Gündem

'Siyasetçiler Avrupa'yı tahrip ediyor'

Alman basınındaki yorumlarda Avrupa'nın sığınmacı krizine çözüm arayışları ve Almanya'nın Heidenau kentindeki mülteci barınakları önünde yaşanan şiddet olayları öne çıkıyor.

25 Ağustos 2015 00:57


Avrupa’nın mülteci politikasına dair Berliner Zeitung'da şu satırları okuyoruz.

"Avrupa’nın mülteci politikasındaki stratejisi, sadece yeni bir ivmeye değil aynı zamanda yeni bir vizyona da gereksinim duyuyor. Avrupalı politikacıların aklına yeni kontroller, tel örgü ve yeni sınırlarla mümkün olduğunca sığınmacıyı geri püskürtmekten başka bir şey gelmediği sürece, -ki bununla farkına varmadan korur gibi göründükleri Avrupa’yı tahrip ediyorlar- politikacılar, insan hakları açısından ortadaki vahim durumu değil de, sığınmacıları sadece sosyal bütçeye yük olarak gördükleri sürece, 'yeni ivmeler' yardım etmemekten başka bir anlam taşımayacaktır."

Almanya'nın doğusundaki Heidenau'da kurulan geçici mülteci barınakları önünde üst üste iki gece gösteri yapan aşırı sağcılar, onları protesto eden sol gruplar ve aralarına giren polis ekipleriyle çatışmış ve emniyet görevlilerine taş, şişe ve havai fişekle saldırmışlardı. Başbakan Angela Merkel'in olaya ilişkin bizzat açıklama yapmaması ve olay yerine gitmemesi, çeşitli gruplar tarafından eleştirilmişti. Die Welt gazetesinin konuya ilişkin yorumunda şu satırları okuyoruz.

"Politikacılar, medya ve klavyesi ile birlikte bilgisayarını kamusal alanla karıştıran internet aktivistlerine göre, Başbakan’ın Heidenau’daki arbede ve yeni ırkçılığa dair artık bir şeyler söylemesi gerekiyormuş. Bunun ardında şaşırtıcı bir dalkavukluk yatıyor. Aşırı duygusal bir empati gereksinimi ile Başbakan’ın tıpkı Hobbes’ın Leviathan’ında olduğu gibi hepimizin yerine doğru sözcükleri bulup aklı ve vicdanını ırkçı bir sarhoşlukla kaybedenlerin vicdanına seslenmesi gerekiyormuş. Merkel ise duruma uygun sözlü ifadeleri bulması için sahayı, Başbakan Yardımcısı’na bırakıyor ve o da özellikle ‘sürü’ ve ‘ayaktakımı’ gibi pek de seviyeli olduğu söylenemeyecek sözcükler kullanıyor. Bu sözcükler şimdi aslında her zaman dil konusunda polislik yapıp en yüksek standardı isteyenlerin dudağından çıkıyor."

Frankfurter Allgemeine Zeitung'un konuyla ilgili yorumu ise şöyle:

"Aşırı sağcı ayak takımının hor görülmesi, her makul vatandaşın görevlerinden biridir… Zira onların yıkıcı öfkeleri hem polise ve politikacılara hem de sığınma arayanlara odaklanıyor. Ama bu hareketin neden söz konusu kent ve köylere kadar uzandığı ise izah edilemez. Nitekim söz konusu kent ve köyler, aslında hiç de sırtında mülteci politikalarının yükünü taşımayanlar. Kendi icraat kapasitesi ile olmasa da pırıl pırıl parlayan kent ve köyler. Bu kibirlilik ise hem Doğu Almanya’yı, hem de Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonraki süreci sadece hikâyelerden tanıyan ve Batı Almanya’nın biçimlendirdiği bir kitle tarafından tatbik ediliyor… Sözüm ona iyi insanın yükselişi, malum olduğu üzere bilgiç Batı Almanlar. Ama onların özellikle bilmesi gereken bir şey daha var ki o da; kimilerinin 'sürü' diye nitelediği kitle, sadece Doğu eyaletlerinde değil Batı eyaletlerinde de var."

Basın turumuzu Berlin’de yayımlanan Der Tagesspiegel'in aynı konuya ilişkin yorumu ile noktalıyoruz:

"Daha önemlisi, Avrupa’nın hâlihazırda yaşadığı gibi bir göçmen akınına bürokratik önlemlerle karşı koyamayacağının anlaşılması olur. Devletçi politikalar sadece yeni problemler doğuruyor: Sığınmacıları boş duran evlere ya da Doğu Almanya’daki kamu dairelerine yerleştirme fikri, oradaki toplumsal dirayetin ölçüsünü göz ardı ediyor. Neden hem sığınmacıların, hem de münferit AB ülkelerinin çıkarlarını içeren, olumlu etkiler doğuran öneriler ve kamu bütçelerine düşen payı hafifleten pozitif teşvikler yapılmıyor? Örneğin zorunlu bir kota yerine, sığınmacıların gönüllü kabulüne prim verilmiyor? Neden sığınmacılar konusunda güvenlik güçlerini sorumlu tutmak yerine sivil toplumun uyum becerisi devreye sokulmuyor?"