Gündem

Suriye'de işlenen savaş suçları yapanların yanına kâr mı kalacak?

Birleşmiş Milletler, Suriye'deki iç savaş süresince işlenen suçlarla ilgili delil toplamayı sürdürüyor. Ancak sorumluların yargı önüne çıkarılıp çıkarılamayacağı barış sürecindeki pazarlıklara bağlı. BBC Cenevre Muhabiri Imogen Foulkes'un analizi.

29 Nisan 2018 20:30

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Araştırma Komisyonu, son 6 yıldır iç savaş süresince işlendiği iddia edilen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla ilgili bilgi toplamak amacıyla zorlu çalışmalar yürütüyor.

Komisyon üyeleri, şu ana kadar yayınladığı 13 raporda dehşet verici kanıtlar ortaya koydu.

Bunlar arasında yıkılan köyler, yakılan cesetler, zehirlenen içme suyu kuyuları, işkence, tecavüz, açlığa yol açan kuşatmalar, sivilleri hedef alan bombardımanlar ve elbette ki, 10 yıl önce akla bile gelmeyen kimyasal silahların kullanılması yer alıyor.

Komisyon, savaşın tüm taraflarının savaş suçu işlediğine kuşku olmadığını söylüyor. Her raporda sorumluların "hesap vermesi," hiç kimsenin bu tarz suçları işlemesine olanak tanınmaması ve işlemesi halinde bundan sıyrılmasına imkan verilmemesi talebi dile getiriliyor.

Suriye'de gözlemlenen ihlallerin bugüne kadar gördükleri içinde en fenası olduğunu söyleyen Komisyon Üyesi Carla Del Ponte, "Bu taleplerin yerine getirilmemesi inanılmaz olur, skandal olur. Ancak bir şey olacağı da yok. Sadece laf, laf, hep laf" diyor.

Yugoslavya için kurulan özel mahkemenin eski savcısı ve Slobodan Miloseviç'i yargı önüne çıkartan isim olan Del Ponte, savaş suçu işleyenlerden nasıl hesap sorulması gerektiğini de en iyi bilenlerden biri.

Her ne kadar Suriye için oluşturulan komisyonunun yargılama süreci başlatmak için herhangi bir yetkisi olmasa da, elinde çok sayıda kanıt ve içlerinde Suriye hükümeti ile ordusunun en üst düzey isimlerinin de olduğu düşünülen gizli bir fail listesi var.

Del Ponte'nin aralarında Devlet Başkanı Beşar el Esad'ın da olduğunu düşündüğü bu kişilerin yargı önüne çıkarılabilmesinin yolu ise Suriye'nin BM Güvenlik Konseyi tarafından Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne sevk edilmesinden geçiyor.

Ancak iç savaş boyunca, atılan adımları Suriye'nin kendi sorunlarına gereksiz müdahaleler olarak gören Rusya ve Çin'in itirazlarından dolayı Güvenlik Konseyi'nde de bu konuda bir görüş birliği oluşamadı.

Bununla birlikte yeni Genel Sekreter Antonio Guterres ile birlikte BM de yeniden gücünü göstermeye hazırlanıyor.

Uluslararası, Tarafsız ve Bağımsız Mekanizma (UTBM) gibi oldukça sıkıcı bir ada sahip yeni bir kuruluş oluşturuldu. Bu kuruluşun amacı kanıtları toplamak, dava dosyasını oluşturmak ve daha sonra da bunları yargılama yetkisi bulunan bir mahkeme sunmak. Avrupa'daki bazı ülkeler, bu kapsamda dava açmaya başladı bile.

Bu mekanizmanın başında da daha önce eski Yugoslavya için kurulan özel mahkeme ve Kızıl Kmer üyelerinin yargılandığı Kamboçya Mahkemeleri Olağanüstü Dava Daireleri'nde görev yapan deneyimli Fransız yargıç Catherine Marchi-Uhel yer alıyor.

İsviçre merkezli savaş suçu ve insanlığa karşı işlenmiş suç kurbanlarının adalet arayışı için çalışmalar yapan Civitas Maxima'nın Direktörü Alain Werner, "Bu atama, bana bir şeylerin yapıldığına dair umut veriyor... Daha önce böyle bir yapının kurulacağını bile düşünmemiştim. Ancak bu, (BM'nin) işi ciddiye aldığını gösteriyor" diyor.

Alain Werner'in başında olduğu kurum da daha önce Sierra Leone ve Liberya'da savaş suçları işlediği düşünülen kişilere karşı yargıya başvurmuştu.

Werner, bu tarz suçların kurbanlarıyla yaptığı çalışmalar sonucunda "adalet arayışının çok yoğun" olduğunu gözlemlediğini söylüyor.

Onun meslektaşlarından Antonya Tioulong ise adaletin yerini bulmasının ne kadar önemli olduğunu şahsen deneyimlemiş birisi. Ablası ve eniştesi, Kamboçya'da Kızıl Kmer yönetimi altında kötülüğüyle nam salan S-21 tutuklama merkezinde işkence görmüş ve öldürülmüş.

Ablasının başına gelenleri ise ölümünden ancak 20 yıl sonra, 1990'larda öğrenen Antonya, S-21'i yöneten Kızıl Kmer yetkililerine karşı Fransız mahkemelerinde dava açmaya çalışmış. Ancak bu başvurular reddedilmiş:

"Kendimi çok güçsüz hissettim. O zaman uluslararası bir yargı mekanizmasının olacağına dair de hiçbir işaret yoktu. Kendime 'Kızıl Kmerlerin yaptığı soykırımın kurbanı olan 2 milyon insanın dünyanın gözünce hiç mi kıymeti yoktur ki, bunu yapanlar hesabını vermiyorlar?' diye sordum."

Uluslararası bir yargı mekanizmasının kurulması için Antonya'nın 2008 yılına kadar beklemesi gerekti. En azından ablasını öldürenlerin hüküm giydiğini görebildi.

Sadece bu karar değil, aslında bu yargılamanın da kamuoyunun gözünün önünde yapılmış olması da içine su serpti:

"Bu duruşmalara şahsen katılmak için dünyanın dört bir tarafından binlerce insan geldi, olan biteni anlama isteklerini gösterdiler."

Ancak hala adalet bekleyen binlerce kurban var. İsviçre'nin başkenti Bern'de bulunan Kızılhaç İşkence ve Savaş Kurbanları Merkezi'ne yalnızca 2016 yılı içerisinde 4 bin kişi başvurdu.

Burada görev yapan Psikoloj Carola Smolenski, "Belki de en önemli şey, bununla ilgili konuşabilecekleri bir yere ve zamana sahip olmaları. Hala yaşadıklarının etkisi altında olan eski Yugoslavya'dan gelen hastalarımız var" diyor.

Ancak bu kişilerin çok büyük bir kısmı için asla faillerin hüküm giymesiyle sonuçlanacak kamuya açık yargılama süreçleri olmayacağı gibi, çektikleri acılar da uluslararası bir mahkeme nezdinde gündeme getirilmeyecek.

Bu nedenle Kızılhaç Merkezi de terapinin bir parçası olarak bir çeşit "doğrulama" süreci oluşturmuş.

Smolenski, "(Hastayla birlikte) Ayrıntılı bir kronolojik rapor oluşturuyoruz. Bu deneyimi birlikte yaşıyoruz ve bizler de tanık olarak imza atıyoruz. Onlar için 'Bu benim hikayem ve bu hikaye ciddiye alınıyor' diyebilmek çok büyük önem taşıyor" diyor.

Mülteci kamplarında bekleyen ya da kuşatma altındaki kentlerde mahsur kalan milyonlarca Suriyeli için ise barışa daha çok zaman var gibi duruyor. Ancak milyonlarca Suriyeli de hapishanelerde ya da çatışmalar sırasında kaybolan sevdiklerinin akıbetini öğrenmek istiyor.

Cenevre'de BM nezdindeki barış süreci devam ediyor. Kazakistan'ın başkenti Astana'da da şiddet olaylarını azaltmak için "çatışmasızlık bölgelerinin" oluşturulması için Rusya, Türkiye ve İran arasındaki görüşmeler sürüyor.

Ancak ne Cenevre'de ne de Astana sürecinde, işlendiğinden kuşku duyulmayan çok sayıdaki savaş suçu ve insanlığa karşı suçun hesabının sorulması gündeme geliyor. Yeni kurulan UTBM mekanizmasının barış sürecinde herhangi bir rolü olup olmadığı bile henüz netleşmiş değil.

Peki bunun nedeni Suriye iç savaşındaki tarafların liderlerinin, karşılığında savaş suçları mahkemesine çıkartılacaklarını düşünmeleri halinde bir barış anlaşmasına varma motivasyonlarının azalma ihtimali olabilir mi?

Adının açıklanmaması kaydıyla konuşan Batılı bir diplomat, bu soruya "Tam üstüne bastınız" diye yanıt veriyor.

İkircikli diplomatik müzakerelerde genellikle barışın tahsisi ya da en azından çatışmasızlık ortamının oluşturulması, adaletin sağlanmasından daha önemli bir önceliğe dönüşebiliyor.

Ayrıca, suçluların mahkemede yargılanmasının özellikle de kurbanlar ile faillerin farklı etnik gruplardan geldiği durumlarda geleceğe dönük nefret tohumlarının da atılmasına neden olabileceğini savunanlar da var.

Güney Afrika Anglikan Kilisesi'nin Başpiskoposu Nobel Ödüllü Desmond Tutu, ülkesindeki barış sürecinde bir mahkeme kurulmamasını özellikle istemiş ve bunun yerine bir hakikat ve toplumsal uzlaşma sürecinin başlatılmasını savunmuştu.

Bunda da ikinci yolun sanıkların suçlarını kabul etmelerinin yanı sıra kurbanların da yaşananları unutmasına yol açacağını söylemişti.

BM İnsan Hakları Komiseri Zeyd Raad el Huseyin, sürdürülebilir bir barışın oluşturulmasının oldukça karmaşık bir süreç olduğunu kabul etmekle birlikte Suriye'de yaşananların sorumlularının da mutlaka yargı önüne çıkarılması gerektiğini savunuyor:

"Suriye'de kurbanları yürütülen çalışmaların tam merkezine oturtmadığınız sürece barış sağlayamazsınız. En ince şekilde düzenlenmiş bir anlaşmaya varabilirsiniz, ancak kurbanlar adaletin yerine getirildiğini hissetmezse o zaman bu değersiz ve amaçsız bir çaba olur. Bir hesap verme sistemi olmalı ve ana aktörlere uygulanmalı."

Yine de Raad el Huseyin, yargılamayı da barış sürecinin bir parçası olarak görüyor:

"En temelde, geride çözümsüz meseleler kalırsa asla kalıcı barış elde edemeyiz."

Raad el Huseyin'e göre, bu da, bir çatışmanın tüm taraflarının yaptıklarını kabul etmesi ve "pişmanlık" göstermesi anlamına geliyor.

Raad el Huseyin, İkinci Dünya Savaşı sırasında yapılan yargılamaları örnek gösteriyor ve yaklaşık 7 bin kişinin hüküm giymesine karşın çok azının pişmanlık gösterdiğine dikkat çekiyor.

Pişmanlık hissedilmesi süreci ise Alman tarihçi, öğretmen ve savaş sonrası siyasetçilerin çabalarıyla oldu.

Civitas Maxima'dan Werner de Suriye'de yaşanan vahşetin boyutları göz önüne alındığında "Adaletin yerine gelmeyeceğini düşünmek çok güç" diyor.

Ancak Werner, ihlallerle ilgili ortaya atılan iddiaların sayısının çok fazla olmasından dolayı, adaletin tecelli sürecinin da uzun sürmesinin beklenmesi gerektiğini belirterek, "Suriye meselesini soruşturmak 40 yıl...hatta 100 yıl bile sürebilir" diye konuşuyor.