Cumhuriyet yazarı Işıl Özgentürk, şehit olan askerlerden birinin annesinin cenaze töreninde “Affet beni oğlum, 18 bin liram yoktu” dediğini öne sürdü.
Şehit ailelerinin “Benim oğlum neden öldü?” diye sormadıklarını savunan Işıl Özgentürk, yazısında “Neden evde sadece bulgur ve yoğurt yediklerini sormadıkları gibi. Onların adı yoksullardır ve ne yazık ki, öğrenilmiş bir çaresizlikle sadece Tanrı’nın bütün bu adaletsizliği göreceğini ve onları cennetiyle ödüllendireceğine inanırlar” ifadesini kullandı.
Alt sınıfa mensup kişilerin “Mitinglerde dağıtılan üç kuruşluk yemeği nimetten saydıklarını ve sahibine oylarını teslim ettiklerini” ileri süren Özgentürk, yazısını Nazım Hikmet'ten şu alıntıyla sonlandırdı:
“Kabahat senin - demeğe de dilim varmıyor ama - kabahatin çoğu senin, canım kardeşim."
Işıl Özgentürk’ün Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (9 Ağustos 2015) nüshasında, “Affet beni oğlum 18 bin liram yoktu!” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Acılı anne, tabuta sarılmış oğlundan özür diliyordu, “Affet beni oğlum, 18 bin liram yoktu!”
Sonra o canlardan birinin cenazesi gelir ve kalabalık gene bağırır: “Şehitler ölmez vatan bölünmez!” Anneler babalar sessizce, “Vatan sağolsun” der. Sormazlar neden benim oğlum öldü? Neden başkalarının çocuğu 18 bin lira ödeyip bir gün bile askerlik yapmadan tezkere aldı? Sormazlar, tıpkı madenlerde neden kaza olduğunu ve yüzlerce insanın öldüğünü sormadıkları gibi. Neden çocuklarının pahalı okullara gidemeyip, “imam hatip”e mecbur kaldığını sormadıkları gibi. Yoksul bir Kürtle yoksul bir Türk’ün neden daha doğuştan kaybedenler olduğunu sormadıkları gibi. Sabahtan akşama kadar öldürücü sıcakta meyve toplayıp neden 30 lira aldıklarını sormadıkları gibi. Neden evlerinin bir göz oda olduğunu sormadıkları gibi. 18 bin lirası olanların neden iki çocuktan fazla yapmadıklarını sormadıkları gibi. Neden evde sadece bulgur ve yoğurt yediklerini sormadıkları gibi. Onların adı yoksullardır ve ne yazık ki, öğrenilmiş bir çaresizlikle sadece Tanrı’nın bütün bu adaletsizliği göreceğini ve onları cennetiyle ödüllendireceğine inanırlar.
Ama Tanrı onları görmez. Tanrı zenginleri sever! Onların çocukları sınır boylarında ölmez! Onların çocukları şehit olmaz! Onların çocukları sokaklarda dilenmez! Onların çocukları sokak köşelerinde tiner koklamaz! Onların çocuklarının karanlık sinemalarda ırzına geçilmez! Karıları E-5 yolunda müşteri beklemeye çıkmaz! Kızları seks işçisi olmaz! Tanrı onlara iyi okullar sunar, Tanrı onlara iyi kariyerler sunar, Tanrı onlara yatlar, katlar sunar. Tanrı onlara dünyada bir cennet sunar. Onlar öbür dünyayı beklemezler!
Cennette ödüllendirileceklerini düşünenler, zenginlerin kestiği ama esaslı parçalarını kendilerine ayırdıkları kurbanın üç kuruşluk eti kendilerine de düştüğünde bir sevinirler bir sevinirler. Kurbanı kesene kurban olurlar. Mitinglerde dağıtılan üç kuruşluk yemeği nimetten sayarlar ve sahibine oylarını teslim ederler.
Bir gün olsun şu soruyu sormazlar: “Neden ben böyle yoksulum?” Çünkü Tanrı’nın kendisini böyle yarattığına inanırlar. “Beş parmağın beşi bir olmaz” sözünü pek severler.
1 Mayıs’ta işler tatil olduğu ve sahil kıyısındaki mesire yerlerine gidecekleri için çok sevinirler. “Şu gençler de hiçbir şeyden memnun olmuyorlar, ne var şimdi olay çıkaracak” diye Taksim’e çıkanlara karanlık gözlerle bakarlar. Ama mangalda neden kuzu pirzola değil, ancak tavuk kanadı çevirebildiklerini hiç sormazlar. Asgari ücretli işlerine sımsıkı yapışırlar, onlar için sendikacılar, solcular uzak durulması gereken tehlikeli tiplerdir. Tersanelerde, inşaatlarda ölen arkadaşları için üzülürler ama “kader” deyip geçerler.
Evet, büyük vatansever ve şair Nâzım Hikmet’in dediği gibi “Kabahat senin - demeğe de dilim varmıyor ama - kabahatin çoğu senin, canım kardeşim”...