İstanbul’un devasa yeni havalimanında kapının neden bu kadar uzak olduğuna hayıflanırken, kafamda Nazım’ın satırları var. Asıl evimizde hava, baskı rejiminin sisi altında ağırlaşırken, pandemi döneminde Almanya seçimlerini izlemek için ilk durağımız olan Leipzig’e gidecek uçağa biniyorum. Uçak, İstanbul'un Avrupa yakasındaki, artık kurucu liderin adını taşımayan havalimanından havalanıyor. Nazım demiştim, onun satırları yurtdışında yaşadığım dönemde günler zorlaştığında sırtımı dayadığım kayaydı. Bu günlerden bir bölümü Almanya’da geçse de, benim için Avrupa’nın göbeğindeki bu topraklar hiç ‘ev’ gibi hissetirmedi. Ancak Leipzig’e Nazım’ın o güzel satırlarından bazılarını yazdığı şehir olması ve içinde sevdiklerimi barındırmasıyla bu sefer heyecanla gidiyorum.
İstanbul’un eylül sıcağında bindiğim uçaktan inerken, Leipzig beni mont havasıyla karşılıyor. Pasaport memuru aksi davrandıkça, Türk pasaportunu güçsüzleştirenlere bir kez daha kızıyor; yardıma gelen polis memuruna aşılı olduğumu ve vizem olduğumu anlatıyorum. Şehire giden trende kulaklarımı yolcular arasındaki sohbete açıyorum; belki seçimler konuşuluyordur diye; gözlerim ise dışarıda; yine belki seçime dair bir bir şeyler görürüm diye. Nafile. Tek tük posterler dışında seçime dair pek bir şey yok. Şehre indiğimde ve biraz yürüdüğümde Almanya’da görmeye alıştığımız türde, sokak lambalarının direklerine tutturulmuş seçim posterleri karşılıyor beni.
Leipzig artık Nazım’ın sokaklarında yürüdüğü, ölümün giderek yaklaştığını anladığı ve kendiyle yüzleşmesini kağıda döktüğü şehirden çok farklı. Şehrin merkezinde görkemli, dış cepheleri yenilenmiş hoş binalar var. Nazım’ın sokaklarını gözlediği ‘Laypzig’ bir zamanlar Sovyetler’in Doğu Almanya’da kurduğu sözde komünist rejimin lokomotiflerindendi. Şimdi ise modern bir federal Almanya kenti. Yaklaşık 590 bin nüfuslu, üniversitesiyle ünlü bir şehir. Şu an pek çaktırmasa da birkaç gün sonra çok kritik bir seçime gidecek. Angela Merkel’in dönemi sona erecek.
Yola çıkarken yanıma genelde okumadığım kitapları almayı sevsem de, bu sefer çantamda üniversite yıllarında okuduğum bir ‘Hasan abi’ kitabı var; ‘Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım’. Bizim haber merkezimizdekilere göre Hasan abi, siz okuyuculara göre Hasan Cemal 1998 yılında kendisiyle bir sohbet şeklinde yazdığı bu kitapta gençlik yıllarındaki Marksist duruşunu sert bir şekilde eleştirir. Almanya’nın doğusunda ilk defa uzun süre geçireceğim bu günlerde şu cümleler üzerine düşünüyorum:
‘’Geçmişi unutturmamak lazım. Geçmişi unutmak, unutturmak isteyenler, ya da unutabileceğini, unutturabileceğini zannedenler, hem kendilerine hem yaşadıkları topluma fenalık yaparlar.’’
Almanya’nın en sevdiğim taraflarından biri de bu, ne kadar korkutucu bir geçmişi olsa da onunla bir şekilde yüzleşiyor. Şehrin merkezinde Doğu Almanya günlerini anan kocaman bir müze, birkaç gün sonra seçim için sokaklarında olacağım Berlin’in merkezindeki Yahudi Soykırımı anıtı, Reichstag’ın duvarındaki Rusça yazılar… ‘Sanki biz de bir yüzleşebilsek belki rahatlayacağız’ diye düşünüyorum. Zaten merkezin biraz dışında yürüdüğümüzde soluk renkli, Doğu Alman blokları karşılıyor bizi.
İkinci el pazarına doğru arkadaşımla yürürken, romantikliği bırakıp buraya halimize ağlamaya değil, gazeteci olarak geldiğimi hatırlıyorum. Pazarda kendi yetiştirdikleri doğal ürünleri ve çizimlerini satan ikili, arkadaşımla Leipzig’in güzelliği hakkında bir muhabbet sürdürürken, kendimi tanıtıp araya giriyor, konuyu seçimlere çekiyorum;
- - Kritik bir seçime gidiyorsunuz, şehirde hava nasıl?
- - İlgilisinin dikkatini çekiyor. Medyada bile pek yer bulmuyor.
Şaşırıyorum, çünkü izlediğim Alman ve Avrupa yayınları bayağı detaylı bir şekilde seçimleri her yanıyla didikliyor.
- - Adaylar birbiriyle kavga etmekle meşgul. Yeni bir şey üretmiyorlar. Birbiriyle kavga ederek kazanmaya çalışıyorlar.
- - Peki ya Merkel sonrası dönem?
- - Merkel bir halef yetiştirmedi. Ülkenin başına geçmesi için biri yetiştirilmedi.
Şu ana kadar lafladığım çoğu kişinin de görüşleri benzer. Almanya’nın güneyinde yaşayan bir arkadaşımla mesajlaşıyorum, o da seçimlerin çok da ilgi çekmediğini söylüyor. Ben doğmadan kısa süre öncesine kadar halkın kaçmak için canını tehlikeye attığı Doğu Almanya bugün diğer yarısıyla birleşmiş, işleyen bir demokrasi. O kadar işleyen bir demokrasi ki insanların 16 yıllık liderine veda ederken bile siyasetten uzak duracak lüksü var. Bizim de meyhanelerde, dost meclislerinde, çay bahçelerinde konuştuğumuz her şeyin siyaset üzerine olmadığı günleri hatırlıyorum.
Baktım insanlar seçim hakkında konuşmaya pek meraklı değil, bu sefer posterleri kurcalıyorum. 18 milyon kişi paylaştığımız İstanbul’da seçim dönemleri çatıdan çatıya parti bayrakları çekilir; seçim arabaları acele yazılmış; milliyetçi sözlerle bezenmiş parti parçalarını bağırtarak mahallelerde dolaşır. Leipzig’de buna pek denk gelmedim. Parti posterleri genelde vaatlerden söz ediyor. Bazılarında da bölge milletvekili adaylarının fotoğrafları var. Başbakan adaylarının fotoğrafları olan posterler şaşırtıcı derecede az.
Şaşırdığım bir başka nokta ise Merkel’le ilgili şeylerin azlığı. CDU’nun gördüğüm hiçbir posterinde Merkel yok. Televizyonda da Merkel’le ilgili pek bir şey yok. Yazılı basın biraz daha duygusal, dergiler genelde kapağında ‘Almanya’nın Mutti’sinin fotoğrafıyla çıkmış. Avrupa basını da dediğimiz gibi, haftalardır Merkel dönemi iyi mi kötü mü diye tartışıyordu zaten. Sadece bir billboardda, şehir merkezinin dışında Merkel’e 16 yıl için teşekkür eden bir poster gördüm. Unutmamak demiştik; Almanlar geçmişin yaraları sebebiyle liderlerini ikonlaştırmaktan kaçınıyorlar.
Şehirde sadece birkaç tane büyük seçim posteri gördüm. En aklıma takılanı Yeşiller’e aitti; üzerinde ‘’İklim krizine karşı aşı yok. Ama siyaset var’’ yazıyordu. İlk gözlemlerime göre en beğendiğim kampanyalar Die Linke ve Yeşiller’inki. Anketlere göre birinci sırada olan Sosyal Demokratların da göz alan kırmızılıktaki posterleri dikkat çekiyor.
2017 seçimlerine giden süreçte ve sonrasında Freiburg’taydım. Yeşiller’in kalesi olan bu kentte de o dönem siyaset pek konuşulmuyordu. Konuyu ısrarla açtığımda da insanlar genellikle Erdoğan’ı soruyordu; bugün de durum pek farklı değil.
Cumartesi günü Leipzig şehir meydanında dev bir protesto ile karşılaştım. ‘Sonunda seçime dair bir şeyler’ diyip hızlıca kalabalığa yaklaştım; sonra gördüm ki seçimlerle direkt bir ilgisi yokmuş. Yürüyüş bazı solcu grupların birleşiminden oluşan Antifa’nınmış. Faşizm karşıtı grupların sağ hareketlere karşı yaptığı yürüyüşte siyah giyimli insanlardan oluşan bir kalabalık vardı. Buradaki yerel basına göre yürüyüşe 3 bin 500 kadar kişi katıldı.
Antifa yürüyüşünün devamında şiddet olayları yaşandığını yerel basında okudum. Bazı isimler, eylemleri destekleyen sol siyasetçilere de tepki göstermiş. Akşam kilometrelerce uzak olduğum Türkiye’nin gündemini kaçırmayayım diye haberleri okumaya koyuluyorum. İktidara yakın bazı gazetecilerin göz göre göre yanlış yazması yine içimi sıkıyor. AİHM’in İnsan Hakları Mahkemesi’nin defalarca yaptığı bir çağrıyı cuma günü Avrupa Bakanlar Konseyi’nin yinelediğini görüyorum. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve daha birçok siyasi tutukluyu düşünüyorum bir kez daha; üstüne bir de haksız yere hapis yatmış meslek büyüklerimi. AİHM’e de kızıyorum, her defasında çok yavaş kaldığı için. Almanya seçimleri bile pek tartışma gereği duymazken, biz boğuluyoruz.
‘'Acılar insanları derinleştirir! Toplumları da öyle. Olgunlaştırır.’
Umarım öyledir Hasan abi… Kitabın satırları aklıma bu kez de Fikret Kızılok’un Gazi Mustafa Kemal’in yazdıklarını kullanarak onun ağzından yazdığı ‘Devrimci’nin Güncesi’nden bir bölüm geliyor:
‘’İnsanlar bilinçlendikçe kişiliklerini ister.
Milletler de öyledir
Kabiliyetlerini keşfetmek,
zengin olmak isterler’’
Bu şehir çok değil, 32 sene kadar önce Stasi terörü altında eziliyordu. Bugün ise halkına apolitik olma lüksü tanıyacak kadar demokratik.
Almanya’nın hiçbir hatası yok mu? Var. Saatlerce tartışılacak kadar var. Sığınmacı anlaşması ile, her kalemde eleştirdiği Erdoğan'la bu kez işbirliği görüntüsü vermesi buna sadece bir örnek. Ancak aynı zamanda geçmişteki hatalarından yaptıkları çıkarımlar, üzerine kafa yormaya değecek kadar dramatik.
Almanya seçimleri 26 Eylül’de. T24 ekibi olarak Alman seçimlerini farklı şehirlerden takip etmeye; izlenimlerimizi ve haberlerimizi paylaşmaya devam edeceğiz.