Hürriyet yazarı Taha Akyol, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin 25 Eylül'de gerçekleştirdiği bağımsızlık referandumunun ardından Irak ordusu ve İran'a yakınlığıyla bilinen Haşdi Şabi'nin ortaklaşa gerçekleştirdiği Kerkük operasyonunu değerlendirdi. Kerkük'ün demografik yapısına dikkat çeken Akyol, "Herkes etnik ve dini gerilimleri tırmandıracak söylemlerden kaçınmalı, Türkmenlerin de Kürtler ve Arapların da birlikte var olacakları bir modeli savunmalıdır. Irak sınırları içinde 'çok etnili, özerk Kerkük vilayeti" ifadesini kullandı.
Taha Akyol'un "Kaygan zemin" başlığıyla yayımlanan (18 Ekim 2017) yazısı şöyle:
Ortadoğu kaygan bir zemindir, Türkiye hükümetleri bu yüzden Ortadoğu politikalarında hep ihtiyatlı davranmışlardı.
Muhafazakârlar bunu Müslüman ülkelere karşı soğukluk zannettiler. Arap Baharı’nın Müslüman Kardeşler gibi dost iktidarlar çıkaracağı heyecanıyla Ortadoğu siyasetine daldılar.
Neredeyse Ortadoğu kavramını bile kutsadılar, “bataklık” denilmesine kızdılar.
Bugün gelinen nokta gösteriyor ki, bu kadar heyecanlı olmamak, aksine tarihi doğru okuyarak ihtiyatlı, hesaplı, dengeli davranmak lazımmış.
Barzani hakkında, Bağdat yönetimi hakkında, Tahran’ın Irak ve Suriye politikaları hakkında, Esad rejimi hakkında dünkü ve bugünkü davranışlarımız diplomaside olması gereken “esneklik”ten ziyade, olmaması gereken savrulmaları gösteriyor.
Rusya ve İran
Irak ordusu ve Haşdi Şabi örgütü Kerkük’e girdi, Peşmergeler çekildiler. İyi ki etnik bir savaş çıkmadı.
Barzani’nin referandum kararının da ne kadar gerçekçilikten uzak olduğu görüldü.
Hele de Kerkük’ü almaya kalkması rasyonellikten uzak Kürt milliyetçisi bir davranıştı.
Barzani çekildi, ama Kerkük İran’ın etki alanına girdi; çünkü Bağdat Şii siyasetiyle İran’ın müttefiki olduğu gibi Haşdi Şabi de tam bir İran organizasyonudur.
Eski MİT Başkanı ve Büyükelçi Sönmez Köksal’ın arkadaşımız İpek Özbey’e söylediği şu sözler çok önemlidir:
“Bağdat, Tahran’ın kontrolünde. Devrim Muhafızları, Hizbullah ve Şii Haşdi Şabi güçleri sadece Irak’ta değil Suriye’nin her tarafında at koşturuyor.”
Ortadoğu siyasetini güç kazanarak yürüten iki ülke var, Rusya ve İran.
Bizim dış politikamızı gözden geçirmenin zamanı geldi de geçiyor bile.
Kerkük kimin?
Bu durumda Kerkük Peşmerge’nin elinde mi kalmalıydı? Öyle bir durumda barut fıçısına ateş atılmış olurdu. Arap milliyetçiliği büyük tepki gösterirdi.
Bağımsızlık referandumu ve Kerkük heyecanıyla coşan Kürt milliyetçiliğinin geri çekilmek zorunda kalması zaman içinde radikal eğilimleri güçlendirmez mi? PKK orada taban kazanmaz mı?
Başlangıçta referanduma karşı görünen PKK çark etti, referandumu destekledi, Peşmergelerin yanına silahlı militanlarını gönderdi.
Kürt kitlelerde bundan sonra ne gibi siyasi eğilimler ortaya çıkabileceğini Ankara iyi düşünmelidir; tabii “bizden” kimselerle değil, uzman sosyolog ve diplomatlarla müzakere ederek.
Kerkük Barzani kontrolüne geçse de İran kontrolüne geçse de etnik ve siyasi gerilimleri körükleyen bir sorunlar yumağı olur.
Bu durumda Kerkük için doğru çözüm, orayı vilayetimiz gibi görmek midir?
Diplomasi diliyle
Kaygan zemin olan Ortadoğu’da her türlü hamaset, her türlü hesapsızlık tökezlenmeye yol açabilir.
İsmet Paşa’nın Lozan’da verdiği Musul ve Kerkük istatistiklerinde bile, yani doksan yıl önce de etnik bakımdan çok karmaşık bir yapı vardı.
Ankara’da hamaset yapanlar orada Türkmenler üzerine husumet çekmekten sakınmalıdır.
Herkes etnik ve dini gerilimleri tırmandıracak söylemlerden kaçınmalı, Türkmenlerin de Kürtler ve Arapların da birlikte var olacakları bir modeli savunmalıdır. Irak sınırları içinde “çok etnili, özerk Kerkük vilayeti.”
Bunun bölgede istikrarın sağlanabilmesi için pratik bir model olduğunu anlatmalıyız; kimlere? Herkese ve Batılılara...
Zira Suriye krizinin yol açtığı korkunç terör ve göçmen sorunları, herkes ve Batılılar için de bir ders oldu. Diplomasi diliyle anlatmalıyız bunu, çünkü asla “tek başımıza” kalmamalıyız.