Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya Türkiye çatışmalarla ilgili olarak, "İçim yangın yeri. Sessiz çığlık bunun adı. O çığlık Türkiye’nin dört bir yanında acıyı bal eyliyor… Cinnet cehenneminde, adaletsizliğin egemen olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ölen çocuklarımızın bayrağa sarılı tabutları önünde gözyaşı döküyoruz. Savaş değil barış istiyoruz… Çocuklarımız ölmesin, diyoruz… Sevgi arıyoruz…" ifadesini kullandı.
Çetinkaya'nın "Sessiz çığlık…" başlığıyla (17 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Anılarım beni alıp götürüyor dağların yamaçlarına…
Yüreğimde bir sızı, sesim kısık.
Sanki havada bahar kokusu var…
Ağaçlar çiçeğe durmuş Akdeniz’de. Güneş başımızın üzerinde.
Oysa baharı değil sonbaharı kucaklıyoruz. Anılarımızla avunup duruyoruz.
Yerde ağaçların dallarından düşen kahverengi yapraklar.
İçimizde çocuksu bir sevinç yumağı, umutla umutsuzluk, zamanın akan suyu, bir gurbet türküsü.
Yarınları özlemle kucaklamak için!
Zamanın neresindeyiz söyler misiniz? Hangi tutkudur bedenlerimizi alev alev saran, anlatır mısınız?
Farkında bile değiliz hayatın neresinde olduğumuzun.
Sonbaharda ilkyazı yaşıyoruz.
Anlamını yitirmiş acılar ve sevinçler içinde olmayın bugün.
Hayata sımsıkı tutunun…
Bir orman, bir koru; belki bir bahçe… Belki bir çift göz, hafif eğimli bir patika.
Belki mavi bir rüzgârdır esen, belki yağmurdur.
Bölük pörçük anılardır.
Aydınlık bir sabahtır…
Umuttur, paramparça olmuş düşlerdir…
Bir sessiz çığlıktır!
Yıldızların altında yürürken, “barış” derken, en içten duyguları yaşama sokarken, sevdanın adresini sorandır.
Bir çığlık yükseliyor Bağdat’ın kenar mahallelerinden, bombalar patlıyor, duyuyor musun?
Mehmet Derviş’in şiirlerini okuyorum…
Arap Ahmet’le tanışıyorum.
Bir çığlık daha yükseliyor Filistin’den, unutulmuş ve yapayalnız kadınlar, çocuklar için…
Arap Ahmet, süzülen bir yıldız gibi bakıp bakıp Hayfa’ya kayboluyor sonra.
***
Kanlı pusular, kalleş pusular, kan gölünden beslenen PKK terörü, IŞİD, FETÖ…
Yarı aydınlık gece ya da şafağın söktüğü saatler…
Savaştasın, emir almışsın yerine getireceksin, o mayınlı tuzaktan, bombalı araçtan haberin yok.
Sen ölüyorsun, şehit düşüyorsun…
Bu cinnet halinden kurtuluş yok!
İki ateş arasında kalıyorsun, çatışma anında vurulup 16 yaşında ölüyorsun.
Şemdinli şehitleri, kınalı kuzular memleketlerine gönderildikleri gün, Diyarbakır Dicle AKP ilçe başkanı, işyerinden çıktıktan sonra uzun namlulu silahla delik deşik ediliyor.
İçim yangın yeri…
Sessiz çığlık bunun adı.
O çığlık Türkiye’nin dört bir yanında acıyı bal eyliyor…
Cinnet cehenneminde, adaletsizliğin egemen olduğu topraklarda yaşıyoruz.
Ölen çocuklarımızın bayrağa sarılı tabutları önünde gözyaşı döküyoruz.
Savaş değil barış istiyoruz…
Çocuklarımız ölmesin, diyoruz…
Sevgi arıyoruz…
***
Temel insan hak ve özgürlükleri insanlığın yüzyıllar boyu süren mücadeleleri sonucu edinilmiş kazanımları değil midir?
Çağdaş dünyanın bir parçası olan Türkiye’nin temel hak ve özgürlükler açısından hak ettiği konuma getirilmesi, toplumumuzun da bir beklentisidir.
Bıkmadan usanmadan ne diyorum bu köşede:
“Bir toplumdaki en önemli güven unsuru, toplum içinde yaşayan bireylerin kendi hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğuna olan inançlarıdır.”
Bireylerin hak ve özgürlüklerine saygı, demokratik siyasi rejimin toplum tarafından benimsenmesinin, toplumsal barış ve huzurun temel şartıdır.
Umutlarımızı yeşertmek istiyoruz, zamanın sesini dinlerken.
Ve dinlerken düşsel bir yolculuğa çıkıyorum.
Sahi siz hiç vişne çürüğü sevdaları yaşadınız mı, siz kırlangıçların öpüşmelerine tanık oldunuz mu?
Sizin için barış nedir, savaş nedir?
Var mısınız dürüst ve onurlu olmaya…
Var mısınız sevgiye, umutları çoğaltmaya, demokratik bir toplum içinde demokrasiye sahip çıkmaya, temel hak ve özgürlükleri savunmaya!