Gündem

Şair Haydar Ergülen: Ben kendi adıma özür diliyorum; 2. Cumhuriyetçi, ‘yetmez ama evet’çi, liberal, özgürlükçü soldan pek çok insanın da özür dilemek istediğine inanıyorum

“Akil insanlar, açılım toplantılarına katılanlar, bildirilere imza atanlar, ülkeyi AB’ye taşıyarak demokratikleştirecekler düşüncesiyle bu iktidarı destekleyenlerin, yazı yazanların, yani bu sürece bilerek ya da bilmeyerek katkı sağlayan herkesin özür dilemesi gerekiyor.”

02 Ağustos 2020 18:46

Şair ve Birgün yazarı Haydar Ergülen, Türkiye'nin 2023'e doğru nereye götürülmek istendiğinin artık iyice ortaya çıktığını belirterek, "Cumhuriyeti’n 100'üncü yılını, demokratik, laik sosyal hukuk devleti olarak kutlayabilmek için, bu değerleri savunan herkesin bir araya gelmesi gerekiyor. Bunun için bazılarının da özür dilemesi gerekiyorsa, dilemeliler. Ben kendi adıma özür diliyorum. İkinci Cumhuriyetçi, Yetmez ama evetçi, liberal, özgürlükçü soldan pek çok insanın da özür dilemek istediğini düşünüyorum ve inanıyorum" ifadelerini kullandı.

‘Özür diliyoruz’ konulu bir bildiri yazılıp, pişman olanların bildiriyi imzalayabileceğine işaret eden Ergülen, "Sonrası mı? Sonra da yeniden demokrasi, çağdaşlık, cumhuriyet, laiklik, sosyal hukuk devleti isteyen, şeriat rejimine karşı olan, tam da hilafetin konuşulmaya başlandığı bugünlerde, dinin devlet işlerine karıştırılmasına karşı çıkan, parlamenter sisteme dönülmesini isteyen herkes, her siyasi hareket bunun için bir araya gelir, gelmelidir" dedi.

Ergülen'in BirGün'deki "Önemsiz günler ve haftalar-10 / Özür Haftası" başlıklı yazısı şu şekilde:

"Akil insanlar, açılım toplantılarına katılanlar, bildirilere imza atanlar, ülkeyi AB’ye taşıyarak demokratikleştirecekler düşüncesiyle bu iktidarı destekleyenlerin, yazı yazanların, yani bu sürece bilerek ya da bilmeyerek katkı sağlayan herkesin özür dilemesi gerekiyor.

Özür. Kolay kolay dilemediğimiz, dilersek yitireceğimizden korktuğumuz, küçük düşürücü bir şey olarak gördüğümüz, nerdeyse yalancılıkla eşdeğer tuttuğumuz, gururumuz, onurumuz her ne diyorsak onu inciteceğini varsaydığımız, suçumuzu kabul ve itiraf ettiğimiz sanılır diye çekindiğimiz, çok zorlandığımız, çok zorlandığımızda da ‘önce onlar dilesin’ diye son bir çıkış aradığımız, sağa sola bakınıp, kimse yokken şöyle bir yarım ağız dilediğimiz, diler gibi yaptığımız şey.

Of be, ne zor şeymiş hakkatten de özür dilemek, dilemeyi bırak, özür dilemek üstüne yazmak bile insanı bayaa bi terletiyormuş! Olsun dostum, özür dilemek iyidir, ayakların yerden kesilir, başın göğe erer, kendini bulutlarla bir sanırsın, kuşlar yoldaşın olur, kilo verirsin hem

vücuttaki hem ruhtaki fazlalıkları atarsın, gençleşirsin, aynalar yeniden yüzüne gülmeye başlar, dilin biraz kısalır ama olsun boyun uzar, kim bilir belki yeniden çocukluğun tutar, daha önce deneyip de yapamadığın şeyleri yaparsın, öyle ya özür dilemek de bunlardan biri değil miydi?

Özür dilemek, her şeyi iyileştirmez elbette, eski haline getirmez, gidenleri, yitenleri de geri getirmez, fakat bir pişmanlık beyanı olduğuna, içtenlikle yapıldığında da gelecekteki olası yanlışlıklardan koruyacağına, hiç olmazsa ders çıkarılacağına kuşku yoktur. Eskiden olduğu gibi yenilerde de, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de özür dileyecek pek çok şey olmuştur ve özür dilemesi gereken pek çok insan vardır. Özür aynı zamanda insanın vicdanıyla ilgili bir eylemdir. İnsanı insan yapan erdemlerden biri diye abartmayayım ama, insanın içinin rahat olması, en azından hatasını kabul edip yanlışından dönmesi yolunda atılmış bir adımdır.

Özellikle edebiyatımızın kuşkusuz en önemli romancılarından, çok sevdiğim, gençlik yıllarımdan beri dostluğundan sevinç duyduğum Adalet Ağaoğlu’nun kaybıyla yeniden düşündüm bunu. Adalet Hanım elbette Cumhuriyet değerlerine inanmış bir romancı, bir kadın ve bir aydındı. Ne yazık ki bazı aydınların açmazını o da yaşadı, hepimizin çeşitli biçimlerde yaşadığı bir açmaz bu, ve ‘Yetmez ama Evetçi’lerin safında yer aldı. Kimler yer almadı ki? Üç şair arkadaşız, çok yakın, gençliğimizden beri hem politik hem poetik hem de canciğer arkadaşlarız. Oylamadaki tavrımızı anlatıyorum. Ben ‘Yetmez ama Hayırcıyım’, iki arkadaşımdan biri boykotçu biri de ‘Yetmez ama Evetçi!’ Üstelik ikimizin, evetçiye, hiç olmazsa boykot etmesi için çok üstelememize karşın!

Üçümüz de sosyalistiz, farklı sol siyasetlerdeydik gençken. Şimdi pek farkımız kalmadı birbirimizden! Aslında tam da bu minval üzerinden şunu söylemeye çalışıyorum. Bugün iktidarda olan ve ülkeyi otokrat bir biçimde yöneten yapıyı geçmişte AB’ye girecek diye, Cumhuriyet’in eksiği olan demokrasi belki böylece yavaş yavaş gelişecek diye, Alevi, Kürt, Ermeni, vb. açılımları yapacak diye, savaşa son verip barışı getirecek diye ve elbette cumhuriyet herkes içindir, Türkiye’deki farklılıklar buluşur, ülke zenginleşir diye diye diye, hepimiz değilse de bazılarımız destekledi, destekledik.

17 Nisan 2010 günü, yani tam 10 yıl önce, sinema, müzik sanatçılarından sonra, edebiyatçılarla da buluşan o zamanın başbakanı mevcut cumhurbaşkanı beni de davet etti kahvaltıya. Çok eleştirildim sonradan, sultanın sofrasından beslenmekle, iktidara destek olmakla, vb. O zaman da gazetelerde yazıldı, ben de sonradan yazdım, toplantıda temel olarak "Aleviler’e yönelik uygulamalar, Madımak’taki otelin utanç müzesi yapılması" gibi birkaç konuyu gündeme getirdim…de ne oldu? Ne olacak, hiçbir şey. Madımak Utanç Müzesi olmadı ama, ben o kahvaltıya katıldığım için utandığımla kaldım.

Özür diliyorum. İkinci Cumhuriyetçi, Yetmez ama evetçi, liberal, özgürlükçü soldan pek çok insanın da özür dilemek istediğini düşünüyorum ve inanıyorum. En azından bunun bazı işaretlerini bazı açıklamalarda, yazılarda, konuşmalarda görüyorum. Orhan Pamuk’un Ayasofya demecindeki gibi… Bilmiyorum belki de birileri tarihi bir metin yazar, ‘özür diliyoruz’ diye ve özür dileme gereksinimi duyan, pişman olan, vicdanı sızlayan kim varsa bu bildiriyi imzalar, imzalarız. Sonrası mı? Sonra da yeniden demokrasi, çağdaşlık, cumhuriyet, laiklik, sosyal hukuk devleti isteyen, şeriat rejimine karşı olan, tam da hilafetin konuşulmaya başlandığı bugünlerde, dinin devlet işlerine karıştırılmasına karşı çıkan, parlamenter sisteme dönülmesini isteyen herkes, her siyasi hareket bunun için bir araya gelir, gelmelidir.

Özür dileyeni bağışlayan da olur bağışlamayan da. Burada istenen zaten bağışlanmak değildir, sadece cumhuriyet elden gitmeden, laiklik can çekişirken bunda hepimizin sorumluluğu olduğunu dürüstçe, yüreklice kabul etmektir. Bundan sonra neler yapılabilirse, ne yapabilirsek, elimizi taşın altına koymak içindir. Akil insanlar, açılım toplantılarına katılanlar, bildirilere imza atanlar, ülkeyi AB’ye taşıyarak demokratikleştirecekler düşüncesiyle bu iktidarı destekleyenlerin, yazı yazanların, yani bu sürece bilerek ya da bilmeyerek katkı sağlayan herkesin özür dilemesi gerekiyor.

Geçenlerde yayımlanan 101 Aksaçlı’nın bildirisinden hareketle pek çok şey yazıldı. Bazılarının o bildiride, ne hakla hangi yüzle yer aldığı soruldu. Kimler kimlerle yan yana getirilmiş denildi. Haklılık payı yok değildi, değildi ama, Türkiye’nin 2023’e doğru nereye götürülmek istendiği artık iyice ortaya çıkmışken, Cumhuriyeti’n 100'üncü yılını, demokratik, laik sosyal hukuk devleti olarak kutlayabilmek için, bu değerleri savunan herkesin bir araya gelmesi gerekiyor. Bunun için bazılarının da özür dilemesi gerekiyorsa, dilemeliler. Ben kendi adıma özür diliyorum.

Belki de bir Özür Haftası yapıp, elbette ikili ilişkilerden, ailelerden, arkadaşlıklardan, komşulardan partilere, siyasal hareketlere, yani bireysel olandan toplumsal olana dek, bir özür kampanyası başlatmak gerek. Ülkemiz için, çocuklarımız, gençlerimiz, ağaçlarımız, çiçeklerimiz, fidanlarımız, toprağımız, göğümüz, suyumuz, birliğimiz, dirliğimiz, iyiliğimiz ve en çok da kadınların kadın gibi yaşayabilmesi için, özgürce dolaşabilmeleri, ikinci sınıf görülmemeleri, korkusuzca, mutlulukla, sevinçle, yaşamak güzel şey diyebilmeleri için!