T24 - Prof. Eser Karakaş (eski dostum) Star’da “Gazetecilikte yazarlık meşruiyeti” diye sınır çizdi.
Tabii bizler üniversitede ders verirsek, üniversitede ders veren iktisatçı profesör de gazetecilik dersi verir!
Kısaca diyor ki…
“Bekir Coşkun’a insani olarak üzüldüm… Ama evrensel olarak tanımlanmış yazarlık meşruiyetini yitirmişti.” Çünkü, “27 Nisan muhtırasını savunmuş.”
***
Bunları benim tartışmam tuhaf oluyor.
Çünkü muhtıraya açık tavır almış, o sıra yazdığım gazetede “Darbeye Hayır” manşeti için ısrarcı olmuştum.
Ama (başarısız) muhtıra veya darbenin meşru olmaması başka; yazının, fikrin özgür olabilmesi başka şey Hocam!
***
Kaldı ki, ülke, ne kadar değişse de hala “12 Eylül Darbesi Anayasası” ile idare ediliyor.
Tüm partiler onunla kapatıldı, tüm partiler ve hükümetler onunla kuruldu.
Meşruiyet meselesini uzat; hepsi gayri meşru çıkar!
Kaldı ki, iş darbe desteklemeye gelince, şahsen sizi bilmem ama…
45 yaş üstü ahalinin yüzde 90’ının vatandaşlık, insanlık, demokrasiye inanç meşruiyeti güme gider. O Anayasa’ya oy verdiler!
İş “yazarlık meşruiyeti”ne gelince, şahsen kimleri anarsınız bilmem ama…
Medyada kıdemli yazar ve gazetecilerin yüzde 90’ı; büyük, eski gazetelerin (kimi istisnai durum hariç) nerdeyse tamamı “gayrimeşru” torbasına girer!
***
Meselenin özü, baskı altında yazıp yazmamak; vicdanın sesi dışında başkasının kâtibi olup olmamak; vicdanını ayrımsız, yalansız konuşturup konuşturmamak.
“Bağımsız kitle gazetesi” iddiası altında; iktidar, ordu, polis, istihbarat örgütü, cemaat, patron, iş dünyası, mafya, reklam, şöhret, eş dost, ahbap çavuş, milli veya yabancı devlet gölgesinde yazmamak.
Elbet, parti gazetesi olabilir; kimliğini ilan etmiş bağlılık olabilir; sübjektif ama dürüst davranmak.
***
Binlerce yıllık evrende, 2010’da “Tarihin sonu” çoktan gelmiş gibi…
Karakaş’ın dediği üzre, “Yazarın meşruiyet sınırı, evrensel olarak tanımlanmış demokrasi, laiklik ve hukuk devletidir” demek, tarihten çakmamak veya tam manasıyla çakmak olur!
Şu anda “Evrensel olarak tanımlanmış” ne varsa, tarihidir..
Ne başlangıçtır ne nihaidir.
“Uluslararası piyasa normları” istemiyor diye, biri mesela sosyalizmi savunsa, “Yazarlık meşruiyeti”ni yitirecek mi?
Belki yarın, demokrasi dahil, hepsi başka türlü tanımlanacak. Tarih ve insanlık dondu mu!
***
Gazetecilik; bin bir renkle geldiği gibi, ancak bin bir çiçekle harbiden var olur.
Ne barosu vardır, ne odası. Özgürce girildiği, özgürce yayın yapıldığı, özgürce terk edilebileceği varsayılır; fiilen özgürlük ve sorumluluğun, her tür hakkın canını çıkarsalar bile.
Üstelik bu, Hoca’nın adandığı “liberalizm”in kökten “Basın özgürlüğü” amentüsünün ta kendisi. “Fikirlerin serbest piyasası” diye kod adı bile vardır!
Esas işin başka iken, bir de yandan iyi kötü yazı yazıyorsun diye, gazeteciliğe köşenden köşeler çizmeye kalkışmak elbet mümkün ve serbesttir ama, azıcık ayıptır!
***
Bir ayıp da…
Her cephede de, kimi güçlüye ses çıkarmazken başkasını kolayca taşlayabilenlere…
En çok da…
Sendeleyene, düşene, düşürülene tam yerde iken de bir tekme çakanlara aittir.
***
Özel not: Vazgeçtim! Bazen çok konuşup bazen susanlar; onca yazar ve çizer kovulurken onların yerini kapmak için boşaltılmasını bekleyenler; kankası kovulurken, yazılar doğranırken gık çıkarmayanlar; önceki iktidar devri gazeteci katliamı aktörleri aklıma gelmişti ki… Boş verdim! Şimdilik.
Genel not: Susturma, bastırma arzusu salgın gibidir. 58-42 fark etmez. Linç eder, Kültür ve Küfür başkentinde galeri basar, belediye taşeronunda etnik hakarete itiraz eden mimar Özlem’i aşağılamak için temizlikçi yapar, tersanede ölüme isyan eden Zeynel’i atar!
Umur Talu'nun Habertürk gazetesinde bugün (23 Eylül 2010) yayımlanan yazısı...