Gazeteci - yazar Cihan Aktaş, Sivas katliamına ilişkin, "37 insan öldü ama sünniler tarafından duygudaşlık ve destek sunulmadı" dedi. "Birçok Sünni Müslümanın tahrike kapılarak bu katliama destek verdiği bir gerçek" diyen Aktaş, "Hiçbir zaman tekrarı dilenmeyecek bir yara bu. Bir Müslümanın Madımak katliamını savunması kabul edilemez" ifadesini kullandı.
Radikal'den Ezgi Başaran'a konuşan Cihan Aktaş'ın açıklamalarından satırbaşları şöyle:
2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde yaşananları nasıl tarif edersiniz?
-Kısaca tarif edecek olursam, toplum olarak barışa ilişkin umutlarımızı tüketmeye yönelik bir katliam bu. Türkiye halkının ortaklaşa umutlara ve amaçlara sahip olmasına engel olmaya dönük bir mekanizma var sanki. Dönem dönem birkaç zıtlık üzerinden çalışıyor. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-Dinci… Mevcut fay kırıklarını derinleştirmeyi amaçlayan büyük bir planın ustalıkla gerçekleştiğini düşündürüyor yaşananlar. İslam’ın bu tür olumsuzluklara izin vermeyeceğinden kuşku duyulamaz. Bunu yapanların da İslami bir duyarlılıktan yola çıktıklarını sanmıyorum. Herkes üzerine düşen rolü bilerek veya bilmeyerek yerine getirdi. Onca insanın yanarak ölümü, bu büyük azap, yüreğimizi dağlamaya devam ediyor.
Dindar kesimin son 21 yılda bu meseleye yaklaşımında, algılamasında bir değişiklik oldu mu?
-Kesinlikle bir değişiklik oldu Ezgi Hanım. Eskiden Alevilerle ilgili çeşitli efsaneler dolaşırdı halk arasında ve tekzip şansı olmayan efsanelerdi bunlar. Mesela “mum söndü” efsanesi gibi. Aleviler daha ziyade CHP tarafından temsil edildiğinden Sünni kesimlerden yalıtılmış gibiydiler. Alevilik üzerine yeteri kadar konuşulmuyordu. Aslında şu hakikatin altını çizmek gerek. Madımak’ta asıl hedef alınan Aziz Nesin’di ve bildiğim kadarıyla ateist olmakla birlikte Sünni kökenli bir yazar. Türkiye son yirmi yıldır tabularından sıyrılıyor. Aleviler de kendileri hakkında daha rahat konuşmaya ve yazmaya başladı. Televizyon kanalları açıldı. Bütün bunların da toplumda bir karşılığı var. 1990’larda yaşanan toplumsal değişim tanımaya ve söyleşiye yönlendiriyordu. Hazırlanmış bir cephe yoktu, ama ne yazık ki bir galeyan potansiyeli vardı ve Şeytan Ayetleri kitabının Türkçe’ye tercümesi dolayısıyla galeyanın da asıl hedefi kitabı tercüme ettireceğini açıklayan Aziz Nesin’di. Bu tür bir girişimin cezası bu olmasa ve bir ceza biçme de elbette ki bu insanların hakkı ve yetkisinde olmasa da, karşılıklı bir gerilimin yarattığı bir hınç patlamasıydı.
Siz dört yıl kadar önce bir grup kadın olarak bir bildiri yayınlamıştınız, ki bu sene de o bildirideki sözleri sosyal medya hesabınızdan paylaştınız. Sünni Müslümanların Sivas katliamını yeterince iyi tanımlayıp algılamadığını söylüyor kabaca metin. Neden algılanamadı sizce?
-Sünni kesimlerdeki algı şu şekildeydi ve hâlâ da öyle: “Madımak olayı Alevilere karşı yapılmadı, ancak süreç katliama götürdü.” Bu şekilde bir açıklamayla bir paranteze alma oldu. Madımak katliamı üzerinden orada olup bitenin bir Sünni-Alevi çatışması olarak yansıtılması da kitlelerde bir tanımlayamama sıkıntısı oluşturdu. Medyada Şeytan Ayetleri’nin öne çıkarılması kafaları karıştırmıştı. Bu kitabı yayımlatma niyetini kamuoyuna duyuran Aziz Nesin, Sivas Pir Sultan Şenlikleri’ne gideceğini açıklamıştı. Bunlar biliniyor. Gerçi oğlu Ali Nesin söz konusu kitabın Aydınlık’ta babasından habersiz yayımlanmasını bir oyunun parçası olarak nitelendirmişti. Önce Madımak ardından Başbağlar gerçekleşiyor ve bu çok az konuşuluyor; bu karşıtlıklar üzerinden yürütülen kanlı toplum mühendisliği sorgulanmalı. O dönemde İslami kesimde Şeytan Ayetleri, gerek içeriği gerekse de dünya medyasındaki sunumuyla tartışmalara konu oluyordu. Dünyanın her tarafında bu kitaba karşı gösteriler düzenleniyordu. Bu gösterilerde ölenler oldu. Ayetullah Humeyni Selman Rüşdi’nin öldürülmesi gerektiğine dair fetva vermişti. Bu tür fetvaların sonuçları üzerine yeterince düşünüldüğü söylenemez. Kitabın adının İslam âleminde açtığı rahatsızlık Türkiye’ye de yansımıştı. Kitaba Batı’nın verdiği destek, tepki gösteren Müslümanlar tarafından kendi değerlerini, Peygamberlerini aşağılamaya yönelik bir saldırı olarak anlaşıldı. Ancak mevcut toplumsal kodlarımız içerisinde mesele hemen bir Alevi-Sünni karşıtlığı içerisinde okundu.
Sünni Müslümanlar için Sivas katliamı bir tabu mu?
-Orada birçok Sünni Müslümanın tahrike kapılarak bu katliama destek verdiği bir gerçek. Hiçbir zaman tekrarı dilenmeyecek bir yara bu. Bir Müslümanın Madımak katliamını savunması kabul edilemez. Aynı zamanda Müslüman kitleler ve aydınlar bu konuyu bir Alevi-Sünni kavgası ekseninde okumamayı tercih etmişlerdir. Okuma zorluğu yüzünden sessizliğin tercih edildiği de söylenebilir. Madımak katliamını destekleyen aklı başında Sünni bir Müslümana rastlamak mümkün değil. Galeyana kapılma eğilimi üzerine elbet düşünmek gerek. Kim olursa olsun bir insanın bu şekilde öldürülmesi kabul edilemez. Çorum’da, evet, bir Alevi katliamı olduğu biliniyor. Ancak Madımak katliamında bir otel hedef alındı, Alevi toplumu değil. Bu katliamın bir Alevi-Sünni meselesi olarak takdimi, iki kesimin arasında daha geniş bir uçurum açılması amacına hizmet ediyor olarak algılanıyor. Kişisel olarak ben Madımak katliamını bir insanlık dramı bilerek kınamayı sürdürdüm. Çevremdeki insanlar da bu katliamı bir Sünnilik meselesi olarak değerlendirmediler.
Yine de sessiz kalan Sünni Müslümanlar bu manada bir özeleştiri yapmalı mı?
-Tam zamanında güçlü bir eleştiri yapılabilirdi. Anlattığım gibi kafalar karışıktı, bir tarafta insanlar medyanın etkisiyle kendi değerlerine dönük bir saldırı olduğundan kuşku duymuyorlardı ve Madımak yangınının derin güçler tarafından çıkarıldığına inanmak için emniyet birimlerinin geç müdahalesi gibi sebepler vardı. Oral Çalışlar, “Neden Madımak olayına güvenlik güçleri geç müdahale etti?” diye sorduğunda İnönü’den, bu soruyu kendisinin de merak edip MİT’e sorduğunu ve “bazı hareketlerin gazını almak lazım” cevabını aldığını aktarıyor. Çalışlar, o tarihlerde yükselişe geçen İslami hareketin önünü kesmek için tuzak kurulduğu şeklinde bir yorum yapıyor. Ali Nesin’in doğrudan dini duyarlıkla ilişkili görmediği katliama ilişkin tasviri de önemli: “Eğer Sivas'ta olay çıkaran cahil halk kışkırtılmasaydı ya da önlem alınsaydı hiçbir şey olmazdı. İki olgu var: 1) Halk birileri tarafından bilinçli bir biçimde kışkırtılmıştır, 2) Ordu parmağını kıpırdatmamıştır. Bu iki olgu birden rastlantısal olamaz. Birileri, muhtemelen derin devlet, Sivas olaylarını tetiklemiştir. Araştırılacak konu budur ve bundan ötesi lafügüzaftır” diyor Ali Nesin.
Siz ne diyorsunuz?
-Ortada bir yangın var, 37 insan korkunç bir şekilde can veriyor, bir duygudaşlık ve destek sunulabilirdi. Bunun niye yapılamadığı muhakkak ki konuşulmalı. Süreç içinde çok daha kapsamlı sorgulamalar yapılmadı değil. Yeni Zemin gibi dergilerde katliamı kınayan yazılar yazıldı, mesela bu yazılardan birinde Altan Tan imzası karşımıza çıkıyor. Bir bakıma AK Parti’nin 2000’ler boyunca süren konsensüse dayalı başarılı siyasetinin kurucularından biri de Madımak yangının açtığı yeni görme pencereleridir diye düşünüyorum. Mazlum-Der, en başından itibaren kınayan bildiriler yayımlamayı sürdürdü.
Siz katliamın bu yıldönümünde Twitter’da 4 yıl önceki bildiriyi yayınladığınızda nahoş tepkiler aldınız. Ne denildi, nasıl tepkilerdi bunlar?
-4 yıl önce “Sivas yasında buluşan kadınlar” başlığıyla yayımlanmış bir bildiriydi bu. Ben o tarihlerde yurtdışındaydım. Buluşan Kadınlar Grubu’nda önce Özlem Yağız dile getirmiş, sonra da bana yazdı Özlem. İstişarelerin ardından böyle bir bildiri yayınladık. Kısaydı, aceleye getirilmenin zaaflarını taşıyordu ama yayınlandığı dönemde bir ilkti. Samimiyeti kusurlarını kapatmıyor belki, bugün olsa daha farklı bir metin hazırlanırdı mutlaka. Tepkilerde “faile işaret edilmediği, katliam dolayısıyla adeta Sünni Müslümanların sorumlu gösterilmesinden duyulan bir kaygının öne çıktığı, Madımak’ta yakılan insanların mezhebinin özellikle vurgulanmadığı…” şeklinde uzayıp giden eleştiriler vardı ki bazıları kesinlikle haklıydı. İnsaflı olmayan ise çoklarının bu bildirinin 4 yıl önce yayımlandığından habersiz yaptıkları suçlamalar. Kaldı ki yayımlandığında olumsuz bir tepki almamıştı ve bugün okuduğumda bana da yeterli gelmiyor. Bu da dört yıl içinde toplumda bu alanda bir bilinç kırılması yaşandığının bir başka ifadesi.
İyi niyetli ve samimi böyle bir açıklamanın bile gerginlik yaratması toplumun geldiği nokta ile ilgili ne söylüyor size?
-Sanırım hepimiz duygusal bir karmaşa içinde gel-gitler yaşıyoruz. Karşıtlık üzerinden, kamplar üzerinden siyaset yapma ezberinden kurtulamıyoruz. Adeta ergenleşerek karşıt saydığımız kesimi kendi gerçekleriyle en doğru şekilde tanıma sorumluluğunu yüklenmekten korkuyoruz. Alışılmış ezberler ve mevkilerin konforu, daha fazla çaba ve özveri isteyen köktenci adımların önünü alıyor. Beni şiddetle suçlayan Twitter takipçisi yazar olarak tanımıyor, zaten yüz yüze gelmiş değiliz. Benim için Alevi meselesi iki günlük bir konu değil oysa, Madımak katliamından önce de gündemimde yer alıyordu. Çocukluğum Alevi Kürt köylerinde geçti. Rahmetli babamın Alevi Kürt öğrencileriyle hâlâ görüşürüz. Babam her zaman Alevi Kürtlerin yaşadıkları mağduriyetleri dert eder, kendi çapında bunların çözülmesi için uğraşırdı. Cuma günü camiye alınmayan Alevi Kürt köylüsü için caminin imamıyla kavga ettiğini bilirim. Alevileri veya Kürtleri rencide edecek söylemleri her zaman sorgulamışımdır. Hiçbir zaman mezhepçi olmadım, mezhepli olmakla mezhepçi olmak arasındaki fark üzerine düşündüm. Temelde insan olmakla mükellefiz, insan olmak da öyle kolay gerçekleşmiyor, amellerimizle bunu elde ediyor veya yitiriyoruz. Hz. Ali şöyle söyler: “Halk iki kısımdır, bir kısmı dinde kardeşin, öbür kısmı yaratılışta eşindir.” Eşit vatandaşlık ve katılım için yıllardır okuyor, düşünüyor ve yazıyorum. Kutuplaştırıcı siyaset nedeniyle kimi kesimler eski mevzilerine çekilme konforunu benimsiyor. Oysa hayallerimizdeki halkı Çin’de bulacak değiliz.
Bu tür tepkiler sizi nasıl etkiliyor, ümitsizliğe mi kapılıyorsunuz, endişeleniyor musunuz yoksa daha çok kamçılanıyor musunuz bu konuyu gündeme taşımak konusunda?
-Ümidimi yitirmiyorum, iyi değerler için mücadele etmek gerektiğini biliyorum. Özellikle bugünlerde Irak’ta yaşananları, güya Ehli Sünnet adına cinayet işleyen örgütlerin yaydığı korku ve endişeyi gördükçe, mezhebi kışkırtmalar konusunda daha bir teyakkuz hali ve sorumlu bir tavır içinde olmamız gerektiğini düşünüyorum. Safevi ve Osmanlı arasındaki mezhep savaşlarında İngiliz emperyalizminin rolünden söz edilir. Benzeri bir rolü bugün El Kaide üzerinden ABD üstlenmiş durumda. Bu tefrika üreten siyasetlere karşı Kur’an’ın ve Peygamberimizin (sav) birlik çağrısıyla kardeşliğimizi güçlendirmeliyiz. Ne bileyim, bir araya gelip Kur’an, Veda Hutbesi, Nehcül Belaga okuyalım. Birbirimiz hakkındaki ön yargılarımızı konuşalım. Aynı sofralarda buluşalım, ev ziyaretlerini artıralım. İslami bir geleneğe dayalı bir siyasi hareketten gelen hükümetin yetkilileri olsun, Başbakan Erdoğan olsun, Alevilerin talepleri konusunda iktidarda bulunmanın tevazusu ve hassasiyetini göstermeli.
Bunun gösterildiğini pek hissetmiyor sanırım Aleviler...
-Bir tanımama, ezberler üzerinden konuşma efsane ve mitler oluşmasına sebep oluyor. Bu mitlerin özellikle aydın kesimlerde daha da büyütülmesi büyük bir tehlike. Halk kendi arasında uzlaşma ve iletişim kanalları açabilir, yeter ki kamusal tarif ve tanımlamalar engel olmayı sürdürmesin. Sünni ve Alevi kökenlerimizle ilişkimiz nasıl olursa olsun, her birimiz yeterince sağlam durur ve birbirimize sahip çıkarsak, bizlerin tarif edilmiş ihtilafları üzerinden duygularımızın kanatılmasına izin vermeyebiliriz. Ki sadece Türkiye’nin değil, bölgemizin de şimdilerde bu duyarlı çabalara ihtiyacı var. Söz konusu İslam ise de Hz. Muhammed’e (sav) ve Hz. Ali’ye sevgimizi öne çıkaralım, ortak platformlarda bir araya gelerek onların yolu üzerine yeniden düşünelim. Tevhid inancından söz edelim, müşterek ilke ve değerleri öne çıkaralım.
Geçtiğimiz günlerde Mehmet Bekaroğlu “Alevilerin kaybedecek bir şeyim yok noktasına ve bıkkınlığına eriştiğini düşünüyorum. Bu beni çok endişelendiriyor” demişti. Sizin de benzer bir söyleminiz var mı?
-Mehmet Bey bunu hangi bağlamda dile getirdi bilemiyorum, ancak herhalde olumlu göstergeleri de dikkate almak gerektiği konusunda hemfikirdir. Aleviler kendilerini geçmiş dönemlere nazaran daha bir özgür ifade ediyorlar. Ancak siyasi platformda daha canlı ve kapsamlı açıklamalara ve girişimlere ihtiyaç var.
Toplumda Alevi – Sünni ayrımı keskinleşmedi mi size göre?
Dini açıdan, itikadi bağlamda ayrımdan ziyade bir yakınlaşma olduğunu öne sürebiliriz, karşılıklı önyargılar ortadan kalkmaya devam ediyor çünkü. Eskiden sokaktaki Sünni için Alevi karanlık, İslam’ın esaslarına uymayan, pişirdiği yenmeyen, hatta, haşa, Hz. Ali’yi “Allah” bilen kişiydi. Alevi için ise Sünni demek Yezit’le eş değerdeydi. Ancak şimdilerde bu indirgemeler o kadar kolay yapılamıyor. Ben bu tanımalar sürdükçe, ortaklaşa alanlar çoğaldıkça karşılıklı bir öğrenme ile toplumumuzun üzerine ağırlık olan önyargı yükünden kurtulacağına inanıyorum. Ali Şeriati “Safevi Şiasi Ali Şiası” isimli kitabında mezhepli olmakla mezhepçi olmak arasındaki farkı bir hayli irdeliyor. “Şii ve Sünni bir olamaz, ama beraber olabilir”, diyor başka bir kitabında. Ben de Alevilik ile Sünniliğin aynılaşmasından söz etmiyorum ama inanç kaynakları itibarıyla olumlu sonuçlar ortaya koyacak bir beraberliğin gerekli ve geliştirici olduğuna inanıyorum.
Alevilerin Cemevi talepleri devlet tarafından karşılanmadığında, Alevilere karşı ayrımcı söylemler ortaya atıldığında niye Alevi dernekleri dışında kimse kalkıp tepki vermiyor, Sünni kalabalıklar niye destek olmuyor?
-Ben ibadet alanlarının devletin güdümünde bulunmasına sebep olacak kanallarla faaliyette bulunmasına sıcak bakmamışımdır hiç. Devletin dini kurumların faaliyetlerine müdahalesi dini faaliyet veya kurumun saflığına ya da özgünlüğüne zarar verebilir. Bir destek olacaksa her kesime dönük bir adalet gözetilmeli. Tekke ve zaviyeler kapatıldığında benzeri bütün mekânlar kapatıldı ve bir bakıma ortak dili geliştirmeye elverişli bir bağlam ortadan kaldırılmış oldu. Arabulucu alanların yokluğu, arabulucu bir dilin gelişmesinin zorlaşması anlamına geliyor. Sünni tarikatlar devlet desteği olmaksızın tekkelerini açıyor şimdilerde, Aleviler de açabilir.
HDP’nin vaatlerinden ve hedeflerinden biri CHP’nin Alevi oylarını almak. Sizce bu mümkün olabilir mi, daha doğrusu şöyle sorayım: Sizce Aleviler’in en çok istediği siyasi ve toplumsal iklim nedir?
-Niye CHP, niye HDP? Neden Aleviler diğer partilerde de olamasın? Neden karşılıklı olarak sahip olduğumuz değerlerle birbirimizi geliştirmeye çalışmayalım? Bizdeki mezhep geriliminde devletin karışmalarına karşı bir çatı arayışının rolü büyük. Aleviler hâlâ Sünniler gelirse Osmanlı siyaseti izlenebilir endişesi içinde, CHP’ye yöneliyorlar. Sanki Osmanlı sahici anlamda Sünni siyaset izlemiş gibi! Dersim’e rağmen bunun böyle olması, travmanın ne denli derin olduğunu gösteriyor. Sünni kesimler ise CHP’nin politikalarına rağmen Alevilerin bu tür bir endişesinin böylesine kökleşmiş olmasını yeterince tartışmıyorlar. Ne yazık ki Suriye ve Irak’ta yaşananlar mezhepçilik konularında hâlâ çok kaygan bir zeminde bulunduğumuzu gösterdi. Tek bir parti çatısının kaçınılmazlığı kabulü hem siyasetin mezhebe hakim olmasını getiriyor hem de Alevilerin siyasette gölgede kalması sonucunu doğuruyor. Aleviler tek bir partiye bağımlı kalmadan taleplerini gerçekleştirecek bütün partilerle yakınlık kurabilir ya da kurdukları iletişimle bu talepleri partilere açıklayabilirler.