HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, partisinin tutuklu eş genel başkanları ve milletvekillerinin "hem suça bulaşmış hem de kendilerini tehdit eden çete yapılarının yanında tutulduğunu" öne sürerek, "AYM, elzem olarak neyi görüyor? Ne olmalı ki bu konuda harekete geçsin. Canlarına yönelik bir tehditin gelişmesini mi bekliyor, fiili durumu mu bekliyor" diye sordu.
HDP'nin bugünkü grup toplantısında 2,5 aylık tutukluluğunun ardından 3 Şubat'ta tahliye edilen Ahmet Türk de kısa bir konuşma yaptı. Türk, "Şiddet politikalarıyla halklar susturulamaz. Demokratik, ortak bir gelecek hedefliyorsak, hep birlikte barış mücadelesi verelim" dedi.
Türk'ün ardından kürsüye gelen Sırrı Süreyya Önder'in açıklamalarından satır başları şöyle:
Dün, bu ülkenin geçirdiği ağır dış koşullarına baharın koşullarına ilk cemre havaya düştü. Ve hiç geçmeyecek gibi sanılan o fırtına, o kara kış yerini birden bire tabiatın kendini yeniden var ettiği günlere kapı açacak. Gecenin en karanlık zamanı, sabaha en yakın zamanıdır. Şimdiden bu ülkenin savaşla eşit olan kışına güle güle, barışla eşit olan baharlarına hep birlikte "Merhaba" demek istiyoruz, geçecek bu günler. Sevgili akademisyen hocalarımız buradalar. İletişimden, Tıp Fakültesi'nden, Siyasal'dan ve başka alanlardan tüm akademisyenler burada. Bu ülkede bir şey yaptılar. Vicdanı ve adaleti dile getirdiler. Bu kadar. İçinde solcusu var, sağcısı var, erkek var, kadın var; ama hepsinin ortak paydası hakkı dile getirdiler. Hakkı dile getirmenin bedelini işiyle, aşıyla, beceremezler ama onurlarıyla ödemek olduğunu tecrübe ettiler. İktidar sözcüleri hamaseti seviyorlar, Osmanlı'ya referans vermeyi seviyorlar. Kemal Paşazade'nin atına başlayan çamur kaftanına bulaşınca "Alimin atından sıçrayan çamurdur, kaftanı tabutumun üstüne örtün" dediğini biliyoruz. Fatih, İstanbul'u fethettiğinde ona çiçek sununca Akşemseddin'e çiçek vermeye çalışıyorlar. Fatih reddediyor, ben padişahım ama o benim hocamdır diyor. Bu kadar bunları referans veriyorsunuz, onların yaptıklarına bakın, sizin bu akademisyenlerin cübbelerine layık gördüğünüze bakın. Özgür bilimi savunmaktan başka hiçbir iş yapmayan bu akademisyenlerin cübbelerini çamura buladınız. Bütün akademisyenlere sesleniyorum, sizin o cübbeleriniz bu ülkenin barış bayrağı olacaktır.
"Ya sorumluluk üstlenin, ya da tepki gösterin"
Gayet pişkinler. "Üniversiteler hazırladı" diyorlar. Üniversiteler bugün bir şey hazırlasalar dişimizi kıracağız. Yıllardır süren savaş var, bir gün ağızlarını açıp çıt demediler. Bölge bir cehennem topuna dönüşmüş. Her gece ekranlarda sübhaneke kurşunu gibi dizilen bir sürü akademisyen görürsünüz ama üniversitelerden kurumsal olarak "Ne yapıyorsunuz beyler" sesi yükselmedi. İş bu raddeye gelince, "Biz yapmadık, üniversiteler yaptı" diyorlar. Buradan muhterem ibişe seslenmek istiyorum. Sayın İniş, bu işin vebali senin omuzlarında kalır, herkes çekilir. Birileri bu zulmün bedelini ödeyecek. Adalet er ya da geç tecelli eder. Siz layık olduğunuzu cezaya da çarptırılamayabiliriz, ama bu ülkenin gönüllerinde o çamura buladığınız cübbelerden daha karanlık bir yere mahkum olursunuz. Ya sorumluluk üstlenin, ya da tepki gösterin. Kendinizi aklayın.
Muhalafete yakın araştırma şirketinin sahibi var. Muhalefete yakın vekiller ağızlarını açıyorlar, "Kürtlerin devletle anlaşma halinde olduğunu" söylüyorlar. Binali Bey ile görüştüğümü söylüyorlar. Külliyen yalan. Ahmet Abi'nin de belirttiği gibi diyalog ve müzakereden başka bir yol, demokratik siyasette başka bir mekanizma tanımadığımızı deklare ettik. Hem müzakere ve diyalog yapmıyorlar, bu kabul edilemez, sanki el atından görüşülüyor gibi yapma propagandası bu halkın süzgecinden geçmez. Bunu mercimek kadar olan aklınıza sokun. Bir kez daha söylüyorum, "Çağrımız var, yanıt yok"
"Sayın yargıç, ben şu an size hakaret etsem..."
Xerabe köyünde olan zulme, kuşatmaya, tecrite, insanları habersiz bırakmaya hiçbir açıklama yapılmamasına eğer itiraz etmezseniz, Alman papazın durumuna düşersiniz. Onun için vicdanı olan, özgürlük talep eden herkesin her konuda hesap sorucu ve denetleyici olması gerekir. Kürtlere deniyor ki, iktidar olsun, ana muhalefet olsun. "Siz kaderinizle uğraşmayın, mümkünse referandum alanında görüşmeyin, gözükürseniz türlü yalanlarla bunu itibarsızlaştırmaya çalışırız". Bu kabul edilemez, bu zulme olduğu kadar bu yok sayan ayrımcılığa karşı da devam edecektir. İdris Baluken, Ferhat Encü; asli mahkeme tarafından tahliye edildiler. Yani onlar hakkındaki bütün delilleri, tanıklıkları derleyip toplayan, inceleyen, bunların artık tutuklama kalmasına gerek yoktur hükmüne varan mahkemelerce oy birliği ile tahliye edildiler. Yani tek bir üyesi acaba bırakalım mı diye şüphe etti. CMK'nın 267. ve 102. maddelerinde bu salıverilmeye ve itiraz etme yolları gayet nettir. Bunların içinde mahkemelerin tahliye ettiği bu vekillerimize, tahliye kararlarına itiraz etmek savcının görev ve sorumlulukları arasında sayılmamıştır. Dediğim maddelere açıp baksınlar, başka mahkemenin de bunu görüp değerlendirmeye hakkı yoktur. Yapılan işlem hukuk açısından dayanaksızdır. Bu mekanizmaların nasıl siyaset ile ilişkili çalıştıklarının da göstergesidir. Bize diyorlar ki "Hukuka güvenin, gelin ifade verin" diyorlar. Adaletin kestiği parmak acımaz, ama adaletin şöyle yeli değse insanlarda büyük yaralara yol açar. Yapılan işlem, özellikle eş başkanlarımızın dile getirdiği bir garabete işaret ediyor. Meclis, dokunulmazlığı kaldırdı. Yasama dokunulmazlığını. Onda garabet bir şey yaptı. Normalde bu Meclis'in tarihinde vekilin dokunulmazlığı dönem sonuna kadar kaldırılırdı. Ve mahkemenin bütün yaptırımları uygulayabilmesine alan açılırdı. Oysa sadece bekleyen işlemler için bariyeri kaldırdılar, sonra indirdiler. Yani şu an başbakanlar ve bakanların dokunulmazlık hakkına biz de şu an sahibiz. "Sayın yargıç, ben şu an size hakaret etsem bundan dolayı beni yargılayamayacaksınız. Tekrar Meclis'e yazı yazacaksınız, tekrar dokunulmazlığımı kaldırılmasını isteyeceksiniz" diyor eş başkanlarımız. Bizim tanımadığımız kısmı burasıdır, bu hukuksuzluğa alet olmayı reddediyoruz.
"Cezaevindeki seçilmiş arkadaşlarımız çetelerin yanında tutuluyor"
Bu Meclis çatısı altında, Genel Kurul'da sarf ettiğimiz sözlerden dolayı hiçbir şekilde soruşturmaya uğrayamayız. Biz ne yapmışız? Yasama faaliyetlerimizin yanında eleştirerek denetleme faaliyetimizi yapmışız. Savcılık, bunun dozuna göre yasama ile yargıyı karşı karşıya getirip sanki bir hiyerarşi varmış duygusu yaratıyorlar, onlar bizim yasama ve denetleme görevimizi de yargılayabilirmiş gibi davranıyorlar. Buradan bütün kamuoyuna söylemek istiyorum; her çıkan milletvekili arkadaşımız mahkemelerden ilk talebi bu usulsüz sürecin durdurulmasıdır. Ve usulsüz olarak bu taleplerimiz reddediliyor. Bu dosyaların içerisinde şiddeti teşvik etmek ya da başka anlama gelebilecek, ırkçılık, nefret suçu gibi hiçbir şey yoktur. Sizin bize verdiğiniz vekaletle biz denetlemişiz, bugün olacakları defalarca işaret etmişiz. Olcak dediğimiz ne varsa bugün olmuş. Bugün "Bunu niye söylediniz" diye bizi mahkemelere gönderiyorlar.
Bu kadar kibir dağlarına yaslanıyorsunuz, eğer buna cesaretiniz varsa bunun yeri bağımsız kürsülerdir. Gelin siyaseten hesaplaşalım. Peki adalet giderse her şey gider. Bir ülke her şeyini yitirebilir. Bir yitip giden canlarınızı, bir de adalet kaybolduğu zaman bunu yerine koyamazsınız. AYM diye bir kurum var. Bu ülkede halkın kendisini teslim ettirme iradesi, 100 günü aşkın rehin altındadır. AYM, elzem olarak neyi görüyor? Ne olmalı ki bu konuda harekete geçsin. Cezaevindeki seçilmiş arkadaşlarımız, hem suça bulaşmış hem de kendilerini tehdit eden çete yapılarının yanında tutuluyor. Canlarına yönelik bir tehditin gelişmesini mi bekliyor, fiili durumu mu bekliyor.
"Emevi Camii'nde namaz kılma hevesi
süreci, Kocatepe'te cenaze namazıyla bitti"
AYM, uluslararası kurumlara gidiyorsunuz ve bağımsız yargıç onuruyla davranabilmek ve siyasi baskılardan uzak, uluslararası evrensel ilkelere bağlılıkla yükümlüdür. Yarın öbür gün AİHM sizin başınıza bir şey geçirirse biz o gün bayram yapmayacağız, sizden daha fazla üzüleceğiz. Bizim ülkemiz neden başka yerlerden alınan kararlarla hatalarını düzeltmek zorunda kalsın. Bütün yargıçlara ve savcılara sesleniyorum, bağımsız vicdanınıza ve hukuka uygun davranın yeter. Bunda yasa dışı olan hiçbir şey yok. Şimdi bir aklı evvel çıkıp "Yargıyı etkilemeye çalışıyor" demesin, bunda hiçbir şey yok. Adalete uyun, yargı onuruna sahip çıkın bize yeter.
Şimdi, ilk defa bize bir kıyaslama yaptıracaklar. Cemaat soruları çalıyordu, kamuda kadrolaşmak için. Bunlar cemaatten daha tembel ya da daha pervasız. Mülakat diye bir şey getirdiler. Kriterler, hükümet temsilcilerinin paşa gönlüne bağlı. Yani soruları çalma gayretine bile katlanmadan yandaşlarını istedikleri kadrolara yerleştiriyorlar. Ne evetinize müşteri bulabilirsiniz, ne de diktatöryel hevesler içerisinde olmadığınıza bir tek kişiyi inandırabilirsiniz. Eğer bir tek mazlum varsa bu işlerden dolayı, o yüz binlerce doğrudan daha vahimdir. Siz yüz binlerce mağdur yarattınız. Barış dedi Ahmet Abi, nasıl bu günlere geldik? Sürecin içinde ve birinci elden tanığı olarak birisi olarak adım adım takip ettik. Önce gelinen noktayı ifade edelim. Emevi Camii'nde cuma namazı kılma hevesi ile başlanan süreç, Kocatepe Camii'de cenaze namazıyla sona erdi.
"Baharın gelişini 16 Nisan'da kutlayacağız"
Bugün yaşanan şeye bir ad koymak gerekirse, Çanakkale Savaşı'ndan başka bir açıklaması yoktur. Siz akademisyenden öğrencisine, askerinden gerillasına, yüz binlerce genci başlatıcısı olmadıkları bir savaşta kurban veriyorsunuz, olan bu ülkenin gençlerine oluyor. Eğitimli gençlerimiz gitti, ortak yaşam umudumuz, ortak yaşam beklentimiz gitti. Sizin hurafeleriniz yüzünden. Bugün Rojava'da etnik ayrımcılık yapıldığını söyleyenler, PYD'nin diğer inançları tasfiye ettiğini söyleyenler, hiçbir şekilde buranın pratiğine denk gelecek bir gerçekliğe işaret etmiyorlar. Kayyım olarak atadığınız, bir yerel seçim süreçlerini yok sayıp komple iptal edip yerine atadığınız insanların neler yaptığına baktığımızda kimin etnik ayrımcılık yaptığını görürsünüz. Kürt illerinde yapılacak ilk iş, Kürtçe tabelaları kaldırmak, Kürtçe hizmeti engellemek olur mu? Kürt'ün HDP'lisinden değil, muhafazakarından oy isteyeceklermiş. Sanki Kürtün muhafazakarının demokratik bilinci yok, izzet ve haysiyeti yokmuş gibi en büyük haksızlıkları yaptığının farkında olmayarak cin fikirler buluyorlar. Çırpınıp duruyorlar. Çare, eğer Kürt halkının duygularından bağımsız, gerçekten objektif verilerle düşünmelerini istiyorlarsa, seçilmişlerinin gasp ettiğiniz özgürlüklerini geri vereceksiniz, ancak ondan sonra şuna belki hakkınız yok "HDP'ye gönül vermiş kardeşlerim, 'evet' deyin" demeye hakkınız yok. Baskıları dile getirmekten başka çaremiz yok. Ahmet Şık gibi yüzlerce basın emekçisi, hala iddianameleri hazırlamıyorlar. Gözaltına almakta pek mahirler ama üç sayfalık iddianameyi yazamıyorlar. Ama bunların içinde Ahmet Şık'ın davası çok ilginç Bugün bir mahkemesi var, cemaat Ahmet Şık'ı mahkemeye vermiş, onun yargılaması yapılıyor. Bundan üç gün önce de cemaatçi veya darbeci olduğu iftirasıyla yine gözaltında. Bu durumun garabetini belirtmek için bundan daha iyi bir örnek var. Ahmet Altan'tan Ali Bulaç'a kadar sadece fikirlerini ifade eden bütün basın emekçilerine, Özgür Gündem çalışanlarından onunla dayanışma gösteren bütün bilim insanlarımıza kadar herkes bu baskılar karşısında boyun eğmeyeceğini, onurlu duruşlarıyla yüzlerce defa kanıtladılar. Bu da onlara dert oluyor, zulümlerini artırmaktan başka bir yol bulamıyorlar.
Önümüzde referandum var, öncelikle seçmen kütükleri meselesinde kayıtlı oldukları yerde oy kullanamayacak insanlarımızın nasıl davranmaları gerektiği hususunda il ve ilçe binalarımızda bilgilendirme masaları kuruldu. Buradan bilgi alabilirler. Bu üç cemrenin üçüncüsü Mart'ın altısında değil, Nisan'ın 16'sında düşecek. Bunu sağlamak da hepimizin ellerinde, hep birlikte yılmadan, usanmadan buna çalışırsak baharın gelişini 16 Nisan'da kutlayacağız.