Dünya

Talbott ve Erdoğan’ın ifade özgürlüğü üzerine geçmişi

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’de, “basın özgürlüğü kapsamında tutuklu gazeteci olmadığı”, “uluslararası camianın teröriste terörist demekten imtina” ettiği görüşünde ısrarlı. Gazeteci Tülin Daloğlu'nun değerlendirmesi:

01 Nisan 2016 14:01


Washington'a yaptığı ziyaret kapsamında Brookings Enstitüsü'nde yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'de tutuklu gazeteci olduğu iddia edilen 52 ismin tamamının terör suçundan hapiste yattığını söyledi.

“Kendi ülkelerine yönelik terör tehditlerine karşı sert önlemlere başvuranların, ülkemizdeki demokratik standartlarla ilgili söyleyecekleri bir şey olamaz. Türkiye, şu anda en eli kanlı örgütlerin ortak hedefidir” diyen Erdoğan, “Buna rağmen, demokrasiden, özgürlüklerden, hukuk devletinden taviz vermeden mücadelemizi yürütüyoruz. Terörle mücadele ederken, hak ve özgürlükler bakımından Türkiye'den daha ileri bir ülke yoktur” dedi.

Erdoğan, konuşmasında, örnek olarak, Kürt bağımsızlığını elde etmek için savaşan PKK terör örgütü gibi Suriye'de savaşan PYD/YPG ile Irak ve Şam İslam Devleti, İŞİD, adlı terör örgütünün birbirlerinden farklı görülmemesi gerektiği üzerinde durdu.

Ancak Türkiye'de son dönemlerde, terörist kelimesi hem savcıların iddianamesinde hem de halk arasında çok sıradanlaştırılarak kullanılan bir kelime haline dönüştü. Ergenekon davaları sürecinde Türk ordusu mensupları da terör örgütü kurmak ve terör faaliyetleri içinde bulunmaktan yargılanırken, bugün de örneğin, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül de “terörizm, casusluk ve darbecilik” ile suçlanmakta. Hal bu olunca, Türkiye ile Batının, teröristin kim olduğuna dair ortak bir tanımda birleşmesi giderek daha da zorlaşıyor.

Dünden-Bugüne Strobe Talbott

Brookings Enstitüsü Başkanı Strobe Talbott, Erdoğan ile uzun bir geçmişe sahip. Erdoğan'ı dün takdim ettiği kısa giriş konuşmasında Talbott, “Türkiye'nin, Trans Atlantik topluluğun demokratik değerlerini sürdüreceğini ümit ediyorum” dedi. Basın ve ifade özgürlüğü ile ilgili doğrudan hiç bir yorumda bulunmadı.

Strobe Talbott, Erdoğan 1998 yılında okuduğu bir şiir yüzünden halkı kin ve düşmanlığa sürüklediği gerekçesi ile 4 aydan daha kısa bir süre hapis yattığında, ona sahip çıkmış güçlü bir isimdi. Talbott, o dönem Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı idi.

14 Ekim 1998'de Amerikan başkentinin bir başka etkin düşünce kuruluşlarından Washington Enstitüsü'nün düzenlediği Turgut Özal'ı anma konferansında bir konuşma yapmıştı.

Kendisinin de gazetecilik geçmişi olan ve Özal'la gazeteci olarak röportaj yapmış olan Talbott, Türkiye'de insan hakları ihlallerinin, basın ve ifade özgürlüğüne olan müdahalelerin, ikili ilişkileri olumsuz etkilediğini anlatmıştı. “Bazıları, Amerika'yı, Türkiye'nin iç işlerine karışmakla suçlamakta. Bu, geçen ay, bir Türk mahkemesinin, popüler bir siyasetçiyi, okuduğu şiirin içeriği milliyetçi ve dini referanslar içerdiği gerekçesiyle hapis cezası vermesi ve ömür boyu siyasetten men etmesi üzerine ifade ettiğimiz endişe üzerine geldi” dedi.

Erdoğan'a destek yakın zamana kadar sürdü

Talbott, elbette Erdoğan'a o dönemlerde yüksek sesle destek veren tek yabancı diplomat değildi. Avrupalılar da Erdoğan'ın arkasında duruyorlardı. Anayasa ihlâli gerekçesi ile AKP'nin kapanması gündeme geldiğinde de Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği, yüksek sesle, mahkemelere, yazılı yasanın dediğini uygulamaması yönünde diplomatik baskı uygulamışlardı. Arap dünyasında başlayan ayaklanmalara kadar da aslında bu destek sürdü.

Ancak okuduğu bir şiir yüzünden hapse giren Erdoğan, Ahmet Şık'ın basılmamış kitabını ‘bombadan daha tesirli' görmekten tutun da, kendi tarafında görmediği her gazeteciyi ‘terörist' ilan ederken, elbette bugünlere kadar yabancı misyonlardan aldığı desteğin ne anlama geldiğinin muhakemesini yapmış olmalı. Belki de ondan Dündar ve Gül'ün duruşmalarına gösterilen ilgiden bu denli işkillenmiştir. Erdoğan'ın, Dündar ve Gül'ün duruşmalarını izleyen diplomatlara gösterdiği tepkiye bakarak kamuoyuna eksik anlattığı bir hususun olduğunu anlamak zor değil. Somut olan ise Talbott'ın, 1998'de Erdoğan'a sahip çıktığı ve bugün ifade özgürlüğünden mustarip kitleler için sessiz kalmayı tercih ettiği. Belki nezaketen, belki başka nedenden. Kim bilir?