T24 - Atatürkçü, laik kesim adına TSK ile büyük bölümü dindar, ve pragmatik
muhafazakar, diğer bir bölümü de dinci karışımı olan AKP arasında 2003 yılından bu yana yaşanan hesaplaşmanın çok eskilere dayanıyor.
Bu savaşın en önemli örneklerinden birinin 1994 yılında Refah Partisi'nin yerel seçimlerdeki yükselişi olduğunu, ancak bu çıkışın 28 Şubat 1997'de TSK tarafından frenlenip, dönemin güçlü Komutanı Çevik Bir'in “Demokrasiye balans ayarı yaptık” dediğini belirten Mehmet Ali Birand, 2002 yılında tek başına iktidara gelen AKP'nin 2008 yılında Ergenekon'la TSK'ya "balans ayarı" yaptığını ifade ediyor.
Posta gazetesi yazarlarından Mehmet Ali Birand'ın bugün (8 Ocak 2010) yayınlanan "Şimdi AKP, TSK'ya balans ayarı yapıyor" başlıklı yazısı şöyle:
Şimdi AKP, TSK'ya balans ayarı yapıyor
Sizlere son iki gündür AKP'nin iktidar olmasıyla birlikte, ülkemizdeki Asker-Sivil iktidar dengesinin nasıl değiştiğini anlatmaya çalıştım. Özetle, Komutan’ın eskiden hayatımızdaki yerini, Atatürkçü-laik kesim için ne anlama geldiğini, O’nu nasıl tabulaştırdığımızı ve ardından da, AKP'nin iktidar olmasından sonra yaşananları kısaca ve ana hatlarıyla çizdim. Aslında 2003’ten bu yana giderek yoğunlaşan bir hesaplaşma yaşanıyor. Atatürkçü, laik kesim adına TSK ile büyük bölümü dindar, ve pragmatik muhafazakar, diğer bir bölümü de dinci karışımı olan AKP arasındaki bu hesaplaşma çok eskilere dayanıyor. Türkiye’nin gelecekte kimler tarafından yönetileceğinin bir hesaplaşması bu... 1994’te Refah Partisi'nin yerel seçimlerdeki büyük çıkışı, 28 Şubat 1997’de TSK tarafından frenlenmiş, dönemin güçlü Komutanı Çevik Bir “Demokrasiye balans ayarı yaptık” demiş, ancak 2002’de AKP’nin iktidar olması engellenememişti. AKP, başta TSK’yi fazla rahatsız etmek istemeyen bir tutum takınmıştı. Komutan ile belirli bir sınır çerçevesinde uyum içinde kalmayı denemiş ve bu ortamı bir oranda Org. Özkök ile de bulabilmişti. Ancak sonrası gelmedi. 2007’deki Çankaya savaşları, Başbakan Erdoğan’ın nasırına basılmasıyla sonuçlandı. Genel seçimlerde oy oranını arttıran AKP, kapanma davasında da kıl payıyla kurtulunca, harekete geçti. 2008’den itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri'ne “balans ayarı” yapılmaya başlandı. Adına da Ergenekon dendi.
AKP devlet mekanizmasını kontrolüne aldı...
Erdoğan, partisine karşı açılan kampanya’ya direnmediği taktirde, hiçbir zaman iktidar olamayacağını gördü ve karşı kampanyasını başından itibaren “Demokrasi açılımına” dayandırdı. Her adımını Demokrasi adına attı. Bu sayede de, hem içerideki Demokratları, Liberalleri, hem de dışarıdaki (ABD ve AB) güçleri yanına çekebildi. Çekemediklerini de izole etmesini bildi. Türbanın Üniversitelerde serbest bırakılmasından tutun, İmam Hatiplilerin önünün açılmasına, Vakıf okullarına yardımcı olmaktan tarikatların rahatlatılmasına kadar, her alanda Demokrasi adına harekete geçti. Erdoğan’ın bir diğer çok önemli girişimi, nasıl Kemalist kesim TSK’nın etrafında bir koalisyon oluşturduysa, O da Cemaatleri ve özellikle Fethullah Gülen’i yanına aldı. Hoca Efendi’nin bu kampanyaya katkısı, inanılmaz derecede etkili oldu. Ergenekon bu sayede genişletilebildi, TSK’ya yönelik “balans ayarı”ın boyutları yaygınlaştırıldı ve polisin rolü ve konumu güçlendirilebildi. Ülkenin yönetimini ve kontrolünü elinde tutan güçler açıkça el değiştirdi. TSK geri plana çekildi, polis ön aldı. Kemalistler etkisizleşti, AKP koalisyonu toplumun hemen her alanında etkinleşti. Başta mali bürokrasi olmak üzere, yargı sisteminin önemli bir bölümü, Sivil Toplum Örgütlerinin büyük bölümü, yani Devlet Mekanizması AKP’nin kontrolüne geçti ve Medyanın hemen hemen yüzde 75’i de ya AKP yanlısı veya AKP’ye “anlayışla” bakar oldu.
Ergenekon, tüm dengeleri bozdu
Bu noktaya gelinmesinde, yani dengelerin değişmesindeki en önemli etken, Ergenekon davası oldu. Toplum, ilk defa asıl gücün kimin eline geçtiğini, Ergenekon sürecinde gördü. Türk toplumunun geçmişten bu yana görmeye alıştığı, hatta tabulaştırdığı birçok kavram yıkıldı. İlk defa, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, kimilerine fiilen katıldığı, kimilerini desteklediği birçok gizli kalmış, yasadışı örgütlenmeler ortaya çıktı. İddiaların bir bölümü abartılı, diğer bölümü yalan dahi olsa, geri kalanı toplumun kafasında soru işaretleri yaratmaya yetti. “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” inancı yaygınlaştı. Asker-Sivil koalisyonu ve çetevari oluşumlara Komutanların adın karışması çok büyük bir kesimi şaşırttı. Eskiden “dokunulmaz” sayılan, sivil iktidar hatta TBMM’nin soruşturmalarına dahi (Susurluk soruşturmasındaki gibi) yanıt vermeyen komutanların gözaltına alınmaları, evlerinde polisin araştırma, karargahlarda sivil yargıçların inceleme yapması, ülkedeki güç dengesinin nasıl değiştiğinin en simgesel gelişmeleriydi.
Başbuğ, tüm çabasına rağmen gidişi durduramadı
TSK’ya karşı harekat, belki Demokrasi adına yapılıyor gibi gösteriliyordu, ancak bunun içinde eski hesaplaşmalar da yatıyordu. Ergenekon, süreci, bir süre sonra Asimetrik Psikolojik bir savaşa dönüştü. Geçmişin acıları ve intikam çığlıkları atılmaya başlandı. Oysa AKP hükümetini bu görüntüye izin vermeden bir demokrasi ayarı yapabilseydi, taşlar çok daha yerli yerine otururdu. TSK’dan inanılmaz belge, döküman ve söylentili sızmalar yaşanır oldu. AKP geçmiş yıllarda yaşananların bir açıdan hesabını soruyordu. Bir bölümü yalan-yanlış, dahi olsa, ortaya atılan gizli saklı komplolar, kamuoyunu etkiledi. TSK büyük bir prestij kaybına uğradı. 2008’de Komutan değişti. Org. Başbuğ, 1 inci Başkan (Genelkurmay Başkanı) oldu. Kelimenin tam anlamıyla “kamuoyu ile iletişim” açısından bir ENKAZ devraldı. Org. Başbuğ, TSK’nın herhalde en şanssız ve en hırpalandığı döneminde göreve geliyordu. Nitekim ilk başta da iletişimi güçlendirebilmek için çok önemli adımlar attı. Ancak istediği veya beklediği sonucu alamadı. Kimse de TSK’ya yardımcı olmadı. Asker eskiden hırpaladığı liberal kesimi kaybetmenin acısını çekti. Kemalistlerin güçsüzlüğü de buna eklenince, AKP harekatını istediği gibi sürdürebildi. TSK, kendinden beklenen “iç düzenlemeyi” yapabilse, yine de zararı azaltabilirdi, ancak nedense bunu da yapmadı veya yapamadı. İlerde Org. Başbuğ, yaşadıklarını açıklarsa, bu durumun nedenlerini daha iyi anlayabiliriz. Dışarıdan bakınca, TSK’nın bu karşı harekatla başa çıkamadığı ve hesaplaşmada zemin kaybettiği sonucuna varılıyor.
Bu mücadele ne zaman ve nasıl biter?
Kısa vadede, 2012 seçimlerinin sonucu çok önemli. Eğer AKP kazanırsa, bu süreç devam eder ve TSK’nın etkinliği tümüyle yok olmasa dahi, önemli ölçüde azalır. Eğer AKP kaybeder ve yerine ya tek başına laik bir parti veya laik bir partinin katılacağı bir koalisyon gelirse, TSK yeniden etkinliğini kurma sürecine girebilir. Ancak bunun tek koşulu vardır. O da, Askerin gerçekten eski alışkanlıklarını bırakması ve kendi içinde yeni bir EĞİTİM, yeni bir DÜZEN kurmasıdır. Eski uygulamalara geri dönülmesi beklenmemelidir. Yeni düzene ayak uydurana kadar da, içerde ve dışarıda bazı çalkantılara hazırlıklı olmakta yarar vardır.