14 Mayıs'ın yaklaşmasıyla birlikte seçmenler Google'a seçim hakkında pek çok soru soruyor.
Fakat seçime dair her sorunun yanıtını Google'da bulmak mümkün değil.
O sorulardan bazılarını inceledik ve cevapladık.
Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimi kaybederse Parlamenter Sistem'e dönülecek mi?
Cumhurbaşkanlığı yarışındaki dört adaydan yalnızca Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin başkanlık sistemiyle yönetilmesi gerektiğini düşünüyor.
Fakat Kemal Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce veya Sinan Oğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması durumunda parlamenter sisteme geçişin bir garantisi yok.
Bunun nedeniyse, cumhurbaşkanlarının ülkenin yönetim şeklini değiştirme yetkisinin bulunmaması.
Ülkenin yönetim şeklini değiştirmek için anayasada değişiklik yapılması gerekiyor.
Bunu yapabilmek için de TBMM’deki milletvekillerinin üçte ikisinin, yani 400'ünün bu yönde bir düzenlemeye "Evet" demesi gerekiyor.
Şu anda Meclis’te AKP’nin 285, MHP’nin 48 ve BBP’nin 1 olmak üzere Cumhur İttifakı’nın 334 milletvekili bulunuyor.
Parlamenter Sistem'e geçiş için Cumhur İttifakı dışındaki tüm partilerin uzlaşması durumunda bile bu sandalye sayısının 334’ten 200’e düşmesi gerek.
Anayasa değişikliği yapabilmek için bir diğer yol da halk oylamasına gitmek. Fakat bir anayasa değişikliğini referanduma götürebilmek için vekillerin beşte üçünün (360 vekil) desteği gerekiyor.
Bunun içinse Cumhur İttifakı’nın sandalye sayısının 334’ten 240’a düşmesi gerek.
Aksi takdirde (Cumhur İttifakı içindeki partilerden birinin Parlamenter Sistem'e dönmeye karar vermesi haricinde) Recep Tayyip Erdoğan seçimi kaybetse bile kazanacak aday Türkiye’nin Parlamenter Sistem'e geçmesini sağlayamayabilir.
Seçimden sonra ekonomi düzelecek mi?
Bu sorunun yanıtı, seçimi hangi adayın kazanacağına ve uygulayacakları politikalara bağlı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2018’de seçildiği günden bugüne geçen yaklaşık 5 yılda
Dolar 4,59 TL’den 19,32 TL’ye,
Resmi enflasyon yüzde 15’ten yüzde 50’ye,
Gıda fiyat endeksi 413’ten 1848’e yükseldi.
Erdoğan’ın bu döneminde ekonomi yönetimi çalkantılı bir seyir izledi. Hazine ve Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları daha önce görülmemiş bir sıklıkta değişti. AKP iktidarındaki ilk 15 yılda Maliye Bakanlığı’nda yalnızca üç isim bulunurken, 2018’deki seçimin ardından Hazine ve Maliye Bakanlığı olarak değiştirilen bu kurumun başında beş yılda üç farklı kişi yer aldı.
Göreve getirilen Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak Kasım 2020’de, yerine getirilen Lütfi Elvan ise Kasım 2020’de istifa etti. Şu anda bu koltukta Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati oturuyor.
Benzer bir şekilde 2002-2018 arasında yalnızca dört başkanın görev yaptığı Merkez Bankası’nın yönetiminde de 2018’den bu yana dört farklı isim yer aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2019, 2020 ve 2021 yıllarında Merkez Bankası başkanlarını görevden aldı.
Daha ortodoks ekonomi politikalarıyla (faizlerin enflasyonu dizginlemek için yükseltildiği, Merkez Bankası'nın fiyat istikrarına öncelik verdiği politikalar) başlayan dönem, Türk lirasının hızlı değer kaybı sonrasında Yeni Ekonomi Modeli adı verilen, işgücünün ucuzlatılması sayesinde dış ticaret açığının azalmasını uman bir ekonomi modeline geçildi.
Fakat bu modele geçildikten sonra geçim sıkıntısı arttığı gibi, dış ticaret açığı da rekor kırdı.
Seçim öncesinde ekonomik sorunların artmasının ardından, seçimin kazanılması durumunda Erdoğan’ın ekonomi yönetimini eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e bırakacağı iddia edildi.
Fakat son beş yılda yaşananlar nedeniyle Mehmet Şimşek'in ismi de piyaslara yeterli güven vermedi.
Son beş yılda yaşananlar nedeniyle Erdoğan ve AKP’nin seçimi kazanması durumunda ekonominin izleyeceği seyri tahmin etmek veya ekonomik vaatlerini bu sefer gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini kestirmek kolay değil.
Millet İttifakı ise ekonomide ortodoks politikalara dönüleceğini söylüyor.
Bu ittifakın seçimden zaferle çıkması durumunda faizlerin artırılması ve enflasyonu düşürmeye öncelik verilmesi daha yüksek ihtimal.
Bazı yabancı bankalar seçimi kim kazanırsa kazansın TL’nin değer kaybedeceğini öngörürken, bazıları da Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanması durumunda TL’nin değer kazanacağını düşünüyor.
Kılıçdaroğlu, seçimi kazanması durumunda yurt dışından büyük miktarda doğrudan yatırım getirme vaadinde bulunuyor.
Türkiye’ye AKP iktidarının ilk yıllarında yüz milyarlarca dolarlık yabancı yatırım yapılsa da 2015’ten sonra yatırımlar azaldı.
Seçimden sonra doğrudan yatırımların artması da ekonominin toparlanmasına yardımcı olabilir.
Seçimi kazanırsa, Erdoğan’ın 2033’e kadar Türkiye’yi yönetmesi mümkün mü?
Recep Tayyip Erdoğan’ın bu seçimde üçüncü defa cumhurbaşkanlığına aday olması tartışmalara yol açmıştı.
Bunun nedeni ise Anayasa’da bir kişinin iki defa cumhurbaşkanı olabileceğinin yazması.
Fakat Yüksek Seçim Kurulu, Erdoğan’ın ilk cumhurbaşkanlığının parlamenter sistemde olduğunu belirterek, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde de iki kere aday olabileceğine karar verdi.
Böylece Erdoğan’ın, seçimi kazanması durumunda Türkiye’yi 2028’e kadar yönetmesinin önü açıldı.
Fakat bu sürenin beş yıl daha uzama ihtimali de var.
Anayasa, bir cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis’in erken seçim kararı alması durumunda o cumhurbaşkanının üçüncü defa aday olabileceğine hükmediyor.
Bu durumda Erdoğan seçimi kazanır ve 2028 başında Meclis erken seçim kararı alırsa, o seçimi de kazanıp 2033’ün ilk aylarına kadar cumhurbaşkanlığına devam etmesi mümkün.
Bu da, 2003’te başbakan olan Erdoğan’ın 30 yıl boyunca ülkeyi yönetmiş olacağı anlamına geliyor.
Meclis'te hiçbir ittifak çoğunluğu sağlayamazsa neler olabilir?
Bu, ittifakların yasa çıkarmasını zorlaştıracak ve ittifaklar arası diyalog gerektirecek bir duruma yol açabilir.
Şu anda Meclis'te Cumhur İttifakı’nın 34 sandalyelik bir çoğunluğu bulunuyor.
Öte yandan anketler, Cumhur İttifakı’nın oylarının bir önceki seçime göre düşebileceğini gösteriyor.
Bu durumda bu ittifakın Meclis’teki çoğunluğunu kaybetmesi mümkün.
Millet İttifakı’nın ise bugün 174 milletvekili var.
TBMM’de çoğunluğu sağlamak için bu seçimde bunu neredeyse iki katına çıkarmaları gerekecek. Bunu başarıp başaramayacaklarını ise bilmiyoruz.
Bu yüzden TBMM’de hiçbir ittifakın çoğunluğa sahip olmadığı bir dağılım mümkün.
600 sandalyeli Meclis’te Cumhur İttifakı’nın 260, Millet İttifakı’nın 260, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın da 80 sandalyesinin bulunduğu bir senaryoyu düşünelim.
Bu durumda herhangi bir yasa çıkarmak için en az iki ittifakın bir arada hareket etmesi gerekecek.
İttifakların hazırladıkları yasa teklifleri için diğer ittifakları ikna edemeseler bile, rakip ittifaklar içinden bazı partileri kendi yanlarına çekmeye çalışma ve rakip ittifaklara da bu şekilde zarar verme ihtimalleri de mevcut.
Cumhurbaşkanı seçilen kişinin ittifakı Meclis’te çoğunluğu sağlayamazsa neler olabilir?
Ahmet Necdet Sezer'in ardından cumhurbaşkanları veto yekilerini nadiren kullandı.
Bu, ülkenin yönetimini zorlaştırabilecek bir senaryo.
Yeni sistemde cumhurbaşkanının temel haklar ve siyasi haklar dışında pek çok konuda kararname çıkarma yetkisi bulunsa da, TBMM’nin de aynı konuda farklı bir yasa çıkarıp o kararnameyi etkisiz hale getirme ihtimali var.
Anayasa’da “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır” cümlesi yer alıyor.
Böylesi bir durumda cumhurbaşkanlığını kazanacak kişinin çıkaracağı kararnamelerin, kendi ittifakının dışında başka ittifaklar tarafından da destek görmemesi durumda TBMM tarafından kısa sürede kadük hale getirilmesi mümkün.
Öte yandan cumhurbaşkanının da TBMM’nin onayladığı kanunları veto etme veya Anayasa Mahkemesi’ne götürme yetkisi bulunuyor.
Bu da, aynı senaryoda TBMM’nin yasa çıkarmasını zorlaştırabilir.
Bu, son iki cumhurbaşkanı döneminde, içinden geldikleri partinin iktidarda olması nedeniyle çok uygulanmayan bir yetkiydi.
Fakat Erdoğan ve Abdullah Gül öncesi dönemde Ahmet Necdet Sezer bu yetkisini sıklıkla kullanmıştı.
O dönem, cumhurbaşkanının veto ettiği yasaların aynı şekilde imzalanıp geri gönderilmesi durumunda yasa Resmi Gazete’de yayımlanıyordu.
Yeni sistemde ise veto edilen yasalar için üye sayısının salt çoğunluğu gerekecek. Bu da 301 milletvekili anlamına geliyor.
Milletvekillerinin TBMM’de her zaman bulunmaması nedeniyle çoğu yasa 301’den az oyla kabul edildiği için, böylesi bir durumda vetonun yasamayı zorlaştırıcı etkisi olacak.
İktidar değişirse Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olabilir mi? AB’ye vizesiz seyahat mümkün olur mu?
Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği için yürütülen müzakereler AKP iktidarının ilk yarısında hızlı ilerlese de ikinci yarısında neredeyse durma noktasına geldi.
Mevcut anlaşmazlıklar yalnızca üyelik sürecini değil, vizesiz seyahatten Gümrük Birliği güncellemesine kadar pek çok konunun önünü tıkadı.
İktidarın değişmesi durumunda AB-Türkiye ilişkilerinin nasıl değişebileceğini, Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Avrupa Birliği uzmanı Prof. Emre Gönen’e sorduk.
AB üyeliği
Millet İttifakı’nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde “Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefimiz doğrultusunda bu sürecin diyalog, adalet ve eşitlik çerçevesinde tamamlanması için çalışacağız” ifadeleri yer alıyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da seçim sürecinde büyükelçilerle düzenlenen iftar yemeğinde AB’nin yeni fasıl açmasını beklemeden tüm yasal reformları hayata geçireceklerini açıklamıştı.
Öte yandan AB üyeliği, yalnızca Türkiye’deki iktidarın kararıyla ilerleyebilecek bir süreç değil.
Müzakerelerin ilerlemesi için hem AB’nin hem de AB üyesi ülkelerin bu konuda istekli olması gerekiyor.
AB ile müzakere başlıklarının bir kısmı Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından 15 yıl önce dondurulmuştu.
Prof. Emre Gönen, AB’nin 2006’dan beri Türkiye’ye ayrımcılık yaptığını ve Türkiye’deki demokratik standartların “bu denli yerlerde sürünmesinin” temel nedenlerinden birinin de bu olduğunu söylüyor.
Peki yeni bir iktidarla bu durum değişebilir mi?
Prof. Gönen “AB’nin müzakereleri canlandırmak isteyeceğinden çok ama çok şüpheliyim” diyor.
Muhalefetin kazanması durumunda yapacağı reformların Türkiye’de toplumu rahatlatmak veya yabancı yatırım çekmek için önemli olduğunu söyleyen Gönen, “AB’nin bu gelişmeler karşısında kendi ilkelerine uygun biçimde davranmayacağı konusunda ciddi endişelerim bulunuyor” ifadelerini kullanıyor.
Peki başka türlü bir ivme yakalanması ihtimali yok mu?
Gönen, ABD Başkanı Ronald Reagan’ın SSCB ile nükleer görüşmelerde söylediği “It takes two to tango” (Tango için iki kişi gerekir) sözüyle yanıt veriyor:
“Tahmin edebileceğiniz gibi, heyecan yaratacak yeni bir ivme, yeni umutlar yaratılabilmesi için, her iki tarafın da siyasi irade sahibi olması gerekmektedir.
“Garip olan, Türkiye’de son 10 yılda AB üyeliğine olan desteğin azalması değil, bu desteğin hala sürmesi ve önemli bir oranda insanların umutlarını çerçevelemesidir. Bunun temelinde hayat standartları, özgürlükler, sosyal hukuk devleti gibi özlemler yatmaktadır.
“Türkiye’de iktidara gelmesi mutasavver yeni bir hükümet, özellikle yargı bağımsızlığı, denge ve denetleme mekanizmaları, ademi merkeziyet hususlarında adımlar atarsa bunun Türk halkına muhakkak çok olumlu tesirleri olur.
“AB ise, Türkiye’yi hep görmek istediği ‘misafir gelmesinden hoşlanılmayan uzak akraba’ kategorisine itmiş bulunuyor. Bu ilişki mesafesini de büyük ölçüde kurumsal hale getirdiği için, ilişkilerin yeni bir reform süreci ile eski havasına bürünmesi bana çok muhtemel gelmiyor.
“Büyük hayal kırıklıklarının yaşanacağı yeni bir döneme yakın olmamız daha olası görünüyor."
Vizesiz seyahat
Schengen bölgesine vizesiz seyahat ise Türkiye ile AB’nin 2013 yılında imzaladığı anlaşmada bulunan 72 kriterin yerine getirilip getirilmemesine bağlı.
Türkiye bu kriterlerden 66’sını hızla yerine getirirken geriye kalan altı kriter konusunda bir adım atmamıştı.
AB’nin Türkiye’den talepleri arasında muhalifleri tutuklamaya yönelik kullanıldığı için eleştirilen Terörle Mücadele Kanunu'nun değiştirilmesi, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun AB standartlarına çıkarılması, yolsuzlukla mücadele için önlem alınması gibi adımlar var.
Prof. Gönen, AB’nin toprakları işgal altındaki Gürcistan ve Ukrayna vatandaşlarına bile vizesiz seyahat imkanı tanındığını, normalde üyelik müzakeresine başlayan ülkelere de bu hakkın verildiğini belirtiyor ve Türkiye’nin durumunun değişmesinin, AB düzeyinde bir siyasi irade değişikliğine bağlı olduğunu vurguluyor:
“Türkiye, 72 kriter değil 172 kriteri yerine getirse dahi, AB düzeyinde hiç bir siyasi irade, iyi niyet ve tavır değişikliği gerçekleşmediği sürece vize mecburiyeti, tarife dışı bir engel oluşturma işlevini sürdürecektir.”
Gümrük Birliği güncellemesi
1996 başında yürürlüğe giren Gümrük Birliği, Türkiye’nin AB üyeliğine ekonomik yakınlaşmayı düzenleyecek geçici bir adım olarak görülürken, AB üyeliğinin gerçekleşememesi nedeniyle 27 yıldır ekonomik ilişkilerin omurgasını oluşturur oldu.
Fakat buna yönelik tasarlanmamış olması, Gümrük Birliği’nin bazı açılardan güncellenmesi ihtiyacını doğurdu. Güncelleme girişimleri ise son yıllarda Türkiye ve AB’nin gittikçe uzaklaşmasıyla ilerleyemedi.
Emre Gönen 2006 sonrası Türkiye-AB ilişkilerinin kötüleşmesiyle birlikte Gümrük Birliği’nde yaşanan sorunların çözümsüzlüğe terk edildiğini belirtiyor.
Gelecekte AB, ABD ve Japonya’nın tek bir dev pazara dönüşebileceğini aktaran Gönen, “Uzun vadede Türkiye’nin oluşacak bu inanılmaz dinamiğe ve sisteme dahil olması yaşamsal önemi haizdir. Gümrük Birliği modernleşmesi adı altında, bu sisteme daha iyi entegre olmak Türkiye’nin en önde gelen hedefi olmalıdır. Umarım AB hiç değilse bu konuda Türkiye’nin önünü kesmeye gayret etmez” diyor ve ekliyor:
“Bütün bu gelişmelerin yanı sıra, Ukrayna Savaşı yüzünden Rusya Federasyonu’na uygulanan ticari ambargoya da daha fazla taraf olması için Türkiye’ye ve yeni hükümetine ciddi baskı uygulanması, bunun ‘Gümrük Birliği modernizasyonu’ için bir ön koşul olarak masaya konması endişesini de taşıyorum.”
Seçimden sonra Suriye ile ilişkiler gelişebilir mi?
Suriye’de iç savaşın başladığı 2011’den sonra kesilen ilişkiler son dönemde yavaş yavaş yeniden kuruluyor.
İstihbarat teşkilatı başkanlarının görüşmesiyle başlayan süreçte savunma bakanları ve dışişleri bakan yardımcıları da bir araya geldi.
Fakat siyasi görüşmeler bundan üst seviyelere geçmedi.
Bunda, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Türkiye’deki seçimleri beklemeyi tercih etmesi ve seçim öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a siyasi bir başarı sağlamak istememesinin etkili olduğu yorumları yapılıyor.
Öte yandan CHP lideri Kılıçdaroğlu daha önceki söyleşilerinde iktidara gelince Esad’la görüşeceklerini söylemişti.
Kılıçdaroğlu ayrıca Şubat ayındaki depremlerin ardından Esad'a bir taziye mektubu gönderdi.
Memleket Partisi lideri Muharrem İnce de cumhurbaşkanının Esad’la görüşmesi gerektiğini belirtmiş, Aralık ayındaki bir programda “Esad’a mektup yazdım ama bana cevap vermedi” demişti.
Bu durumda, iktidara kim gelirse gelsin Suriye ile görüşmelerin devamını bekleyebiliriz.