Sözcü yazarı Can Ataklı, damadı "FETÖ"den tutuklu olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile ilgili olarak haber kaynağının "İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ile ilgili kapsamlı bir dosya hazırlanmış. Bu bomba dosya şu anda Erdoğan'ın masasında duruyormuş" iddiasını aktardı.
Can Ataklı'nın "Erdoğan'ın masasındaki Topbaş bombası" başlığıyla yayımlanan (29 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Dedikodu
Ankara'daki önemli haber kaynağım aradı yine. Önce “Bir şey soracağım” dedi. “15 Temmuz kalkışması, de ki başarılı olmuştu, darbeciler kimi başbakan yapacaktı?”
Bir an durdum tuzak soru bu. “Valla” dedim ve ekledim; “Bazı isimler geçmişti, örneğin bir eski başbakanın bu göreve getirileceği söylenmişti.”
Ankaralı kaynağım “Yanlış” dedi. “İsmi söylemeyeyim, ama ben de saraydaki kaynaklarımdan yeni öğrendim, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ile ilgili kapsamlı bir dosya hazırlanmış. Bu bomba dosya şu anda Erdoğan'ın masasında duruyormuş” diye de ekledi.
Ben de “Kadir Topbaş'la ilgili bazı söylentiler vardı zaten, ayrıca damadı da halen tutuklu, bunun yeni ne hali var ki” diye sordum.
Kaynağım “Haklısın da iş o kadar değil bu kez durum çok ciddi, bütün bilinenler bir rapor haline getirilince hayli önem kazanmış durumda” dedikten sonra anlatmaya başladı. “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı 15 Temmuz yaşandığında Türkiye'de değildi, Amerika'daydı. Aslında daha önce planlanmış bir resmi görevle gitmişti ama darbe gecesinden önce bu iş bitmişti, Topbaş bir gün öncesine bileti olduğu halde dönmedi.”
Biraz soluklandı ve devam etti; “Topbaş'ın bileti cuma akşamına alınmıştı. Son anda iptal edilerek bilet tarihi cumartesi için değiştirildi. Cumartesi geldiğinde bilet bir kere iptal edildi ve uçuş hattı da değiştirildi. Topbaş Amerika'dan direk gelmek yerine önce Frankfurt'a uçtu, sonra Türkiye'ye geçti.”
Ankaralı kaynağım biletleri alan ve iptal eden kişinin soyadı Çelikbilek olan Büyükşehir Belediyesi Özel Kalem Müdürü olduğunu da söyledi.
Bu bilgileri aldıktan sonra “Tamam da bu bilgiler aşağı yukarı biliniyordu, yani 17 Temmuz itibarıyla bu bilgi herkesin elinde vardı. Dosya neden şimdi gündeme gelmiş” diye sordum.
“Eeee” dedi “Referandum sonucu da bunda etkili olmuştur. İstanbul 1994 yılından bu yana ilk kez kaybedildi. Erdoğan'ın bunu affetmesi mümkün mü?”
Ardından da “Şimdi geliyorum Erdoğan'ın masasındaki bomba dosyanın diğer ayrıntılarına” dedikten sonra anlatmaya başladı; “Öğrendiğime göre bu dosyada iki çok önemli ayrıntı varmış. Birincisi ^halen tutuklu olan damadın ailesinden Ahmet Kaymakçı Kadir Topbaş'ın oğlu Hüseyin Topbaş Pensilvanya'da, Fetullah Gülen'in kaldığı malikanenin hemen yanındaki parseli satın almışlar. Neden almışlar ne yapmışlar bir bilgi yok.”
Kaynağım “Şimdi ikincide” dedi ve devam etti; “İSKİ ve İGDAŞ faturalarından toplanan paralar 17‐25 Aralık olayından sonra da Bank Asya'ya yatırılmaya devam etmiş. Ev sahibinin isteği üzerine kiralarını Bank Asya'ya yatırmış olanlara bile operasyon yapılırken en önemli belediyenin hiçbir şey olmamış gibi çok yüklü miktarlardaki paraları Bank Asya'ya yatırılması sarayda elbette hiç hoş karşılanmaz.”
Ankaralı kaynağım “bir de” dedi “Hayri Boraçlı adına dikkat et. Dosyada adı pek çok yerde geçiyor. Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri bu kişi. Kavurmacı ailesinin eniştesi de oluyor. Bu kişi üzerinde çok duruyormuş Tayyip Erdoğan.”
Ankaralı kaynağım bunları anlattıktan sonra “İyi de en başta darbeciler kimi başbakan yapacaktı sorusunu neden sordun?” diyordum ki ki hat kesildi. Bir daha da konuşamadık. Hâlâ merak ediyorum “bu isim kim?” diye.
19 polis o gece ne yapıyordu?
15 Temmuz dinci faşist kalkışması hakkında bazı kuşkularımızı dile getirdiğimizde iktidar ve yandaşları çok öfkeleniyor. Parmaklarını yüzümüze sallayıp “Ne demek istiyorsun, bu darbeye tiyatro mu diyorsun, FETÖ ağzıyla mı konuşuyorsun” diyor ve adeta tehdit ediyorlar.
Kuşkularımızı elbette aksi kanıtlanıncaya kadar sürdüreceğiz. Ama bu süreçte öyle gelişmeler oluyor ki şaşırmamak da elde değil. Ve bu şaşırtıcı yeni bilgiler kuşkuları daha artırıyor.
İki gün önce darbe gecesinden bu yana KHK'larla görevden alınanlar hariç, FETÖ'ye yönelik en büyük operasyon yapıldı biliyorsunuz. 81 ilde eş zamanlı olarak yürütülen operasyonlarda binden fazla kişi gözaltına alındı, 9 bin polise de işten el çektirildi.
FETÖ'cü terörist olmakla suçlanan 19 polisin de Erdoğan'ın yakın koruma ekibinden olduğu ortaya çıktı.
Şimdi buna şaşırmaz mısınız?
Bir kere en önemlisi bu polisler darbe gecesi de görevdeydi ve bir darbe için en değerli şey olan “içerideki adam” niteliğindeydiler.
O halde merak etmeyelim mi “Bu 19 polis o gece ne yapıyordu, onlara bir görev verilmemiş miydi, yoksa darbeden hiç haberleri bile yok muydu?” diye. İkincisi bu polisler darbeden 9 ay geçtiği halde hâlâ görevdeler. Bu nasıl oluyor da aradan 9 ay geçtikten sonra bulunuyorlar?
17 Nisan sürprizlerini merak ediyoruz
Cumhurbaşkanı Erdoğan sadece kendisi için biçilen yeni rejim elbisesini hararetle halka kabul ettirmeye çalışırken birkaç temel propaganda hedefi belirlemişti.
Bunların başında hayır oyu verenlerin terörist, hain, darbeci olduklarıydı.
İkinci temel propaganda malzemesi Avrupa'ya ayar vermekti. Bu propaganda sonunda milyonlarca seçmenin “Avrupa'ya tokat atıldığını sanarak” evet oyu verdiği anlaşılmıştı. Erdoğan Avrupa'ya hergün ayar verirken “Bekleyin” diyordu. “Hele şu 16 Nisan geçsin 17 Nisan gelsin, bu milletin attığı tokattan sonra asıl sürprizimiz gelecek.”
16 Nisan'dan bu yana 10 günü aşkın süre geçti, sürpriz önce Avrupa'dan geldi, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türkiye'yi siyasi denetim altına alma kararına vardı. Saray ve hükümet ise “Biz bu kararı tanımıyoruz, en hafif deyimle ayıptır diyoruz” dedi ama bir yaptırımdan da söz etmedi. Tam tersine üyelik işlemlerinin askıya alınması, anlaşmaların bozulması konusunda “itidalli” bir tutum izleneceğini açıkladı.
Peki ya sürprizimiz ne oldu? Bunca hakarete uğrarken hâlâ bir sürpriz yapmayacak mıyız?
Kiralamak isteyen AKP'li yönetici çıkınca olana bakın
Geçenlerde bir dost meclisinde sohbet ediyorduk. Aramızdaki siyasi tartışmalardan hiç haz etmeyen rengini de pek belli etmeyen arkadaşlarımızdan birinin uzun süredir boş duran bir dükkânı var AVM'lerden birinde.
Zamanında dolar bazında hayli yüksek meblağla kiraladığı giyim firması ekonomik sıkıntı nedeniyle kirayı ödeyememiş ve dükkânı boşaltmıştı. Dükkân aylardır boş duruyordu. Arkadaşımız kiracının çıktığı fiyata kiralamaya çalışıyordu.
Bin kere söyledik “Artık o kiraları unut, kimse veremez, boş tutacağına fiyatı indir, az kazanmak hiç kazanmamaktan iyidir” dedik. Dinlemedi, bekledi “Piyasalar nasıl olsa açılır, düşük fiyatla kiralarsam bir daha eski fiyatına çıkamam” diye savundu kendini hep.
O akşamki sohbet sırasında birinin aklına geldi “Yahu ne oldu senin şu dükkân işi?” diye sordu. Arkadaşımız suratını astı “Yok, fiyat da indirdim, ama müşteri yok, iki kişi çıktı biri indirdiğim fiyatın yarısını verdi, kabul etmedim, diğeri indirdiğim fiyattan biraz daha azını teklif etti tam veriyordum ki vazgeçtim” cevabını verdi.
“Hayrola?” diye sorduk tabii. “Adam AKP'nin ilçe yönetimindeymiş” dedi. “Eee” dedik “Ne olmuş yani? Daha iyi ya.”
Arkadaşımız “Ne olacağı var mı, adam bir süre sonra kirayı ödemezse ne olacak? Mahkemeye gitsem, artık bütün yargı bunların elinde, haklı çıkmam mümkün mü?” Hepimiz şaşkın biçimde birbirimize baktık. Aramızdaki siyasetle en az ilgilenen ve konuştuğumuzda bize bozulan arkadaşımız bile bu kuşkuya kapılıyorsa vay ülkenin haline.
Dayatmaya karşı teslimiyet hiç hoş olmadı
Pazartesi günü 1 Mayıs. İktidar halkın güçlü bir kitle gösterisi yapmasından duyduğu endişe ile bu yıl da 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanmasını yasakladı.
Başta DİSK olmak üzere bazı emekçi kuruluşları ve sivil toplum örgütleri ilk kez bu dayatmaya boyun eğerek İstanbul'da 1 Mayıs'ı başka bir alanda kutlama kararı aldı.
1 Mayıs'ı iktidarın baskıcı tavrına rağmen ille de “Taksim'de kutlayacağım” diyerek çatışma ortamı yaratılmasına elbette hepimiz karşıyız.
Ancak bu ortam oluşmasın diye de tam bir teslimiyet içine girilmesi de işçi‐emekçi haklarının savunulmasına ağır bir darbe indirmiştir.
1 Mayıs'ı Taksim yerine Bakırköy'de kutlamaya razı gelen o kuruluşlar keşke bütün işçi‐emekli kuruluşları ve sivil toplum örgütleriyle ortak bir basın toplantısı yaparak, 1 Mayıs'ı İstanbul'da hiç kutlamayacaklarını bildirerek “İktidarın bu baskıcı ve dayatmacı tutumunu tüm Türkiye ve dünyaya şikâyet ediyoruz” açıklaması yapabilselerdi.