Gündem

Taha Akyol: Bazı keskin muhalifler, Başbakan'dan korktuğumu sandı

Taha Akyol, 'AKP' yazdığı için gelen eleştirilere 'Bazı keskin muhalifler, Başbakan’dan korktuğum falan için böyle yazdığımı zannettiler' dedi

07 Eylül 2012 13:04

Hürriyet gazetesi yazarı Taha Akyol'un dünkü yazısının girişinde Başbakan Tayyip Erdoğan'a, partisinin adını başlıkta "AK Parti" diye yazamadığını, ancak bunu yaparken bir kastı olmadığını duyurdu. Akyol, başlığa tek satır sığmadığı için "AKP" yazdığını söylemesi üzerine gelen eleştirlere bugünkü yazısında cevap verdi.

Taha Akyol, bugün (7 Eylül 2012) Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazısında "Bazı keskin muhalifler, Başbakan’dan korktuğum falan için böyle yazdığımı zannettiler, çünkü önyargıları öyle... Halbuki 'başlığın tek satır olması' gibi ciddiyetsiz bir gerekçe hicivden başka ne olabilir? Öbür taraftan da 'Sen de mi hükümete düşmanlık kervanına katıldın!' diyenler oldu. İki 'taraf' değil, adeta iki 'cephe' tablosu!" dedi.

Akyol'un yazısı şöyle:

 

 

AKP ve medya

 

Medya çok genel bir kavram, hiçbirimiz medyayı bütünüyle beğeniyor veya eleştiriyor olamayız.


Onun için medya konusunda genel hükümler verilemez. Ben de Başbakan’ın grup konuşmasındaki sözlerinden tipik bulduğum bir konu üzerinde duracağım...

Başbakan’a göre medya CHP’li Hüseyin Aygün’ün PKK tarafından kaçırılmasını abartmış,  AK Parti il ve ilçe başkanlarının kaçırılmasını ise kasten küçümsemişti! Sayın Başbakan’ın sözleri şöyle: “Yazılı ve görsel medyanın patronlarına, yazarlarına, çizerlerine sesleniyorum. Kusura bakmayın. CHP’nin milletvekili siyasetçi de benim il başkanım değil mi? Onları niye gündemde tutmuyorsunuz?

AK Partili oldukları için mi?”

Gerçekten böyle mi?

 

Ne demişlerdi?

 

CHP’li Aygün kaçırıldığında yapılan açıklamalara bakalım.

Önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül:

“Milletvekilleri sadece illerini değil bütün Türkiye’yi temsil ederler. Bu, milli iradeye bir saldırıdır. Onun için çok önemli bir olaydır.”

TBMM Başkanı Cemil Çiçek:

“Kınıyorum. Bu, millet iradesine, demokrasiye, Meclisimize saygısızlıktır.”

Başbakan Tayyip Erdoğan:

“Bu olay bölücü terör örgütünün neler yapmak istediğini ortaya koyması bakımından çok önemli.”

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç:

“Milletin oyunu parlamentoda temsil eden bir siyasetçinin zorbalıkla, silah gücüyle alıkonulması, terör örgütünün cinnet derecesinde eylem yapabildiğini gösteriyor.”

AB Bakanı Egemen Bağış:

“Bu sadece bir milletvekiline yapılan bir saldırı değildir, Türkiye’nin birlik ve beraberliğine yapılmış saldırıdır.”

Listeyi sayfalarca uzatmak mümkün.

 

‘Benim partim’

 

AK Partili il ve ilçe başkanları kaçırıldığında bu şahıslar böyle açıklamalar yaptılar mı?! Hayır!.. Olayın önemi Aygün’ün milletvekili olmasından geliyordu. Medya olayın önemine göre haber yapmış, yorumlar yayımlamıştı. Onun için Başbakan’ın bu konuda medyaya yönelttiği eleştiri haksızdır.

Demokrasilerde iktidar yanlısı medya da olur, muhalif medya da... Fakat bu çoğulculuğa  sırf  “benim partim” açısından bakınca, çoğulculuk tablosu düşmanlık gibi görülüyor. İktidar da muhalefet de böyle görüyor.

Burada derin bir kültürel sorunumuz kendini gösteriyor: Siyasi kültürümüz çatışmacı, dilimiz öfkelidir maalesef: Meşrutiyet’te İttihatçı-İtilafçı, 1950’lerde DP-CHP, 1970’lerde sağ-sol kutuplaşmaları ve bugünkü kutuplaşma!

Ya ak, ya kara! Gri alan yok!

 

İki cephe!

 

İktidar partisinin adının kısaltılmış hali, resmi tüzüğüne göre “AK Parti”dir. Buna rağmen AKP denilse ne olur? Fakat Başbakan, AKP denilmesini düşmanlık sayıyor! Ben onun bu sert tavrını, “Başlığın tek satır olması için AKP yazdım” diyerek hicvettiğimde, bazı keskin muhalifler, Başbakan’dan korktuğum falan için böyle yazdığımı zannettiler, çünkü önyargıları öyle... Halbuki “başlığın tek satır olması” gibi ciddiyetsiz bir gerekçe hicivden başka ne olabilir?

Öbür taraftan da “Sen de mi hükümete düşmanlık kervanına katıldın!” diyenler oldu.

İki “taraf” değil, adeta iki “cephe” tablosu!

Ve iki cephede de “Patron yazdırtıyor” safsatası!

Ergenekon davası gibi konularda da, ekonomi, dış politika, hatta yatırımlar gibi teknik konularda bile aynı “iki cephe” tavrı!

Bu kadar çatışmacı bir kültürde “ortak akıl” üretilebilir mi?! Üretebilseydik Alevi sorunu bu kadar sürüncemede kalır mıydı?! Kürt meselesi bu hale gelmeden zamanında bir çözüm sürecine sokulmaz mıydı?!

 

İlk sorumlu Başbakan

 

Demokrasilerde tansiyonu düşürmesi gereken ilk kişi, Başbakan’dır. Çünkü “kamu gücü” onun elindedir! Her öfkeli sözünün arkasında “kamu gücü”nün hissedilmesi, bunun da tedirginlik ve kutuplaşma yaratması kaçınılmazdır. Onun için demokrasilerde “iktidar gücünün sınırlandırılması”, buna karşılık “basın hürriyetinin genişletilmesi” gibi temel ilkeler vardır.

Basın hürriyetinin sorumsuz kullanılması elbette kötüdür ama ölçüsüz tepki, hele de baskı çok daha kötüdür: Vehimleri, tepkileri, kutuplaşmayı artırır, toplumun yönetilmesini zorlaştırır.

Özellikle de iktidarların üçüncü dönemleri, ne kadar oy alırlarsa alsınlar, tepkilerin kabardığı, yönetmenin zorlaştığı dönemlerdir. Erdoğan ise ülkeyi 2023’e kadar yönetmek düşüncesinde...

Türkiye siyasi kutuplaşma yüzünden önümüzdeki süreçte bir de iç türbülansa kapılır mı diye endişeliyim! Bunu tarihe not düşmek için yazıyorum.

Başbakan “balkon konuşmaları”nın toplumda yarattığı iyimserliği hatırlamalı, öfkeli konuşmalarının toplumda yarattığı tedirginliği görmelidir. Yüksek tansiyon uzun müddet sürdürülemez.

 

NOT: Afyonkarahisar’da meydana gelen ‘tuhaf’ patlamada şehit düşen askerlerimizi rahmetle anıyorum. Hepimizin başı sağ olsun.