Özel Dosya

Şırnak katliamında AİHM'den AKP hükümetine ağır suçlama!..

AİHM, Şırnak katliamı davasında Türkiye'yi neden mahkum etti? Hükümet, mağdur tarafın ulaştığı kilit kanıta ne yorum yaptı? Hükümetin savunması ve tavrı nasıl değerlendirildi?

04 Aralık 2013 03:54

Hazal Özvarış

Şırnak'ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerinde 26 Mart 1994’te 38 kişinin ölümüyle sonuçlanan hava bombardımanı nedeniyle Türkiye'yi mahkûm eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin 19,5 yıl boyunca inkâr ettiği katliamdan sonra hukukun da nasıl katledildiğini ortaya koyan bir karar metni yazdı.

AİHM'nin 60 sayfalık karar metninde, katliamın ardından sadece bir kişiye otopsi yapılmasından sivil otoritelerin bölgeye bir kez bile gitmemesine, 14 yıl sonra ilk kez bölgeye gitmek isteyen bir savcıyı jandarmanın "güvenliği sağlayamayız" gerekçesiyle engellemesinden dava boyunca hiçbir askeri yetkilinin sorgulanmamasına uzanan çarpıcı bilgi ve belgelere yer verildi.

T24'ün incelediği kararın en önemli bölümünü, Türkiye adına davaya taraf olan AKP hükümetinin mahkemeden bilgi sakladığı kanaati oluşturuyor.

Karara göre, hükümet, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bomba yüklü savaş jetleriyle o gün, o bölgelerde uçuş yaptığını gösteren resmi kayıtları mahkemeye vermedi. Kararda, yıllar sonra ortaya çıkan ve mağdur tarafın Strasbourg'a gönderdiği Genelkurmay kaynaklı “uçuş defteri” AİHM tarafından Ankara'ya iletilince hükümetin belgenin gerçekliğini sorgulamadığı ve uçuş defterinden habersiz olduğunu öne sürmediği vurgulandı. Karar metninde, uçuş defterinden haberdar olması gerektiği belirtilen hükümetin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki “AİHM’ye her türlü kolaylığı sağlama” yükümlülüğünü yerine getirmediği hükmüne de yer verildi.    

Katliamdan 18 yıl sonra mağdurların savunma ve suçlamalarını doğrulayan uçuş defteri, davanın Türkiye ayağında hiçbir ilerlemeye neden olmadı. Ancak, AİHM büyük ölçüde bu belgeyi referans alarak medya kayıtlarına “rekor tazminat” olarak geçen kararını verdi ve bombalamayla bağlantılı isimlerin bulunup cezalandırılması istemiyle birlikte Türkiye'yi 2 milyon 310 bin 700 Euro tazminat cezası ödemeye mahkûm etti. 

Hükümetin “Etkili bir soruşturma yapıldı ve adli makamlar tüm önemli adımları attı” savunmasına karşılık AİHM’nin mahkûmiyet kararı ve gerekçelerini içeren “Benzer ve diğerlerine karşı Türkiye” başlıklı karar metinde belgelendirilen 19,5 yıllık süreç, hükümetin savunması ve AİHM’nin hükümetin savunmasını çürütmesinde öne çıkan bazı ifadeler şöyle:

 

Tarafların bildirdiği belgesel kanıtlar

 

- 26 Mart 1994'te üç jandarma tarafından hazırlanan rapora göre, jandarmaların 13 kişinin öldüğü, 13 kişinin de yaralandığı Koçağılı Köyü'ne gidip “patlama”yı araştırmaları mümkün değildi. Çünkü köy çok uzak ve ellerinde yeterli jandarma ve araç yoktu.

- Aynı gün (AİHM’ye) başvuranlardan Mehmet Aykaç, iki polis memuru tarafından sorgulandı. Aykaç, köyü Koçağılı'da kendisinin de yaralandığı bir operasyon ve patlama olduğunu söyledi.

- Aynı gün, çok sayıda yaralı Cizre'deki yerel hastaneye, durumu kritik olduğu düşünülen bazı yaralılar Mardin Devlet Hastanesi'ne gitti.

 

Davanın tek otopsi raporu 3 yaşındaki Kıraç’ın  

 

- Aynı günün devamında 3 yaşındaki Zahide Kıraç, Mardin'deki hastaneye transfer edilemeden hayatını kaybetti. Bedeni, Şırnak Hastanesi'ndeki bir doktor tarafından, Şırnak Savcısı'nın yanında incelendi. Bedeninde sert bir obje veya ateşli silahın neden olduğu bir yara yoktu. Bir köylü Zahide'nin cesedini teşhis etti ve orada bulunan Savcı’ya, aldığı bilgilere göre, Zahide'nin yaşadığı Koçağılı'nın uçaklarca bombalandığını söyledi. Bombardıman pek çok insanın ölümüne neden oldu. Aynı gün Savcı, yerel jandarmaya Zahide'nin ölümünü araştırmaları için talimat verdi.

- 29 Mart 1994'te Şırnak Savcısı, ulusal bir gazetedeki Koçağılı'da uçaklarca yapılan bombalamaya dair detaylar içeren bir kupürü Şırnak Jandarma Komutanlığı'na gönderdi ve bir araştırmanın yürütülmesini istedi.

- 31 Mart 1994'te iki jandarma Koçağılı Köyü'nün muhtarı Halil Seyrek'i sorguladı. Kaza esnasında köyde olmadığını ama kaza sonrasında köylüler tarafından bilgilendirildiğini söyleyen Seyrek, aktarılanlara göre, bir helikopter ve bir uçağın köy üzerinde uçtuğunu ve 5-10 dakika sonra köy içinde ve dışında patlamaların olduğunu söyledi.

- 1 Nisan 1994'te başvuru sahiplerinden Kasım Kıraç, iki jandarmaya kaza sırasında Koçağlı civarında olduğunu ama “yüksek sesli patlamaları” duyar duymaz köye döndüğünü söyledi. Döndüğünde eşi Hazal'ın bedenini, kızı Zahide'yi yaralı bulduğunu söyledi.

 

Köy muhtarı PKK’yı işaret ediyor, Savcı karar veriyor

 

- 1 Nisan 1994'te, bu kez Şırnak Savcısı muhtar Halik Seyrek'in ifadesini aldı. Seyrek, o yıl köylülerin Newroz kutlamalarına katılmayı reddettiklerini ve sonrasında PKK tarafından tehdit edildiklerini söyledi. Seyrek, PKK üyelerinin köylüleri “cezalandırmak”tan bahsettiğini duyduğunu aktardı. Ayrıca, köylülerden aldığı bilgilere göre, köye uçaklardan dört bomba atıldığını anlattı. Güvenlik güçlerinin kazadan haberdar olmasına rağmen, hiçbiri köye gelmedi. Hiçbir cesede otopsi yapılmadı. Köylüler, ölmüş yakınlarını kendileri gömdüler.

- 4 Nisan 1994'te Diyarbakır Devlet Hastanesi'nin şef doktoru, patlamada meydana gelen yaraları nedeniyle 13 kişiyi hastanede tedavi ettikleri konusunda Şırnak Savcısı'nı bilgilendirdi.

- 7 Nisan 1994'te Şırnak Savcısı, Koçağılı bombardımanını PKK üyelerinin yaptığına karar verdi ve dosyayı Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne (DGM) gönderdi.

 

DGM Savcısı: PKK'nın dahline dair kanıt yok!

 

- 10 Nisan 1994'te Diyarbakır DGM Savcısı, jandarma ve polise “PKK üyelerinin işlediği cinayetleri” araştırma talimatı verdi.

- 20 Nisan ve 8 Haziran 1994 tarihleri arasında jandarma, 9 köylüyü sorguladı. Köylüler, ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan patlamalar olduğunu söyledi ama “sebep veya kaynak” belirtmedi.

- 13 Mart 1996'da DGM Savcısı, PKK'nın olaya dahline dair kanıt olmadığını gözlemleyerek dosyayı Şırnak Savcısı'nın ofisine gönderdi. Savcı'nın kararında “köye atılan bomba sonucu insanların ölümü” ibaresi yer aldı.

- 22 Nisan 1996'da, 20 Nisan ve 8 Haziran arasında sorgulanan 9 köylüden 8'i bu kez Şırnak Savcısı tarafından sorgulandı. Köylüler bombanın “düştüğünü” ancak resmi şikâyette bulunmak istemediklerini söyledi.

 

Aynı sene DGM Savcısı: Sorumlu PKK'lıları bulun!

 

- 7 Ağustos 1996'da Şırnak Savcısı, bombaların PKK üyeleri tarafından atıldığında ısrar ederek dosyayı Diyarbakır DGM Savcısı'na geri gönderdi.

- 15 Ağustos 1996'da DGM Savcısı, jandarmaya Koçağılı'ya yönelik “saldırıların sorumlusu” olan PKK üyelerini bulmaları için talimat verdi.

 

Jandarma: Hava bombardımanı oldu

 

- 22 Ekim 1997'de Şırnak Valisi, yerel jandarmaya başvuru sahiplerinden Abdülhadi Oygur'un kardeşi Adil Oygur'un yaşayıp yaşamadığını sordu. Şırnak Jandarma Komutanı, 11 Kasım 1997'de Oygur'un ve ailesinin tüm üyelerinin Kuşkonar Köyü'ndeki “hava bombardımanı” esnasında öldüklerini ve oraya gömüldükleri bilgisini iletti.

 

7 yıllık boşluk

 

- Mahkeme'nin (AİHM kast ediliyor –T24) elinde, Kasım 1997 ve Haziran 2004 arasında soruşturmada atılan adımları – eğer atıldılarsa – detaylandırabilecek bir doküman yok.

- 4 ve 5 Ekim 2004'te, başvuru sahipleri yeni avukatlarının desteğiyle, resmi şikâyetlerini kayda geçirdi. İki uçak ve bir helikopterin köylerini bombaladıklarını söyleyen köylüler, bombaların açtığı deliklerin hala görünür olduğunu ve ölenlerin bedenlerinin toplu mezara gömüldüğünü söyledi. Başvuru sahipleri, savcılardan köylerinin bombalanmasını araştırmalarını ve sorumlulara dava açılmalarını istedi.

 

Diyarbakır Başsavcısı: PKK yapmadı; AİHM'e dikkat

 

- Başvuru sahipleri, dilekçelerinde ayrıca bombalama sonrasında sorgulandıklarında çok korktukları için ilgili makamlara köylerinin uçaklar tarafından bombalandığını söyleyemediklerini ileri sürdüler.

- 19 Ekim 2004'te Diyarbakır Başsavcısı, soruşturma dosyalarındaki dokümanlardan ve köylülerin beyanlarından yola çıkarak bombalamanın PKK üyelerince değil, uçak ve helikopterlerce yapıldığı kararını verdi. Diyarbakır Başsavcısı, başvuranların dilekçelerini Şırnak Savcısı'na gönderdi ve kendisinden “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. ve 13. maddelerince ülkemizin sorunlarla karşılaşmaması için” etkili bir soruşturma yürütmesini istedi.

 

'Masa kadar büyük bombalar atıldı'

 

- 31 Ocak 2005'te polis memurları üç başvuru sahibini sorguladı. Eşini kaybeden Zeynep Kalkan patlamayı duyunca kilere saklandığını, iki çocuğunu ve eşini kaybeden Şahin Altan üç bombanın düştüğünü gördüğünü, Ahmet Yıldırım uçakları duyunca eşiyle kilere saklanmak için koştuklarını ama eşinin başaramadığını anlattı. 28 Mart 2005'te Savcı'nın dinlediği, olayda iki oğlunu, gelinini ve torununu kaybeden Hatice Bezer, odun toplamak için köy dışına çıktığını, uçak seslerini ve patlamaları duyduğunu söyledi. Savcı'nın 8 Nisan 2005'te dinlediği, eşini, 3 aylık kızı ile birlikte 4 çocuğunu kaybeden Selim Yıldırım, olay sırasında köyde olduğunu ve saat 11.00'de helikopterin üstlerinde uçtuğunu söyledi. Yıldırım, helikopter 15-20 dakika uçtuktan sonra iki uçağın geldiğini ve uçakların masa kadar büyük olan ikişer bomba attığını söyledi. Savcı 30 Ocak ve 10 Haziran 2005 tarihleri arasında bombardıman sonrasında farklı bölgelere taşınan bazı başvuru sahiplerini de dinledi.

- 15 Haziran 2005'te Şırnak Savcısı, aldığı görevsizlik kararında, dosya içindeki dokümanlara, başvuranların ifadelerine ve tanıklıklara göre soruşturmayı yürütme yetkisinin askeri savcılarda olduğunu belirtti. Ve dava dosyalarını askeri savcının Diyarbakır'daki 2. Hava Kuvvet Komutanlığı'ndaki ofisine gönderdi.

 

Askere uçuşlara dair ilk soru 12 yıl sonra

 

- 13 Şubat 2006'da askeri savcı, 2. Hava Kuvvet Komutanlığı'na 26 Mart 1994'te saat 10.00 ve öğle arasında başvuru sahiplerinin köylerine uçuş yapılıp yapılmadığını sordu.

- 17 Şubat 2006'da 2. Hava Kuvvet Komutanlığı, askeri savcıya mektup göndererek “Bizim komutanlığımızdan hiçbir uçak veya helikopter Şırnak bölgesinde 26 Mart 1994'te uçuş yapmadı” dedi.

- 28 Şubat 2006'da, askeri savcı, köylerinin ordu uçakları tarafından bombalandığını söyleyen başvuru sahiplerinin iddiasını destekleyen bir kanıt olmadığı sonucuna vardı. Bu nedenle, soruşturmayı yürütme yetkisi olmadığı kararıyla dava dosyasını Şırnak Savcısı'nın ofisine gönderdi. Askeri savcı, kararını savunmak için Şırnak Savcısı'nca alınan, bazı köylülerin uçağın türünü bilmediklerini belirttikleri ifadeleri referans gösterdi.

 

'Paylaşılması soruşturmayı tehlikeye atacak dokümanlar var'

 

- Askeri savcı, başvuru sahiplerinin soruşturma dosyasındaki tüm dokümanların kopyasını alma taleplerini de reddetti. Askeri mahkeme, tüm dosyanın başvuru sahiplerine verilmemesi gerektiği konusunda askeri savcının kararını destekledi. Sonuç olarak, askeri savcının “görevsizlik kararını destekleyen” dokümanlar verilirken, ordu yetkililerince “soruşturmayı tehlikeye atacağı” düşünülen dokümanlar başvuru sahipleriyle paylaşılmadı.

- 17 Mayıs 2006'da başvuru sahipleri, askeri savcının görevsizlik kararına itiraz etti. Ayrıca, askeri savcının “uçağın türünü tanımlamada yetersizliğe” işaret etmesinin bombalamanın yabancı uçaklarca yapıldığını ima ettiğini savundular ve başka bir devlete ait uçakların fark edilmeden nasıl Türk hava sahasına girip köyleri bombaladığını ve sonrasında Türk hava sahasından çıktıklarını sorguladılar.

- 29 Mayıs 2006'da askeri mahkeme, başvuru sahiplerinin karara itirazını reddetti. Dosya Şırnak Savcılığı'na gönderildi.

- 16 Mart 2007'de Şırnak Savcılığı'nın talebi üzerine, Şırnak jandarması “26 Mart 1994 günü saat 10.00 ve öğle arasında yapılan uçak hareketlerine dair uçuş planları”nın arşivlerinde olmadığını söyledi.

 

Şırnak Savcısı, Diyarbakır Savcısı’na yardım etmiyor

 

- 24 Ekim 2007'de Şırnak Savcısı, Diyarbakır Savcısı'na yazarak “köylülerin hava bombardımanı iddiası, 'başka bir devlet veya illegal örgüt tarafından yapılmış da olsa' kazanın sıradan bir vaka olmadığını gösteriyor” dedi ve soruşturmaya devam etme yetkisinin onda olduğunu düşünerek dava dosyalarını Diyarbakır'a yolladı.

- 5 Aralık 2007'de Diyarbakır Savcısı yeni bir soruşturma dosyası açtı ve Şırnak Savcısı'na dosyada sadece Zahide Kıraç'ın otopsi raporunun olduğunu ve köyün sivil bir tetkik ekibi tarafından ziyaret edildiğine dair herhangi bir belge bulunmadığını yazdı. Elindeki rapor, bilgi ve kanıtları isteyen Diyarbakır Savcısı, Şırnak Savcısı'ndan geri bildirim alamayınca hatırlatmalar gönderdi.

 

'Tanık değilim, ama PKK yapmış' diyenler

 

- 18 Ocak ve 28 Nisan 2008'te jandarma 10 köylüden ifade aldı. Kaza esnasında her iki köyde de olmayan 7 kişi, olaya tanık olmadıklarını ama PKK üyelerinin 26 Mart 1994'te köye baskın yaptığını ve insanları öldürdüklerini duyduklarını söyledi. Bu kişiler ayrıca, söylentilerden yola çıkarak, bir avukatın merhumların yakınlarına köylerinin uçaklarca bombalandığını iddia ederlerse, onlar için tazminat sağlayacağını söylediği savunuldu. Bu 7 köylüye göre, başvuru sahipleri Türk Silahlı Kuvvetleri'nin itibarını lekelemek için bu iddialarda bulundu.

- Jandarmalar tarafından sorgulananlar arasında olan Muhtar Halil Seyrek, 11 Nisan 2008'de verdiği ifadede olay esnasında köyde olmadığını ve köylülerin saldırıyı PKK üyelerinin yaptığını söylediklerini tekrarladı. Seyrek, bu provokasyonu devletin itibarını lekelemek için “yasal bilgiye” sahip kişilerin örgütlediğini söyledi.

 

'PKK yaptı diyenler korucu'

 

- Başvuru sahipleri, Diyarbakır Savcısı'na detaylı bir yazı yazarak soruşturma için adımlar atılmasını talep ettiler ve 18 Ocak ile 28 Nisan 2008 tarihleri arasında ifadelerinde PKK'yı suçlayanların devlet tarafından korucu olarak istihdam edildiklerini, PKK'ya kin güttüklerini ve olay esnasında köylerde olmadıklarını belirttiler.

- 3 Haziran 2008'de Diyarbakır Savcısı, Diyarbakır'daki 2. Hava Kuvvet Komutanlığı ve Malatya'daki Hava Üs Komutanlığı'na yazarak 26 Mart 1994'te gerçekleşen tüm uçuşlara ve mürettebata dair bilgi istedi. Yanıt gelmeyince 29 Temmuz 2008'de hatırlatma gönderdi.

 

Jandarma'dan savcıya: Köylerde güvenliğinizi sağlayamayız

 

- 18 Eylül 2008'de Şırnak Savcısı, olaydan 14 yıl sonra köye gitmek için ilk kez girişimde bulunan savcı olarak, Şırnak Jandarma Komutanlığı'na adli makamlar köylere giderse ordunun gerekli güvenlik önlemlerini alıp alamayacağını sordu. 8 Ekim 2008'de Jandarma Komutanlığı, bu köylerin eskiden PKK üyelerinin sıklıkla kullandığı alanlarda olduğunu, bu nedenle ziyaretin güvenli olmadığını ve jandarmanın hiçbir adli makama güvenlik sağlayamayacağını bildirdi.

- 5 Kasım 2008'de 2. Hava Kuvvet Komutanlığı, Diyarbakır Savcısı'na yanıt vererek “Emirlerindeki üslerden 26 Mart 1994'te ulusal güvenliğe ilişkin herhangi bir uçuş yapıldığını gösteren bir kayıt bulunamadığını” söyledi.

- 11 Kasım 2008'de Diyarbakır Savcısı'nın ikinci hatırlatmasından sonra, Malatya'daki Hava Üs Komutanlığı da “26 Mart 1994'te üslerinde herhangi bir uçuş aktivitesine dair kayıt bulunmadığını” söyledi.

- 24 Şubat 2009'da Diyarbakır Savcısı, Diyarbakır'daki Dicle Üniversitesi Hastanesi'ne olay esnasında ölmüş ve yaralanmış kişilerin isimlerini göndererek Mart ve Haziran 1994 arasında bu kişilerden herhangi birisinin hastanede tedavi edilip edilmediklerini sordu.

- 25 Mart 2009'da Dicle Üniversitesi Hastanesi, listedeki isimlerden hiçbirinin o tarihlerde hastanede tedavi edilmediğini bildirdi.

 

Devletten belge: O gün dört uçak bölgede görevlendirildi

 

- 27 Haziran 2012'de başvuru sahiplerinin avukatı, Mahkeme'ye (AİHM’ye) Türk Hava Kuvvetleri'ne ait savaş uçaklarının uçuş defterinin ve Ulaştırma Bakanlığı'na bağlı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü'nün (SHGM) deftere eşlik eden mektubunun fotokopilerini yolladı. Mektupta, SHGM, 26 Mart 1994'te Şırnak şehri üzerinden sivil veya askeri herhangi bir uçuşa dair gösterebilecek bilgilerinin olmadığını, ancak, o gün Türk Hava Kuvvetleri tarafından Şırnak'ın batısından ve kuzeybatısından 18.55 km uzaklıktaki bölgelerde iki uçuş görevinin icra edildiği yazıldı.

- Uçuş defterine göre, 26 Mart 1994'te iki MK83 bombası bulunduran “Panzer 60” kod adlı iki F-4 savaş jeti sabah 10.24'te kalkış yaptı ve saat 11.00'de hedeflerinin üzerindeydi, 11.54'te iniş yaptılar. Dört MK82 bombası bulunduran “Kaplan 05” kod adlı iki F-16 savaş jeti sabah 11.00'de kalkış yaptı, 11.20'de hedeflerinin üzerindeydi ve tam günün ortasında iniş yaptılar. Uçuş defterine göre, tüm hava araçları görevlerini başardı. Uçuş defterinde, araçların kalktığı ve indiği hava üslerinin isimleri yazmıyor ve hedefler “A” ve “B” olarak belirtiliyor.

- 23 Temmuz 2012'de başvuru sahipleri, Diyarbakır Savcısı'na mektup gönderdi. Bu mektuptan anlaşıldığına göre, Diyarbakır Savcısı onların talebi üzerine SHGM'den bölgedeki uçuş faaliyetlerine dair bilgi sağlamasını istedi ve SHGM yukarıda bahsi geçen uçuş defterini Savcı'ya gönderdi.

- Savcı'ya hitap eden mektuplarında başvuru sahipleri, uçuş defterindeki bilgilerin iddialarını teyit ettiğini söyledi ve askeri makamların köyleri bombaladığını inkâr ettiklerini hatırlattı. Başvuranlar, Savcı’dan savaş jetlerinin köyleri bombalayan mürettebatını ve talimatı verenlerin tespit edilmelerini ve sorgulanmalarını talep etti.

- 23 Temmuz 2012'deki yukarıdaki taleplerden sonra, taraflar, Mahkeme'ye (AİHM’ye) süreçte savcılarca herhangi bir adım atıldığını gösteren bir bilgi sunmadı.   

 

Hükümetin AİHM savunmasında neler vardı?

 

AİHM’nin Türkiye'yi mahkûm ettiği davanın karar metninde Hükümet’in verdiği savunma da aktarıldı. Metindeki “6 ay” ara başlığı altında Hükümet'in savunmasına dair şu detaylar öne çıktı:

- Hükümet, başvuru sahiplerinin Mahkeme'ye kazadan sonraki altı ay içinde başvurmaları gerektiğini savundu.  

- Mahkeme'yi 6 ay kuralına saygısızlıktan başvuruyu kabul edilemez bulmaya davet eden Hükümet, Mahkeme'nin benzer davalardaki kararlarını işaret etti.

 

Hükümet: Adli makamlar tüm önemli adımları attı

 

Metnin “Tarafların savunması” bölümünde “Hükümet” ara başlığı altında şu bilgiler paylaşıldı:

- 2008'de ifadeleri alınan bazı köylülerin açıklamalarını özetleyen Hükümet, bu ifadelere göre başvuru sahiplerinin hava bombardımanına dair iddialarının asılsız olduğunu öne sürdü. Avukatları, başvuru sahiplerine tazminat alabilmek için hava bombardımanı iddiasında bulunmalarını tavsiye etti. 

- Yukarıda bahsi geçen ifadeler, Newroz kutlamalarına katılmayı reddettikleri için köylere saldıranların ve başvuranların yakınlarını öldürenlerin PKK üyeleri olduğunu gösterdi.

- Dicle Üniversitesi Hastanesi, hiçbir yaralı ve merhumun orada tedavi edilmediğini doğruladı. Ayrıca, otopsi raporuna göre, Zahide Kıraç ateşli silahla öldürülmedi.

- Başvuru sahiplerinin iddialarına yönelik etkili bir soruşturma yapıldı ve adli makamlar tüm önemli adımları attı. 1994 ve 1996'da savcıların PKK üyelerinin köyleri bombaladığı sonucu tanık ifadelerine dayandırıldı.

- PKK'nın bölgedeki yoğun varlığı nedeniyle köyleri ziyaret etmek 2008'e kadar mümkün değildi. 2008'de köyleri ziyaret eden jandarmaların raporlarında, geçen zaman nedeniyle kanıt bulamadıkları ve süreç içinde bölgede silahlı çatışmalar olduğu not edildi.

- Her ne kadar bazı tanıklar savcılara uçakların ve helikopterlerin dahlinden bahsetse de, tanıklar uçak ve helikopterlerin türlerini tanımlayamadılar. Her halükarda, 2. Hava Kuvvet Komutanı'nın 26 Mart 1994'te Şırnak'ta hiçbir uçağın uçmadığını belirten açıklaması bu tanıkların iddialarını tekzip etti.

 

AKP’nin 'uçuş defteri' yorumu: Soruşturma devam ediyor

 

Karar metninde, Hükümet'in savunmasını SHGM'nin Genelkurmay Başkanlığı’ndan edinerek gönderdiği uçuş defteri ve açıklayıcı mektubun AİHM’ye sunulmasından önce yapıldığı belirtildi. 5 Temmuz 2012'de AİHM, belgeleri Hükümet'e ilettikten ve yorum talep ettikten sonra AKP Hükümeti, yanıt olarak 11 Eylül 2012'de bir mektupla “soruşturmanın hala devam ettiğini” bildirdi.

AİHM, Hükümet'in bu tavrını şöyle yorumladı:

- 1) Hükümet, uçuş defterinin veya içindeki bilgilerin gerçekliğine karşı çıkmadı. 2) Hükümet, kendilerinin veya soruşturma makamlarının uçuş defterinden bihaber olduklarını öne sürme teşebbüsünde bulunmadı. Buna ve Mahkeme'nin (AİHM’nin) açıkça bütün soruşturma dosyasını talep etmesine rağmen, Hükümet gözlemleriyle birlikte uçuş defterini bildirmedi ve gözlemlerinde defterin varlığından bahsetmedi. Aksine, Hükümet başvuru sahiplerinin hava bombardımanı iddialarını doğrulayan bir bilginin olmadığını ileri sürdü ve Hava Kuvvetleri komutanlıklarının o gün, o bölgede uçuş olmadığını bildiren gerçeği içermeyen resmi mektuplarına istinat etti.

- Hükümet tarafında, tatmin edici bir açıklama yapılmadan ellerindeki bilgiyi sunmakta acze düşülmesi sadece sanık Devlet'in AİHS'nin 38. maddesinin getirdiği yükümlülüklere uyum derecesine olumsuz yansımaz, ayrıca iddiaların sağlam bir temele dayandığı çıkarımlarına da neden olabilir.

-  Buna ek olarak, Mahkeme'nin karara bağlanmış davasına göre, başvuru sahibi prima facie (aksi kanıtlanmadıkça doğru olduğu varsayılan) bir dava açtığında ve başvuranın iddialarına karşı Hükümet, Mahkeme'nin gerçekleri ortaya çıkarmasını sağlayacak mühim belgeleri ifşa etmekte başarısız olursa; Hükümet ya vermediği dokümanların neden başvuranın iddialarını doğrulamaya hizmet etmeyeceğini kesin bir şekilde savunur, ya da sorgulanan olayların nasıl gerçekleştiğine dair tatmin ve ikna edici bir açıklama sağlar.

- Mahkeme, kendisiyle soruşturma dosyasının sansürsüz paylaşmadığı ve sanık Hükümetlerin kritik dokümanları Mahkeme'ye vermeyerek AİHS'in 38. makalesinin kendilerine verdiği yükümlülükleri yerine getirmekte eksik kaldığı sayısız dava gördü.

- Mevcut davada, Mahkeme, uçuş defterini bildirmekteki başarısızlığına dair Hükümet'in hiçbir açıklama geliştirmediğini gözlemliyor. Sanık Hükümet'in AİHS hükümleriyle işbirliğinin önemi göz önüne alındığında, Mahkeme, Hükümet'i AİHS'in 38. maddesindeki Mahkeme'ye gerçekleri ortaya çıkarmak için gerekli tüm imkânları sağlama yükümlülüğünü yerine getirmekte yetersiz buluyor.

 

AİHM: Hükümet’in itimat ettiği kişiler tanık değil

 

Ağırlıklı olarak uçuş defterinin verilmemesinin eleştirildiği karar metninde AİHM’nin hükümetin savunmasına dair değerlendirmelerinden öne çıkanlar şöyle:

- Hükümet'in saldırıyı PKK üyelerinin yaptığına dair savunması, bazı köylülerin 2008'de verdikleri ifadeler ile 1994 ve 1996'da sivil, 2006'da askeri savcıların aldıkları görevsizlik kararlarının işaret edilmesi dışında bir kanıta dayanmıyor. Mahkeme'ye göre, Hükümet'in referans verdiği Zahide Kıraç'ın otopsi raporu, Hükümet'inkindense başvuru sahiplerinin olayların nasıl yaşandığına dair sunduğu versiyonu daha çok destekliyor.

- Mahkeme, Hükümet'in istinat ettiği ifadelerin sahiplerinin çoğunun olaylara tanık olmadıklarını ve o esnada köyde olmadıklarını not ediyor. Ayrıca, bu köylülerin çoğu bağımsız adli makamlarca değil, askerlerce sorgulandı.

-  Mahkeme, olaylara tanık olmamış insanların neden ifadelerinin alındığını ve Hükümet'in savunmasında neden bu kişilerin ifadelerine istinat ettiğini anlamıyor. Askeri yetkililerin aldığı bu ifadeler, neredeyse aynı.

- Bu köylülerin, hukuki temsilcilerinin başvuru sahiplerine yasal danışmanlık sağladığı görüşünü sanık Hükümet'in de paylaştığını not ederek, Mahkeme, başvuru sahiplerinin Hükümet’in gözlemlerine dair endişelerini paylaşıyor ve Hükümet'in, istisnai bir ciddiyet gerektiren mevcut davada, yetersiz sunumlarının büyük bir bölümünü bu konuya adamasını riyakâr buluyor.

 

Dicle Üniversitesi Hastanesi’nin ilgisi ne?

 

-  Mahkeme, Hükümet'in istinat ettiği ifade sahiplerinden sadece Mehmet Belçi'nin kaza esnasında köyde olduğunu not ediyor ve Belçi'nin devletin köy korucusu olarak istihdam ettiği bir isim olduğunu gözlemliyor.

- İlgisini açıklamadan, Hükümet, Dicle Üniversitesi Hastanesi'nin yaptığı Mart ve Haziran 1994 tarihleri arasında olayda yaralanan veya ölen kimsenin hastanede tedavi olmadığı bildirimine değindi. Mahkeme, yaralıların Cizre, Şırnak ve Mardin hastaneleri ile Diyarbakır Devlet Hastanesi'nde tedavi gördüğüne dikkat çekiyor.

- Mahkeme, Hükümet tarafından Mahkeme'yle paylaşılmayan uçuş defterini ve onun açıklayıcı mektubunu inceledi. İlk olarak Hükümet'in Mahkeme'ye uçuş defterini bildirimindeki başarısızlığı nedeniyle, ikinci olarak – uçuş defterinin varlığından hâlihazırda haberdar olması gerektiği gerçeğine rağmen – köyleri PKK'nın bombaladığı hakkındaki önermesi nedeniyle Mahkeme, uçuş defterinin başvuru sahiplerinin iddialarını direkt olarak besleyen önemli bir kanıt olduğu kanısına varıyor.