Fadime Özkan
(Star - 30 Temmuz 2012)
GÜNEY ASYA UZMANI AKP GAZİANTEP MİLLETVEKİLİ ALİ ŞAHİN ARAKAN’DA NE YAŞANDIĞINI ANLATTI
Şahin: Yaşananlarda İngilizlerin ve cunta rejiminin günahı büyük. 1942’de 150 bin Arakanlı Müslüman katledildi, o günden beri de şiddet ve asimilasyon sürüyor. Sebep: Arakanlıların Müslüman olmaları.
Eski adı Burma olan Myanmar'daki Müslümanlara yönelik sistemli şiddet eylemleri çoktan ve yeniden katliam boyutlarına ulaştı. Myanmar’da katliam ilk değil, daha önce 1940’larda 150 bin Arakanlı Müslüman öldürülmüş, hiçbir şey de olmamıştı! Son iki ayda katledilen Arakanlı Müslüman sayısı ise bini aştı. Binlercesinin de evlerinden uzaklaşmak zorunda bırakıldığı, mülteci kamplarına giderken yollarda ölümle karşılaştığı, evlerinin okullarının ve camilerinin yıkıldığı, mülteci kamplarında son derece sağlıksız ve zor şartlarda yaşadıkları artık bütün dünyanın bildiği bir gerçek olsa da henüz sonuç değişmiş değil.
Sorunu büyüten, çözümü geciktiren pek çok neden olsa da bunların başında Arakanlı Müslümanların, sırf Müslüman oldukları için kendi ülkelerinde vatandaş hatta insan sayılmamaları, dünya kamuoyunun da yaşanan insanlık dramına karşı kalın bir duyarsızlık perdesiyle kuşatılmış olması geliyor.
Giderek bir merhamet ülkesi haline gelen Türkiye ise Arakan’a artan bir ilgiyle yaklaşıyor. Eller hem duaya duruyor, hem cebe gidiyor, Arakanlılar için toplanan yardım rakamları yükseliyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dünya kamuoyunu harekete geçirmenin yollarını aramakla meşgul.
Arakan’da olanların boyutlarını ve tarihini öğrenmek için ben de bu hafta konunun uzmanı Ali Şahin ile buluştum. AK Parti Gaziantep Milletvekili, AB Uyum Komisyonu üyesi olan Şahin, kısa adı GASAM olan Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin de başkanı. GASAM bölge özelinde çalışan çok az sayıdaki think thank kuruluşundan biri, önde geleni.
…
Katliam fotoğrafları tüm dehşetiyle gündemimize düşene dek dünya da, Türkiye kamuoyunun geneli de Myanmar’dan, Arakan Müslümanlarından ve oradaki vahşetten haberdar değildi. Şimdi de sorunun boyutlarını ve ne yapmak gerektiğini anlamaya çabalıyor. Bu nedenle en başından başlayalım istiyorum: Öncelikle; Myanmar nasıl bir ülkedir; bugün yaşananların siyasi sosyolojik geçmişi nedir?
Myanmar Bengal körfezi, Bangladeş, Hindistan, Çin, Laos ve Tayland’la çevrili bir Güneydoğu Asya ülkesi. Ülkemizde daha çok Burma ya da Birmanya adıyla biliniyor. Ancak ülkedeki Cunta rejimi 1989 yılında ülkenin adını Myanmar olarak değiştirdi. Myanmar’ın etnik anlamda yüzde 70’e yakınını Burmalılar oluştururken çoğunluğu Müslüman olan Rakhine yani Arakanların oranı ise yüzde 4’tür. Myanmar’ın yüzde 89’u Budistlerden oluşurken ülkede yaşayan Müslümanların oranı ise yüzde 4 civarında. Eyalet sistemi ile yönetilen Myanmar’da Müslümanlar Bengal Körfezi kıyılarını oluşturan Arakan bölgesinde yaşam sürüyorlar. Arakan Müslümanlarının Myanmar’daki varlığı 8. yüzyıla kadar uzanır. Bu tarihlerde bölge ile yoğun ticari faaliyetler içerisinde bulunan Arap tüccarlar Arakan eyaletinde yaşayan Burmalıların İslam’la tanışmasına vesile oldular.
8. YÜZYILDA MÜSLÜMAN OLDULAR
Arakanlılar için baskı ve zulüm dönemi de böylece başladı, öyle mi?
Arakan Müslümanları 1430’da bölgede bir Arakan İslam devleti kuruyorlar. Ancak Budist Burma devletinin saldırıları sonucunda 1784’te tarihten silinince Arakan Müslümanları Budist Burmalıların içinde bir azınlık olarak yaşam sürüyorlar. Derken 1824’te bölgede İngilizlerin sömürüsü başlıyor. Aslında Müslümanlarla Budistler arasındaki sorun tam da İngilizlerin bölgeye ayak basmasıyla başlıyor.
1942’DE 150 BİN ARAKANLI MÜSLÜMAN KATLEDİLDİ
Nasıl?
İngilizler bölgedeki sömürülerini köklü ve kalıcı kılmak adına bölgedeki etnik ve mezhepsel farklılıkları körükleyerek çatışma ve kaos yaratıyorlar. Bu yolla bölgede kendilerine karşı oluşması muhtemel dirençleri zayıflatırken farklı din ve kültürleri de çatıştırarak sömürülerini güvenlik altına alıyorlar. Myanmar’ın Arakan bölgesinde yaşayan Müslüman Rohingyalarla Budist Rakhineler arasında o yıllarda İngilizler tarafından körüklenen husumet İngilizlerin 1940’larda bölgeden ayrılmasından sonra da zaman zaman devam eder. Bunlardan en korkunçları 1942 yılında Burma ordusu destekli Budist çetelerin yaklaşık 150 bin Arakanlı Müslümanı katletmesi ve yine 1962’de darbe yapan komünist general Ne Win’in hemen darbe sonrasında gerçekleştirdiği katliam ve asimilasyondur. O tarihlerde katledilen Müslüman sayısı belli olmasa da tüm camiler kapatılıp ya farklı amaçlarla kullanılmış ya da yıkılmıştır. Myanmar’da yaşayan Arakan Müslümanları o günden bugüne ağır bir asimilasyon ve baskıya maruz kalmaktadırlar. Myanmar nerdeyse tarih boyunca cunta rejimleriyle dünyaya kapalı bir devlet oldu. Mart 2011 yılından buyana sözde bir sivil parlamenter sistem varmış gibi görünse de devlet başkanı Thein Sein emekli bir general.
ÜLKEDE ÇOK BASKICI BİR REJİM VAR
Myanmar’da Müslümanlar dışında sistematik baskı gören başka gruplar da var o halde?
Ülkede yıllarca demokrasi hareketini yürütmüş olan Ulusal Demokrasi Birliği Partisi lideri ve Nobel Barış Ödülü sahibi Aung San Suu Kyi bile yıllarca hapis ve ev hapsinde yaşam sürmüş birisi. Yani Myanmar son derece ağır bir rejim baskısının bulunduğu, Müslümanların maruz kaldığı katliamlar dışında demokrasi hareketi yürütenlerin de büyük işkenceler gördükleri bir ülke.
İLKOKULDAN SONRA EĞİTİM YASAK
Bugünkü Arakan eyaletinin demografisi sosyolojisiyle ilgili ne söylenebilir?
Arakan, Rohingya Müslümanlarının yaşadığı Myanmar’ın batısında Bengal körfezine güneyden kuzeye uzanan ve Myanmar’dan yüksek dağlarla ayrılan bir eyalet. 2010 verilerine göre; Arakan (Rohingya) bölgesinin toplam nüfusu 3.800.000. Nüfusun yüzde 75’ini Müslümanlar, geri kalanını Budistler oluşturuyor. Arakan Müslümanları geçimlerini pirinç, Hindistan cevizi, balıkçılık ve hurma üretimi ile sağlıyorlar. Eğitim ise Arakanlı Müslümanlar için oldukça lüks. Sadece ilkokul düzeyinde okumalarına izin veriliyor.
DEVLET HASTANELERİ ONLARA BAKMIYOR
Neden? Müslüman nüfusun vatandaş kabul edilmediğinden de bahsediliyor ayrıca, bu nasıl oluyor!
1982 yılında yürürlüğe giren vatandaşlık yasası Müslümanları Myanmar vatandaşlığından maalesef mahrum bırakmış. Müslümanlar “vatandaş” kabul edilmeyince siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların nerdeyse hiçbirinden yararlanamıyorlar.
Müslümanlara ait ibadethaneler yıkılıyor veya el konuluyor. Müslüman okullar ve mezarlıklar tahrip ediliyor. Müslümanların siyasi ya da sosyal örgütlenme hakları bulunmuyor. Yine hayır kurumları ve insani örgütler kurmalarına izin verilmiyor. Hac ve kurban ibadetleri yasaklanmış durumda. Müslümanların ilkokul sonrası yüksek eğitim almaları Myanmar’da ve ülke dışında mümkün olmuyor. Müslümanlar devlet hastanelerinde tedavi olamıyor. İsimlerini değiştirmeye ve yerine Budist isimler kullanmaya zorlanıyorlar.
AMAÇ MÜSLÜMANSIZ MYANMAR
Bu kadar çıplak bir asimilasyon çabası-çalışması inanılır gibi değil!
Kendisi de eski bir general olan Myanmar Devlet Başkanı Thein Sein geçtiğimiz günlerde Arakan Müslümanlarının vatandaşlık haklarını korumak ve teslim etmek yerine Arakan Müslümanları için üçüncü bir ülke düşünülebilir, diyerek asıl niyeti ortaya koymuş oldu. Tüm bu asimilasyon ve göçe zorlama çabalarının nedeni Müslümanların yaşadığı topraklara ve varlıklara el koyarak Müslümansız bir Myanmar devleti yaratmaktır.
BUNDAN BAŞKA SERİ KATLİAM ÖRNEĞİ YOK
Müslümanların katlinin sebebi “sadece Müslüman” olmaları mı gerçekten?
Büyük ölçüde evet. Myanmar’da Arakanlıların yanı sıra Shan, Karen, Çinli, Hintli ve Mon azınlıkları da yaşıyor. Ancak bu azınlıklara yönelik bugüne kadar tarih boyunca devam eden seri bir katliama rastlanmış değil. Myanmar’da uzun yıllardır komünist bir Cunta rejiminin olması ve katliamların fanatik Budistler tarafından gerçekleştiriliyor olması da yine katliamların etnik olmaktan öte din merkezli olduğunu ortaya koyuyor.
BUDİSTLER SALDIRIYOR, DEVLET SEYREDİYOR
Müslümanlarla Budistler arasında yaşanan “şey”in boyutu ne, bir çatışmadan söz edilebilir mi?
Çatışma demek doğru olmaz. Çünkü çatışma iki tarafın karşılıklı olarak birbirine saldırması anlamına gelir. Arakan’da yaşananlara ve dünya kamuoyuna yansıyan olaylara bakıldığında bir çatışmadan daha çok Arakan Müslümanları üzerinde devlet destekli bir yıldırma, asimilasyon ve göçe zorlama politikasının izlendiği görülür. Köyleri fanatik Budistler tarafından yakılıp yıkılan ve yakınları katledilen Müslümanlarla yapılan röportajlarda fanatik Budistlerin kendilerine saldırdıkları sırada devlet güçlerinin hiçbir müdahalede bulunmayıp ileriden izlediklerini duyuyoruz. Zaten çeşitli bahanelerle eğitimsiz ve geri bırakılmış, kendini savunmaktan aciz bir Müslüman toplumun devlet ve ordu destekli bir fanatik Budist gurubuyla çatışmaya girmesi söz konusu değil.
SİVİL BUDİSTLER ÖLDÜRÜYOR
Katliamları yapanlar tam olarak kimler peki? Din adamı – dindar Budistler mi, Budist asker-polisler mi? Siviller mi, memurlar mı? Devlet bu katliamın neresinde?
Katliamları gerçekleştirenler uzun yıllar Arakan Müslümanlarıyla yaşamış Budist Maglar. Aynı bölgede yıllarca barış içerisinde yaşayan bu iki topluluk 1800’lerde bölgeyi sömürmeye başlayan İngilizlerin fitne politikaları sonucu birbirlerine karşı kışkırtılmış. Bugünkü katliamlar maalesef o yıllarda tohumlanmış, iklimlenmiş. Bugün bu katliamları gerçekleştirenler sivil Budistlermiş gibi görünüyor. Ancak söz konusu Budist siviller devletin kışkırtması, göz yumması ile cesaret buluyorlar. Böyle olunca Arakan Müslümanlarının Myanmar’daki Komünist cunta anlayışının da ürünü sistemli bir katliamla karşı karşıya olduklarını söylemek yanlış olmaz. Nitekim 1962 darbesinde o zamanki Burma’da yönetimi ele geçiren General Ne Win, görevi devralır almaz Müslümanlara yönelik büyük bir yıldırma ve yok etme politikası başlatmış, köylerinden göçe zorlamış, ibadethaneleri yıkmış ya da el koymuştur. Özetle Myanmar’da Müslüman varlığını silmeye yönelik cunta destekli bir Budist zulmü vardır.
SEBEP BUDİZM DEĞİL FANATİZM VE CUNTA
Budizm böyle bir şeye cevaz veriyor olamaz herhalde, hiç mi itirazı yok dindar Budistlerin?
Budizm öğretileri itibariyle öldürmeye, yok etmeye izin vermez. Aslında insanın ruhuna ve gönlüne hitap eden hiçbir din katliamı öğütlemez. Ancak her dinde fanatik kimi guruplara rastlanıyor. Bu fanatizm komünist bir cunta anlayışıyla da bütünleşince böyle bir zulüm ve katliama dönüşebiliyor.
Budizm inancını dört temel hakikat oluşturuyor. İlki Dukkha yani yaşamın acılarla dolu olduğu öğretisi. Buna göre doğum, yaşlanmak, ölüm, sevmediğin ile birlikte olmak, sevdiğinden uzak kalmak, istediğini alamamak tüm bunlar acıdır. İkinci öğreti ise Samudaya. Samudaya tüm bu acıların nedenlerini nefret ve pisboğazlık olarak tanımlar. Üçüncü öğreti Nirodha, tüm acıların yok olmasının sebeplerin sönmesiyle mümkün olduğunu ortaya koyar. Yani tüm acıların dinmesi için nefret ve pisboğazlığın olmaması gerekir. Dördüncü temel hakikat ise Magga. Magga acıların sona erdirilmesinin yolunu tarif eder ve sekiz aşamalı kutsal yoldan bahseder. Bunlar; Doğru kavrama, doğru düşünce, doğru söz, doğru eylem, namuslu kazanç, doğru çaba, uyanıklık, ve doğru konsantrasyon. Budizm bir öğreti olarak erdemli ve dürüst olmayı öğütler. Öldürmek yoktur Budizmde, nefret ve kin hoş karşılanmaz, tüm acıların kaynağı olarak görülür. Ancak sözümün başında da bahsettiğim gibi her dinde fanatik gruplarla karşılaşılabiliyor.
MÜSLÜMANLAR ÜÇÜNCÜ SINIF GÖRÜLÜYOR
Budizm bunları öğütlüyorken, “nefretten uzak dur ve arın” derken Budistlerin Müslümanlardan nefret etmeleri ve onları kendi topraklarından atmak istemelerini anlamak gerçekten zor.
Arakan’daki Müslüman katliamının nedeni bölgedeki azınlık Müslüman varlığından duyulan rahatsızlık. Budistler, geçmişte cunta ve şimdi cunta uzantılı bir rejim Müslümanları üçüncü sınıf ve Myanmar’da olmaması gereken bir varlık olarak görüyorlar. Bunun temelinde kimi Budist toplulukların dini fanatizmi, geçmişten gelen ateist anlayışa yakın bir komünist devlet anlayışı var. Burada amaç Müslümanların baskı ve şiddet yoluyla göçe maruz bırakılması ve bir bakıma Müslümansız bir Myanmar oluşturmak. Bunun içinde asimilasyon olmazsa göçe zorlama, o da olmazsa katliam ve yok etme politikası güdülüyor. Ama nihai anlamda yapılmak istenen Müslümansız bir Myanmar.
FOTOĞRAFLAR FAKE OLSA DA KATLİAM BİR GERÇEK
Myanmar dışa kapalı, baskıcı bir ülke olduğu, basın özgürlüğünden de bahsedemeyeceğimiz için bilhassa sormak istiyorum: Katliama ilişkin, özellikle sosyal medyada dolaşan o fotoğrafların sıhhat derecesi nedir peki, ve ne kadar güncel bu fotoğraflar?
Onların fake yani sahte olup olmadığını tespit etmek güç. Ancak ekranlara yansıyan dram fotoğraflardaki şiddet boyutlarını aratmıyor. Myanmar hükümeti de Müslümanların maruz kaldığı dramı yalanlamış değil. Bunun da ötesinde 1942- 62 yıllarında yaşanmış ve tarihe geçmiş katliamlar var. Birleşmiş Milletlerin Arakan Müslümanlarının maruz kaldığı asimilasyona ilişkin raporları var. Kaldı ki, Myanmar Müslümanlarının yaşadığı dramları bu şekilde kullanmak kime ne menfaat sağlar. Twitter ve Facebook ortamlarında paylaşılan resimler maksatlı resimler dahi olsa bu Arakan Müslümanlarının yüz yıllardır süregiden dram gerçeğine gölge düşürmez.
BATI MEDYASI ARAKAN’A ÜÇ MAYMUN
Batı medyasının Arakan’da olanlara ilgi(sizlik) düzeyi hangi gerçekle yüzleştiriyor bizi?
Batı Medyası uzun zamandır her bir Müslümanı genelde ya El Kaide ya da Taliban gibi göstermenin çabası içerisinde. Aslında 11 Eylül olaylarından sonra Batı Medyası dünya toplumlarını El Kaide ve Bin Ladinle hipnoz ederek Müslümanlara karşı duyarsızlaştırdı. Hatta duyarsızlaştırmanın da ötesine giderek batı toplumlarını paranoyak hale getirip Müslümanlara karşı kin ve nefreti körükledi ve bunu bir İslamofobiye dönüştürdüler. Müslümanların maruz kaldıkları katliamlar çevre kirliliği kurbanı olmuş bir balıkçıl kuşu kadar dahi önem arz etmedi. Canlı bomba saldırıları sonucu her gün Irak’ta, Afganistan ve Pakistan’da yüzlerce sivil Müslüman’ın katledilmesi sıradanlaştı ve kanıksandı. Batı alemi Müslümanlara karşı üç maymunu oynadı ve batı toplumlarında duygusal bir körlük oluştu. Bu tecrübelerden yola çıkarsak geçmişte bu yönde çok kötü sınavlar veren batı medyasından Arakan Müslümanları için duyarlılık ve ilgi beklemek çok büyük bir iyimserlik hatta hayalperestlik olur sanırım.
ARAKANLL MÜLTECİ SAYISI 300 BİNDEN FAZLA
Arakanlı Müslümanların yaşadığı insanlık dramının bir boyutu da mülteci kamplarında sürüyor. Oralarda durum nasıl?
Arakanlı mültecilerin birinci derecede sığınmaya çalıştığı ülke Bangladeş. Gerek Arakan eyaletinin Bengal körfezi kıyılarında olması gerekse Bangladeş’in Müslüman bir ülke olması hasebiyle daha çok Bangladeş’e sığınmaya çalışıyorlar. Resmi rakamlara göre 2005 itibariyle Bangladeş'te BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin gözetiminde 22 bin Arakanlı Müslüman mülteci bulunuyor. Ancak kamplar dışında Bangladeş’in köy ve dağlarında da yasadışı olarak 200 ile 300 bin arasında Arakanlı Müslüman mültecinin yaşadığı sanılıyor. Bangladeş kendisi de fakir ve yardıma muhtaç bir ülke olması ve BM’nin ilgisizliğinden dolayı Arakanlı mültecilerin topraklarına akışını engellemeye çalışıyor. Ancak Müslüman Bangladeş halkı zor durumda olan ve gizlice kendilerine sığınmış Arakanlı kardeşlerine dar imkanlarla sahip çıkmaya çalışıyorlar. Tayland’da da 10 tane sığınma kampı var ancak aralarında Arakanlı Müslümanlar olsa da bu sığınma kampları büyük çoğunlukla cuntanın zulmünden kaçan Budist Myanmarlıların oluşturdukları kamplar ve bu kamplarda da yaklaşık 130 bin Myanmarlı barınıyor.
İNGİLİZLERİN GÜNAHI ÇOK BÜYÜK
Bütün bu olup bitenlerde İngilizlerin tarihsel payını biraz daha açalım isterim.
Aslına bakarsanız Arakan Müslümanlarının ve dünyanın birçok noktasında yaşanan Müslüman dramlarının çoğunluğu İngiliz projeksiyonu. Filistin’den Keşmir’e, Arakan’dan Kıbrıs’a kadar sancılı tüm coğrafyaların İngiliz sömürgesi olması tesadüf değil. İngilizler sömürü başlatacakları coğrafyalarda yaşayan farklı etnik ve dini yapıları birbirleri ile çatıştırarak zayıflatıp sömürülerini kolaylaştıracak altyapıyı ve ortamı hazırladılar. Bu strateji İngilizler tarafından hemen hemen tüm sömürü coğrafyalarında hayata geçirilmiştir. Sömürüleri sona erdikten sonra da çekildikleri Keşmir, Filistin, Kıbrıs, Arakan, Bangladeş gibi bölgelerde belirsizlikler bırakarak çatışmaları kronikleştirdiler. Arakan Müslümanlarının maruz kaldıkları bu dram da İngiliz sömürüsünün Myanmar’da başladığı o dönemlerde tohumlanmış ve iklimlenmiştir. Arakan’da yaşayan Müslümanlarla Rakhine Budistleri arasında fitne çıkartılmış ve çatışma ortamı yaratılmıştır. Kısacası İngilizlerin bugün Arakan Müslümanlarının yaşadığı dramdaki günah ve payları oldukça büyük.
BM NEREDE?
BM başta olmak üzere uluslararası kurumların günah payı da var haliyle bu süreçte?
Söz konusu Müslüman bir topluluk olunca ve bu Müslüman topluluk modern dünyadan ve gözden ırak bir coğrafyada olunca BM ve uluslararası örgütlerin ilgisi de maalesef yok denecek kadar yetersiz kalıyor. Arakan Müslümanlarının maruz kaldığı katliam ve asimilasyon bundan önceki yıllarda da bugünkünden çok daha yüksek doz ve şiddetteydi. Ancak kitle iletişim araçları bu kadar yaygın olmadığı için, internet ve internetin ortaya çıkardığı en katı rejimleri dahi sarsabilen sosyal medya var olmadığı için gözden ırak coğrafyalarda yaşanan zulüm ve katliamlar dünya kamuoyunun gündemine bugünkü olduğu kadar güçlü düşmüyordu. BM ve uluslararası örgütler açısından işin güç yanı Myanmar’ın katı bir rejime sahip olan cunta ülkesi olması. Bu durum Müslüman katliamına yönelik sağlıklı bilgi edinmeyi güçleştirirken bölgeye erişimi, insani yardımların ulaştırılması işlerini de güçleştiriyor.
MÜSLÜMAN STK’LAR DIŞINDA KİMSE YOK
Yine de bu kadar etkisiz eleman durumuna düşmemesi gerekmez miydi?
Elbette. Bu güçlüklere rağmen BM, Bangladeş ve Tayvan gibi ülkelere sığınmış hem Müslüman hem de cuntanın zulmünden kaçan Myanmarlıların kamplarda sürdükleri yaşam koşullarının iyileştirilmesi yönünde çalışmalar yapabilirdi. Kamp koşullarının iyileştirilmesi için Bangladeş’e sağlanacak destek ve BM finansörlüğünde kurulacak kamplar ve Myanmar’daki cunta uzantısı rejime uygulanacak baskı BM’nin yapamadığı görevleri arasında.
Arakan Müslümanlarına yardım konusunda Müslüman STK’lar dışında uluslararası örgütleri saha ve sahnede maalesef göremiyoruz. Batı kaynaklı STK’lar Myanmar’daki demokrasi hareketine gösterdikleri yakın ilgi ve desteği burada katledilen Müslümanlara maalesef gösteremiyor.
İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI DAHA AKTİF OLMALI
Çuvaldızı kendimize batıralım. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın üzerine düşen, yaptığı-yapamadığı görevler neler?
Osmanlı imparatorluğunun çöküşünün ve hilafetin kaldırılmasının ardından Dünya’nın çeşitli noktalarında kalakalmış, kaderine terk edilmiş azınlık halindeki Müslüman toplulukların hamiliğini İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) üstlenmesi gerekirdi. Myanmar’daki Arakan Müslümanları gibi Tayvan’da Patani Müslümanları, Filipinler’de Moro Müslümanları, Rusya içlerinde, Afrika’da birçok ülkede Müslüman azınlıklar zor koşullarda ya asimile oluyor ya da zulme maruz bırakılıyorlar.
Arakan Müslümanlarının yaşadığı dram ilk kez yaşanan dram ve katliamlar değil. Benzer dramları Bosna’da, Filistin’de Keşmir’de yıllardır yaşıyoruz. Bu tür dramların bir daha yaşanmaması için İİT’nin yeryüzünde kendi kaderine terk edilmiş, bulundukları ülkelerde Arakanlar gibi azınlık halde yaşayan küçük Müslüman toplumların haritasını ve envanterini çıkararak bulundukları ülkelerdeki yaşam koşullarının iyileştirilmesini, vatandaşlık haklarından eşit şartlarda yararlanmalarını sağlamalıdır. Bunun için İİT bünyesinde Müslüman hakları izleme komisyonları oluşturularak Myanmar gibi sorunlu devletler izlenmeye alınmalı ve kademeli yaptırımlar uygulanmalı. Azınlık Müslümanların yaşadıkları ülkelerde Müslümanlar ayrımcılığa ya da zulme maruz kalıyorlarsa İİT’nin söz konusu ülkelerle ilgili ticari ve siyasi yaptırım kararları alarak üye ülkeler nezdinde hayata geçirmeli.
TÜRKİYE ARAKAN İÇİN DE UMUT KAPISI
Myanmar’da durum gerçekten fena görünüyor. Türkiye ne yapabilir?
Fadime Hanım belki de tüm bu röportajın en dramatik sorusu Türkiye ne yapabilir sorusu. Osmanlı imparatorluğu zevale uğramadan önce Arakan Müslümanları gibi dünyanın çeşitli noktalarına serpilmiş küçük Müslüman toplumların hamiliğini yapıyordu. Osmanlı imparatorluğunun çöküşüyle birlikte uzak coğrafyalara serpilmiş bu Müslüman topluluklar maalesef yetim kaldılar. Sadece Myanmar’da Arakan Müslümanları değil, Tayland’ta Patani Müslümanları, Filipinler’de Moro Müslümanları, Keşmir Müslümanları Hilafet ve Osmanlı sonrası yaşadıkları coğrafyada sahipsiz kaldılar ve kendi kaderlerine terkedilmiş oldular. Osmanlı’nın varisi olması hasebiyle Türkiye uzak coğrafyalardaki Müslüman toplumlar için büyük bir umut kapısı.
Haziran ayı içerisinde Keşmir Cemaati İslami Partisi Abdürreşit Turabi ve beraberindeki Keşmir heyeti TBMM’de ziyaretime geldiler. Turabi yaptığımız görüşmede “Türkiye eskiden Osmanlının olduğu gibi bugün Müslümanların onurunu ve izzetini koruyup haklarını savunan bir ülkedir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Filistin ve Suriye’de zulme uğrayan Müslümanların haklarından Somali’deki aç Müslümanlara kadar ümmetin onuru ve şerefini korumaktadır. Biz de taaa Keşmir’den heyetimizle birlikte kalkıp buralara kadar Türkiye’ ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a Keşmir’de Hindistan zulmü altında ezilen ve katledilen Müslümanların yardım taleplerini getirdik. Türkiye ve Başbakan Erdoğan’dan Keşmir’e de sahip çıkmasını bekliyoruz. Mazlum Keşmir halkının gözü kulağı Türkiye’de” diyerek Arakan Müslümanları gibi yetim Müslüman toplumların şuur altındaki Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan algısını ortaya koydu.
ÜMMETİN ŞEREFİ İÇİN GÖZLER TÜRKİYE’DE
Yani?
Bu anlamda Türkiye’nin Müslüman azınlıklar için ufukta beklenen bir gemi ve umut olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi üyesi olması yine İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliğini Türkiye’nin yürütüyor olması hasebiyle Arakan’da süregiden Müslüman katliamı için bu örgütleri harekete geçirmesi gerekiyor.
Sayın Başbakanımız Myanmar hükümeti nezdinde bazı temaslarda bulundu. Bu temaslar neticesinde Kızılay insani yardımların Arakan Müslümanlarına ulaştırılması için gerekli çalışmalara başladı. İHH gibi uluslararası yardım konusunda uzmanlaşmış STK’larımız Arakan’a ulaştılar.
Ancak bu tür olaylara yaklaşım biçimimizde radikal bir değişikliğe gitmemiz gerekiyor. O da bu tür dramlar yaşandıktan sonra değil yaşanmadan önleyici tedbirler almak ve azınlık Müslümanlarla ilgili çalışmalar yapmak. Bu konuda İslam İşbirliği Teşkilatına büyük görevler düşüyor.
ULUSLARASI GÜÇLERİN STRATEJİSİ
Uluslararası güçlerin - devletlerin genel anlamda bölgeyle özelde Myanmarla ilgili hesabı ne, nasıl bir politika güdülüyor?
Uluslararası güçler ve özellikle ABD Myanmar’daki cunta rejimini devirmek ve yerine demokratik bir sistem getirmek adına uzun süre uğraş verdiler. Kendisi suikastla öldürülen bir generalin kızı olan Aung San Suu Kyi’nin demokrasi mücadelesi uzun yıllar ABD ve Batı tarafından örgütlendi ve finanse edildi. Hollywood 1995 yılında Türkiye’de Burma’nın Gözyaşları adıyla vizyona giren “Beyond Rangoon” filmini çekerek Myanmar’daki demokrasi hareketine önemli destek verdi. Benim de Myanmarla ilk tanışmam bu film sayesinde olmuştur. Yine geçtiğimiz yıl Hollywood San Suu Kyi’nin Demokrasi mücadelesini ve hayatını anlatan “The Lady” filmini çekti ve perdelerde gösterime girdi. San Suu Kyi 21 yıl süreyle hapis ve ev hapsinde tutuldu. 1990 yılında Nobel Barış ödülü aldı ancak ev hapsinde tutulduğu için ödülünü ev hapsinin kaldırıldığı 2012 yılı içinde yani bu yıl alabildi. Aslına bakarsanız San Suu Kyi beni Arakan Müslümanları konusunda hayal kırıklığına uğrattı diyebilirim. Geleceğin Mutlak Myanmar Devlet Başkanı olacağını düşündüğüm San Suu Kyi’nin Myanmar’daki Müslümanların da lideri olmasını bekler ve dilerdim. Ancak şu aşamaya kadar Müslümanların maruz kaldığı katliamlar konusunda ciddi bir tavır ya da çıkış sergileyemedi.
Batılı güçler yıllarca Çin komünizminin Güneydoğu Asya’da yayılmasını engellemek adına bu bölgelere demokrasi transfer etmenin çabası içerisinde oldular. Bugün de bölgedeki nüfuzlarını artırmak ve Hint Okyanusu’nun doğu yakasında hakimiyet kurmak adına yoğun bir çaba içerisinde olduklarını söyleyebilirim.