Ekonomi

Sanki eroin üretiyoruz

Dünya çapında ses getirmeye başlayan Corvus marka şarabın üreticisi Reşit Soley, "Senede üç kere jandarma ve maliye baskın yapıyor.

28 Eylül 2009 03:00

Dünya çapında ses getirmeye başlayan Corvus marka şarabın üreticisi Reşit Soley, "Senede üç kere jandarma ve maliye baskın yapıyor. Sanki eroin imalathanesiyiz" dedi. Soley, şarap sektörünü de yıllarca vergi kaçırmakla eleştirdi.

Tekel'in konyak fabrikasını alarak 'Corvus' markasıyla şarap üreten Reşit Soley, yüksek vergi politikaları uygulayan iktidara ve içinde yer aldığı sektöre sert eleştirilerde bulundu. Sektörün yıllarca vergi kaçırdığını söyleyen Soley, "Derdi olan çalmadığını göstersin. Biz en pahalı şarabı üretiyoruz. Vergiyi ödemeye paramız yetmiyor" dedi.

Referans gazetesinin haberine göre:

Bağbozumunun en yoğun günleri... Şarapçılık ve üzüm üreticiliği tarihi 3 bin yıl öncesine dayanan Bozcaada'da üzümler toplanmış... Şarap üreticileri hummalı biçimde dalından yeni alınmış üzümleri işliyor. Mimarlığı bırakıp, 2004 yılında adaya yerleşen ve şarap üreticiliğine soyunan Reşit Soley de bu hummalı çalışmanın içinde ve gece gündüz fıçıların başında...

Soley ile dünyanın en pahalı şaraplarından Petrus'un patronunun ve şarap konusunda dünyayı yönlendiren tadımcı Jancis Robinson'un da farklı zamanlarda ziyaret ettiği Bozcaada'daki fabrikasında görüşüyoruz...

Özelleştirme sürecinde Tekel'in kanyak fabrikasını alarak Corvus markasıyla şarap üretmeye başlayan Soley, bugün dünyada da ses getirmeye başlamış bir şarap üreticisi. Sektöre girdiği andan itibaren hem markalaşma hem de fiyat politikaları konusunda farklı bir çizgi izleyen Soley, Türkiye'nin bine yakın üzüm çeşidi olduğunu ve bu potansiyelin kullanılamadığını söylüyor. Soley'in yüksek vergi politikaları uygulayan iktidara ve içinde yer aldığı sektöre sert eleştirileri var.

Hükümetin "açıkça şarap üretmeyin" diyemediği için yüksek vergi politikaları uyguladığını söyleyen Soley, sektördeki firmaları ise bugüne kadar vergi kaçırmakla suçluyor. Bu arada sektörde tekelciliğin sürdürülmeye çalışıldığını da açıklayan Soley, "Firmalar kendi markalarını sattırmak için garsonları bile satın alıyor" diyor.

Bu yılın bağbozumu sona ermek üzere. Ürün iyi mi?

Bizim bağlar iyi. Üzüm kalitesi de iyi. Hastalık yok. Bunlar bizim için çok önemli kriterler.

Üzüm yetiştiriciliği Türkiye topraklarında başlamış. Türkiye'nin potansiyeli nedir?

Herkesin kabul etmesi gereken bir şey var ki, üzüm bu toprakların meyvesi. Şarap bu topraklardan çıkmış, bu toprakların bir ürünü. Bunlar bizim ayrılmaz parçamız. Türkiye'de binin üzerinde üzüm çeşidi var. Bu inanılmaz bir potansiyel, bugün bizden sonra sırada 400'e yakın çeşitle Yunanistan var. Çoğu da bizden gitme zaten. Bir konferansta bundan bahsettiğimde İspanyollar, İtalyanlar inanmadı. Bakın biz "çavuş" diye adanın sofralık bir üzümünden şarap yaptık, devlet bunu İngiltere Kraliçesi'nden Obama'ya kadar sundu. Bizim oyun diye başladığımız bir şey, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde sunulabilir hale geldi. Düşünün ki elinizde böyle bin tane potansiyel var. Bunlarla birazcık oynasanız, inanılmaz yerlere gelirsiniz.

Son yıllarda daha fazla gündeme geliyor ama bu konuda bir politika var mı?

Türk bağcılığı için devlet hiçbir şey yapmıyor. Şarapçılığı ise telaffuz bile etmiyorum zaten. Türkiye'nin potansiyeli derken çok ciddi bir kaynak girişi, nakit paradan bahsediyorum. Türkiye'nin Uluslarararası Para Fonu'ndan (IMF) utanarak söylüyorum ama dilendiği ölçüde bir paradan söz ediyorum. Onurlu satılmış bir malın, ülkeye yeniden para olarak dönmesinden bahsediyorum. İnanılmaz bir potansiyeli uyuyan dev halinde tutuyoruz.

Yani 25 milyar doları bulacak bir kaynaktan sözediyorsunuz?

Tabii ki. Fransa'nın 70-80 milyar doları cebine koyduğunu düşünürseniz, ayrıca yüksek alkollü içkilerden de bir bu kadar kazandığını hesap ederseniz, bunun yapılamaması diye bir şey söz konusu olamaz. Bizim yaptığımız ölçekteki katma değeri yaratabilecek başka bir ürün yok. Bakın ben altı şişe şarabımla, bir tane çamaşır makinesi alabiliyorum. 6 şişe yani 6 kilo üzümle bir çamaşır makinesi alabiliyorum. Bana Türkiye'de bu anlamda katma değer yaratabilen bir başka sektör gösterin!

Nasıl harekete geçirilebilir bu potansiyel?

Arkamızda kurumsal bir yapı olsa ve Türk şarabı kimliğine giden yola bütün üreticiler sokulmaya çalışılsa, burada da ciddi denetlemeler ve promosyonlar yapılsa, 10 yıl içinde bu paraların çok daha fazlası onuruyla gelebilir bu ülkeye.

Türkiye'de gerçekten bu dediklerinizi sağlayacak bir üzüm kalitesi var mı?

Devlet bana bugün "Türk şarapçılığını al dünya ölçeğinde bir yere getir" desin, para pul da istemiyorum. Önemli olan sadece insanların yüreğini kabartacak şeyleri ortaya koyabilmek. On senede Avustralya'nın yaptığını yaparız. Avusturalya dediğiniz, biz buralarda at koştururken onlar Aborjindi. Türkiye tabii sadece üzümünü değil buğdayını da yitirdi. Eğer kimliğinizi yitirmeye başlarsanız, geriye sadece mal üreten aptal rolüne geliyorsunuz.

Denetleme derken neden söz ediyorsunuz? Denetimsizlik dediğim şu: Kalite kontrol olarak Türkiye'de ne denetleniyor?

Sadece vergi denetleniyor. Kalite kontrol anlamında kim kimi denetliyor? Sadece üretici kendi iç güdüsel davranışı ya da kurumsal yapısının getirdiği şeylerle kendini denetliyor. Yani kalitenin yükselmesine olanak sağlayacak yolların açılması, insanların teşvik edilmesi gerek. Çünkü yaratılan katma değer bire yetmiş, bire yüz, bire iki yüz, bire bine kadar gidebilecek. Bunun bir strateji halinde yapılması lazım. O stratejinin de uzun dönemli bir politikası olması lazım, devlet politikası gibi.

Türkiye'de ise geliştirmeyi bırakın, yok etmeye yönelik politikalar olduğu öne sürülüyor...

Türkiye'de bu konuyla ilgili bir politika yok. Biz Türkiye'de en pahalı şarabı, yüzde 100 kayıt altında üreten bir şirketiz. Bunu samimiyetle söylüyorum. Vergiyi ödemeye paramız yetmiyor. Bana bunu bir kişi anlatsın. Bunu ben ödeyemiyorsam, biraz hokkabaz olan hiç ödemiyordur! Ben ödeyemiyorsam o ödemiyordur.

Vergi oranlarının düşürülmesi beklenirken sürekli artıyor. Yeni vergilerden sözediliyor...

Bildiğiniz gibi değil. Yani buraya senede üç kere jandarma, maliye, defterdarlık baskını oluyor. Herkes üç minibüsle geliyor, sanki eroin imalathanesi. Çok onur kırıcı! Ben işin moral tarafında olan bir adamım. O yüzden bizim etiketlerimizin arkasında Proudly Produce in Turkey (Gururla Türkiye'de üretilmiştir) yazıyor. Ama biz ondan bile ceza yedik. İşte Bayrak Kanunu falan. Avrupa'da herkes bayrağı iç çamaşırı yapıp giyiyor. Bizim yaptığımız ürün de dünya çapında...

Türkiye'de şarap üretimine karşı engeller yüzünden bazı üreticilerin Bulgaristan gibi ülkelerde üretim olanaklarını araştırdığı söyleniyor.
Evet, bu bölgelerde çok ciddi şeyler oluşmaya başladı. Benim böyle bir planım yok tabii.

Fason üretime de engel geldi? Bu engeller ne anlama geliyor sizce?

Fasondan kastedilen ne biliyor musunuz? Çok masum birşey. Mesela atıyorum kızınız evlenecek, o gece 300 kişi gelecek sizin düğününüze, "300 tane özel etiketli şarap hediye edeyim" diyorsunuz. Bence buradaki strateji "şarap yapmak yasaktır" demeden yasaklamak. Bu söylenirse, çıkacak reaksiyondan korkuluyor. Bunun dinle imanla ilgisi yok. Ben dinimi imanımı kimseyle konuşmam. Açık yüreklilikle yasak desinler. Ya da desinler ki bana; Türkiye sınırları içinde şarap satmak yasak. Yurtdışında satacaksan sat. O zaman ben işi gücü bırakırım, bir sene bağ bozumu yaparım, 12 ay dolaşırım. Oh mis gibi para. Ama ben malımı satıp, vergisini ödeyemeyen bir adam haline sokuluyorsam, o benim için onur kırıcı.

Vergi politikalarında sektörün hiç suçu yok mu?

Aslında devlete bu konuda biraz da katılıyorum. Sektör yıllarca çalmış. Aynen böyle yazabilirsiniz. Derdi olan gelsin çalmadığını söylesin, göstersin. Bunu bir dönem şarap üreticilerinin başkanlarından biri açıkça söyledi. "Bugün geldiğimiz halimizin tek sorumlusu biziz. Biz zamanında satışımızın yüzde otuzunun vergisini verseydik, bunlar başımıza gelmezdi" dedi. Siz ömür boyu çalarsanız, olacağı budur!

Sektörde bir de tekelcilik eleştirileri yıllardır tartışılır. Rekabet Kurulu çeşitli kararlar aldı. Şimdi durum ne?

Yıllarca sektörün büyük firmaları tekelcilik yaptı. Kavaklıdere, Doluca ceza da yedi. Ama hâlâ bu uygulamalar sürüyor. Biz şimdi çatır çatır restoranlara giriyoruz. Bu kez de garsonları satın alıyorlar. Yani sünnet düğünlerinde altın takmaktan, çocuklarını yurtdışında okutmaya kadar. Zamanında bu sektöre yatırımın büyük bir kısmı, ne yazık ki şarap kültürünü taşımaya yetkisi olmayacak gruplar tarafından yapılmış. Şimdi bu durum değişiyor.

Sektörde artık yabancı sermaye de var. Siz de ileride yabancı ortaklık düşünür müsünüz?

Bakın ben yabancı ortağı parası için almam. Acı çekerim, parası için yabancı ortak almam. Benim hedefim; bir kültürün yeni baştan kurulup, uyandırılmasını sağlamak. Ben bu kültürü satın aldım. Çok paralar ödedim, çok acılar çektim öğrenmek için. Ortaklık yaparım. Bu şirketin tümünü de satabilirim. Tek bir şartla ki, benim yapabildiğim kültürün iki mislini buraya getirecek bir şirketin olması gerek. Bizim yabancı bir ortağa ihtiyacımız var mı? Kesinlikle var. Daha büyümek için. Ben okyanus olmak istiyorum yani aptal su birikintisi niye olayım. Ama gidip Amerikalı bir kovboya satmam! Bizim işe başlamamızın sebebi bu değil ki. Ben hayatımın 7 yılını neden vereyim kazanacağım 3-5 milyon dolar için.