onların destekçilerinin, AK Parti ile ortak hareket edilip adalet önünde hesap vermeleri ve sonrasında yayın hayatının bitirilmesi gibi önceden planlı bir proje değildir. Gazete, 2007 yılında yayın hayatına başlaması fikrinin uygulamaya konması öncesi Ankara temsilciliği görevi bana teklif edildiğinde, yasadışı derin devlet faaliyetlerini belirli çevrelere çıkar sağlamak amacıyla sona erdirip, ondan sonra da görevini tamamlayıp gidecek bir proje izlenimini asla vermedi. Zaten, yasadışı derin devlet faaliyetleri maalesef dipdiri, capcanlı yerinde duruyor. Bu hükümet, ara verdiği reformlarına dönmezse eğer, pusuda bekleyenler atağa geçecek.

Taraf’ı anlayabilmek için, komplo teorilerine hiç gerek yok, çıkış tarihlerinde Türkiye’deki gelişmeleri iyi okumak için çaba harcamak yeterli.

2001 ekonomik kriziyle birlikte Türkiye’de, aslında Pandora’nın kutusu açılmış, ne sahte bir düzen içinde yaşadığımız yüzümüze tokat gibi vurulmuştu. Ekonomik veriler sahteydi, abartılıydı. Kimisi medya patronu işadamlarının, dönemin güçlü isimleri Silahlı Kuvvetler mensubu generalleri, şirketleri ve bankalarının yönetim kurullarına alıp, yasadışı işlerini kitabına uydurmuş olduklarını öğrendik. Sonrasında AK Parti iktidara geldi, AB ipine sarıldı. 2003 yılı itibariyle olanca hızıyla askerî ve demokratik reformlara öncelik verdi. Türkiye, tarihinde ilk kez yapay olmayan bir istikrarı yakaladı. Reformlar, asker kökenli Dr. Ümit Kardaş’ın, “1940’lı yıllardan bu yana sürekli cuntalar, darbe girişimleri üreten” diye tanımladığı TSK’nın öncülüğündeki baskı düzeninin, yavaş da olsa gerilemesini sağladı.

Taraf’ın yayın hayatına başladığı yıllar, hükümetin demokratikleşme adımlarına direnen derin güçlerin, bu süreci ortadan kaldırmak için, insanın kanını donduran Dink ve misyoner cinayetleri gibi olayları, taşeronları aracılığıyla tezgâhladıkları, siyasi iradeyi sonlandırmak için muhtıralar yayınladığı yıllardır.

Bu açılım yılları; Türkiye’de, her kesim için acılarını, uğradıkları haksızlıkları dillendirmek için bir umut ışığı olmuş, cesaretlendirmiştir. Kimilerinin, ellerinde, imha edilmeden bin bir güçlükle kurum dışına çıkartmayı başardıkları Türkiye’yi bizzat içeriden bitirmeyi amaçlayan kaos planlarını yayımlayacak tek bir gazete bulamayınca Taraf umutları oldu. Bu birkaç iyi insan, Türkiye’ye, içeriden vurulan darbelere artık sessiz kalmak istemeyen sessiz kahramanlardı. Taraf da onların sesi oldu.

Biran için farz edelim ki Taraf, Türkiye’yi karanlıkta bırakmış, özgür nefes almamızı bile engellemiş derin devleti bitirme planı gibi bir misyonun parçasıydı. Peki, kötü mü oldu, bu sayede siz darbeseverler bile rahat nefes almıyor musunuz, inkâr etme yoluna gitseniz de.

Ve maalesef hükümet, ne zaman demokratik reformları askıya aldı, ifade özgürlüğünü ağır baskı altına almaya başladı işte o zaman Taraf, eleştiri oklarını iktidar partisine de yöneltti. Dolayısıyla Taraf, bir misyon gazetesi olmadığını, asıl derdinin demokrasiyi geliştirmek olduğunu ortaya koydu.

Bu hükümete ve de Türkiye’ye en büyük kötülüğü yapanlar, kısır siyasi çıkarları için yanlışlarını eleştirmeyip, örtbas edenlerdir. Hükümeti, yanlışlarını gördüğümüz ölçüde eleştirmek ülkemizin, yeniden karanlık günlere dönmesini önlemek adına bir vatandaşlık görevidir.

Ankara’dan bakıldığında, siyasetin ruh hâli daha iyi anlaşılır; kimilerimiz yazar, kimilerimiz, malum baskılar nedeniyle yazamaz bu ruh hâlini. Kimileri de iyi haberci olmadıkları, dolayısıyla havayı koklamaktan bihaber oldukları için yazmazlar.

Ama Ankara’dan elimizi vicdanımıza koyarak baktığımızda, Altan ve Çongar’ın istifalarının nedenlerinin arka planının çok hüzünlü ve can acıtıcı olduğunu, gazete sahibi Başar Arslan’ın, önceki akşam SKYTürk’e verdiği röportajdaki satır aralarında, bu hüznü ve acıyı okumanın da mümkün olduğunu düşünüyorum.

Onca yıl ahlaksızca ve hukuk dışı yollarla andıçlanan ben ve benim gibiler, hükümetin reformları ile nefes alır olmuş, Taraf ile daha fazla özgürlüğü tadar olmuştuk. Bizler, “Ha gayret Taraf, ha gayret hükümet, ara vermeyin demokrasinin ipine yeniden sarılın” diye, sesimiz çok duyulmasa da içimizden haykırıyoruz.

Taraf’ı anlamanın yolu Türkiye’deki değişimleri iyi okumaktan geçiyor. Anlamaya ve okumaya çalışmazsak eğer, eski karanlık günlere geri dönmemiz an meselesi.

 

Öksüz-yetim kalmışlık

 

(Halil Berktay- Taraf)

Bu olay beni çok tuhaf etti. Kendimi boşlukta, acayip bir konumda hissediyorum. Bir kere, ne olup bittiğini anlayabilmiş değilim. Başta, anladım sanmıştım. Taraf her zaman çok zor çıktı ama, son aylarda sürekli durumun “felâket” olduğundan söz ediliyor; faraza bir konferans için yurtdışına gidiyor olsam, “bakalım siz geldiğinizde Taraf olur mu” gibi şeyler söyleniyor ve ben de binbir korkuyla, içim paramparça gidip dönüyordum. Yayıncıyla herhangi bir siyasi anlaşmazlık işareti yoktu (ya da bu küt ve düz kafamla ben göremiyordum). Evet, başbakan özel olarak uğraşıyordu gazeteyle, THY alımlarını kısmacasına, devletten her bir ilânı tek tek engellemecesine. Ama bu ve benzer baskıların gazete bünyesine yansıyıp çatlaklar yarattığından hiç söz edilmiyordu (ve gene de edilmiyor). Bu arada, Başar Arslan bir haber ajansının kendisiyle yaptığı röportajda çok iyi konuşmuş; Taraf’ı bütün editoryal çizgisiyle, kavrayarak ve benimseyerek savunmuştu.

Onun için, bu malî sıkıntıların yarattığı “ne yapmalı,” “nereye gidiyoruz” ve “daha ne kadar dayanabiliriz” türü meselelerin dışında bir şey var mı; hiç kavrayabilmiş değilim. Sezemiyorum ama bilmiyorum (bilmiyoruz) da aslında. Bu da iyi bir durum değil. Her şey bir yana, beş küsur yıldır alışageldiğimiz her türlü tezviratın yeniden ortaya döküldüğü spekülasyonlara yol açıyor. Efendim, Taraf zaten başından beri hem derin devletin Kürtlere karşı aracı ve hem de askere karşı AKP için bir yedek lastikmiş de, kendisine verilen gizli görevi doldurduğu ve artık işlevi kalmadığı için kapatılıyor, kapattırılıyormuş. Aklıma, Enver Hoca’nın, kırk yıllık başbakanı Mehmet Şeyhu’yu aynı anda hem ABD, hem Sovyet, hem Avrupa, hem Çin, hem Yugoslav ajanı ilân edişi geldi. Bu çağda bunları da “tahlil” diye yazan ve okuyan akbabalar çıkıyor.

Oysa bu gazete, kaç kere yazdığım gibi, tam ve gerçek bir demokrasi kahramanı oldu. Herhangi bir “çatı” altından, bir parti veya ideoloji aidiyetiyle, uzun vâdeli bir ütopyayı gözeterek değil ve dolayısıyla bu tür angajmanların daima yüklediği kamburlar, saklanacak kirli çamaşırlar olmaksızın sadece ve sadece özgürlük, demokrasi ve insan hakları adına konuşmanın ahlâkî, vicdanî ve siyasî üstünlüğünü, beş yıl boyunca görmek ve anlamak isteyen herkese öğretti. Dünya çapındaki, başka ülkelerdeki emsallerini bilmiyorum; Türkiye’de, Soğuk Savaş sonrasında gerekli ve yapılabilir yeni muhalefet tarzının ne olduğu, Taraf’ta somutlandı.

Bu da herkesle birlikte ve herkesten çok iki insanın eseri. Nasıl hem çok akıllı hem çok cesur, hem çok öfkeli hem çok duyarlı olunabileceğini, eski-yeni birkaç kuşağa Ahmet Altan ve Yasemin Çongar gösterdi. Şimdiki gençler büyük aydın diye onları tanıdı, tanımalı. Yasemin Çongar için ayrı birkaç sözüm var. Salt yazar olarak, Türkiye’nin böyle bir yazarı olmadı, bundan sonra da zor olur. Ex Libris’leriyle inanılmaz seçkin ve ince, kimsenin erişemediği, tamamen tikel, benzersiz, Eluard’ın mısralarındaki gibi “kıldan ince kılıçtan keskince” (fine comme une aiguille forte comme une epée) bir kalemle, insanlık haline cepheden dümdüz baktı ve derinlerine indi. Başkalarını bilmem; her Cumartesi benim yüreğimi dilim dilim doğradı.

Dolayısıyla, dışımda ve içimde açılan bu boşluğu doldurmam olanaksız. Ne yapacağım; zor karar ama, devam edeceğim edebildiğim kadar. Sonuçta, bir, basında başka bir katıksız ve bağımsız, yüzde yüz katıksız ve bağımsız ses yok.

İki, Ahmet ve Yasemin’le beraber bu gazeteyi beş küsur yıldır çıkarmış olan kadronun en azından şu anda büyük çoğunluğu, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde Taraf’ın özgün kimliğini korumaya devam diyor. Hiçbir vizyon ve misyon değişikliği olmadığını söylediklerinde, onlara inanıyorum. Üç, bir de Taraf’ın kazandığı ve eğittiği, yetiştirdiği okuyucu var. Şu anda bazısı o kadar kırgın ve üzgün ki, internette “bir daha bu gazeteye asla bakmayacağım” deklarasyonlarına rastlıyorum.

Oysa hepsine bir borcum, bir borcumuz var aslında, bu bağımsız demokratik muhalefeti olabildiğince ayakta tutmak uğruna. Birileri bu yolda çabalayıp didinmeye devam ediyorsa, bütün kırık döküklüğümle birlikte galiba benim yerim de onların yanı olmalı. Herhalde, benim yazılarımın çok okuyucusu olduğundan, gazetenin tirajına büyük katkıda bulunduğundan değil. Hele şu anda çekip gitmemek için, yayılmak istenen “bitti, çöktü” mesajlarının daha fazla zarar vermemesi tasavvuru bile, yeterince önem taşıyor.

Nereye kadar? Bilmem. Sırf bir faraziye olarak söylüyorum; en azından, sağda solda dedikodusu yapılan, Bülent Arınç’ın da başbakandan talep edeceğine Taraf’tan talep ettiği “çizgi düzeltmesi” ufukta gözükmedikçe. Ya da ben, sırf kişisel nedenlerle yazamayacak hale gelinceye kadar.

 

Şu şekilde...

 

(Ayça Şen- Taraf)

Sevgili okur, bendeniz terk edilmekten hiç hoşlanmam. Ayrıca terk edilmiş yerlerden de hiç hoşlanmam. Fakat Sakız Adası’nda bir köy var, Ortaçağ’dan kalma, orası mesela terk edilmiş olmasına rağmen çok güzel. İçinde kimse yaşamıyor; yani yan köylerden getirilen inekler biraz otlamak için geliyor, bir iki tavuk arada bir ürküp zıplıyor fakat genel itibariyle pek bir yaşam formu olduğunu söyleyemem. Ona rağmen çok güzel.

(Ay bir dakika ya, burada hiçbir metafor yoktur ha, sakın yanlış anlaşılmasın derim.)

Şimdi mesela bir buçuk yıldır yazıyorum Taraf’a, ama Allah biliyor ya, ikide bir Tamer Bey’i arayıp “Tamer Bey, ilham kaynaklarım rezervlerini tüketti ben artık yazmasam ya da bir süre ara versem” deyip dururum, o da sağ olsun onca işinin ve onca solculuğunun arasında bana ani bir gaz verir, o gaz beni iki ay idare ederdi.

Taraf’ta yaptığım en önemli şey, bir işi para için yapmıyor olmaktı. Hatta indirim kartı için bile yapmadım. Yani geçen gün Taraf’ın alt katındaki kitapçının müşterilerinin yüzde yirmilik indirimden faydalanmak için kartlarını çıkarttığını görünce ben de kimseciklere duyurmadan kasadaki arkadaşa “Ben de biraz Taraf’ta çalışıyorum bazen” dedim. Bunu söylerken pardösümün yakalarını kaldırmış, etraftan kimsenin duymamasına çok özen göstermiştim.

Fakat kasadaki arkadaş çok gür bir sesle “Neee Taraf’ta mı yazıyorsunuz, ben ama sizi hiç tanımıyorum” dedi, ben de “Ay tamam tamam yüzde elli zamlı da öderim” diye etrafa karşı mahcup olarak konuyu apar topar kapattım.

Dolayısıyla maddiyat için değil, hem yazmaktan kopmamış olmak için, hem de Taraf gibi idealist ve çağ başlatan bir gazeteyi geyiklerimle popüler ortamlarda da sesini duyurmasına yardımcı olmak için şaaptım.

Şimdi Ahmet Altan ve Yasemin Çongar gidince benim de diğer bütün yazarlar gibi gazım kaçtı elbette. Sanki kızarmış butları büyük kahkahalarla ısırarak demir testilerde şarapları içip üzerindeki posttan yapılma kürküyle savaşa mola veren neşeli İlkçağ kralı ölmüş ve sevilen kral öldükten bir süre sonra bakımsız kalan şehre veba gelmiş gibi bir his vardı içimde. Zerre kadar yazasım yoktu. Veba bana da bulaşmıştı. O gün herkesle kavga ettim. Özellikle de akbil kuyruğundaki kadınla. Neyse şimdi canınızı sıkmak istemem.

Fakat bu sabah gazeteyi açıp baktığımda herkesin aynen yola umutla devam ettiğini görünce bu umutta bir süre daha durmam gerektiğini hissettim.

Belki etrafta ağır “ağalar paşalar” olmayınca hem politika bile parçalarım hehhehh.

Velhasılıkelam, ipini koparmış yazılarımla sizlerle birlikte olmaya devam ediyorum sevgili geyik dostu.

Memo’nun üç dört yaşlarında binlerce kez seyrettiği “Kayıp Balık Nemo” filminde ağlara takılan balık sürüsünün birlik olup “Yüzmeye devam, yüzmeye devam” diye mantra tutturup ağdan kurtuldukları gibi tıpkı.