T24- Özgür Mumcu'nun Radikal gazetesindeki köşesinde yayımlanan yazı (13 Aralık 2010) şöyle:
Madem ülkeni seviyorsun...
Çocukken anlamlandırması zor objelerle imtihana girer bazen insan. Benim de başıma gelmişti. Mesela bir kalem bulmuştum bir defa, tepesindeki düğmeye bastıkça üzerindeki yazılar değişiyordu: 141, 142 ve 163’e hayır! Bir şey anlamıyordum haliyle. Değişen yazıların yanında DİSK yazıyordu, onu da pek anlayamıyordum. Eh, okuma yazmayı öğreneli daha iki sene oluyordu zaten. Kaldı ki kendi odamda çocuk kitapları falan vardı, büyüklerin odalarına gitmediğim zaman zaten kafam karışmıyordu.
Ama o odalardaki kitaplar ve mesela üzerinde “141, 142, 163’e hayır” yazan kalemler vs pek de eğlenceliydi, insan kendini alamıyordu. Hem ayrıca bunlardan sıkılsan, kocaman madenci heykeli vardı, elinde fener tutuyordu, kafasında bareti sarı sarı parıldar. Hem fişi var, priz uydurursan madencinin feneri yanar. Böyle bir harikalar diyarı.
Kitapçık
Bir gün orada elime bir kitapçık geçti. Sayfalarında dehşetli ve fena şeyler vardı. Daha önce gördüğüm kitaplara benzemiyordu. Her satırında kızgındı, her sayfasında azarlıyordu. O kadar korktum ki, elimden bırakamadım.
Sayfalarını karıştırmaya başladım, üstüne üstlük resimliydi de. Birkaç sayfa karıştırmıştım ki karşıma bir fotoğraf geldi. Pos bıyıklı, parkalı dört genç bir pankart tutuyordu. Pankartın üzerinde ‘Sıkıyönetime Hayır’ yazıyordu. Ama kitapçık bu pankarttan hoşlananlar tarafından yazılmamıştı, orası belliydi. Çünkü fotoğrafın altında siyah ve kocaman puntolarla bir yazı vardı: Madem ülkenizi seviyorsunuz, neden sıkıyönetime karşısınız.
Sıkıyönetim ne bilmiyordum, ülke ne az buçuk bir fikrim vardı, o pankartı tutanların benzerleriniyse tanıyordum. Birkaç yaş daha yaşlı ve hırpalanmışlardı ama tanıyordum.
Kitapçığın üzerinde Genelkurmay’ın damgası vardı. Sonra sonra anladım. 12 Eylül’den sonra işkence ettiği ve öldürdüğü yetmezmiş gibi, o zalim ve cahil cunta bir de propaganda kitapçığı yayımlamıştı. Bu ahmak idarenin yaptıkları ileride unutulmasın ve günü geldiğinde yazılsın diye o kitapçık da diğer benzer zerzevatla beraber aynı rafta duruyordu.
“Madem ülkenizi seviyorsunuz, neden sıkıyönetime karşısınız?” Hakikaten neden yani?
Referandumda hesaplaştığımıza inandırmaya çalıştıkları cunta, işkence ettiği çocukların fotoğrafının altına bunu yazabilecek kadar zalimlikle saflığı birbirine karıştırmıştı.
Bugün keşke bu 12 Eylül sorusu aklıma gelmeseydi. Ama geliyor işte. Bugün de iktidarın memurları sorup duruyor: Madem ülkenizi seviyorsunuz, neden gösteri yapıyorsunuz, madem ülkenizi seviyorsunuz, neden Kuzu’ya yumurta atıyorsunuz.
Hırsızın suçu
Polis şiddetine maruz kalmış öğrencileri darbe yaptırmak için ortalığı karıştıran haşerat gibi görünce, 12 Eylül’ün çapsız paşalarının propaganda kalemlerinden çıkanlara benzer cümleler kurulduğu görülüyor.
Polis burun kırar, bebek düşürürken, “Ama hırsızın hiç mi suçu yok” yollu yazılar yazılıyor ve bunlar da solda olduğunu iddia eden bir gazetede bile yayımlanabiliyorsa orada bir sorun vardır. Kritik zamanlarda ilkesel tutarlılık gösterilip gösterilmediği önemlidir. Polis şiddetinin ertesi günlerinde “Ama onlar da az değilmiş ha” temalı yazılarla bu tutarlılık sağlanamaz.
Bir gazetenin ilk kaygısı, şehrin ortasında görevini beceremeyip dehşet yaratan bir kurumu sorgulamaktır. Toplumsal eylemler konusunda polisin zayıf karnesini teşhir etmektir.
Bunu manşetten yapıp, içeride “Ama onlar da toplantıyı basacaklarmış” diye mazeretler sıralamanın getireceği tek şey, utançtır.
Velev ki basacaklardı. Bunu önlemek için silahsız öğrencileri benzin istasyonlarında dövmek dışında aklına bir fikir gelmeyen bir kuruma mazeret yetiştirerek yumurta sınavından geçilmez.