Pınar Öğünç
(Radikal, 3 Eylül 2012)
'Gelsinler, başımız gözümüz üstüne...'
34 tabutu sırtlamış binlerce insanın kıvrıldığı o yılankavi yola girdiğimizde akşam çökmek üzereydi. Az sonra dolunayın sarısı kaldı geriye.
‘Sizin de evinizdir’ diye buyur edildiğimiz o büyük salon, çaydanlıklar boşaldıkça doluyordu. Türkiye Barış Meclisi’nin farklı şehirlerden 30 temsilcisi, 1 Eylül Barış Günü’nde Uludere ’ye bağlı Roboski’de, 28 Aralık 2011’de paramparça olan 34 gencin, çocuğun aileleriyle olmak istemişti. İnsansız hava araçlarına emir veren insanlardan teki dahi bunun hesabını vermemişti.
Bir gün önce yaşanmıştı sanki her şey. Elinde fotoğrafla içeri giren kadınlar kuytulara çekiyordu beni. Kim bilir kaçıncı kez o geceyi anlatıyorlardı. Semire Encü, oğlu mühendislik öğrencisi 22 yaşındaki Selam’ın ilk kez kaçağa gittiğini söylüyordu. Çünkü Selam bir KPSS kitabı satın alacaktı! Korucu kocası bir ay önce silah bırakmış, Selam’ın kız kardeşi kendinde değil o günden beri. Emine Erdoğan ’ın köyü ziyaretinde elini göğsüne vurarak “Söz veriyorum, failler bulunacak” cümlesini sormamı istiyordu benden.
16 yaşında ölen Şivan Encü’nün annesi Hediye Hanım’ın başında ayrıca bir dert vardı. Şivan bebekken ailesini terk edip Urfa’da yeniden evlenen kocası taziyeye bile gelmemişti. Yetmezmiş gibi ailelerden teki dahi devletin tazminatını kabul etmezken, eski kocası bu parayı almanın yollarını arıyordu.
Hayat da durmuş köyde. O tarihten beri düğün yapılmamış hiç. Söz kesilen kırktan fazla gelin adayı babaevinde bekliyor öyle. Gülümseyen dahi yok köyde. Korucular dışında SSK’lı, maaşlı 10 kişinin olmadığı köyde gençler elmecbur kaçağa gitmeye devam ediyor. Kaymakam Naif Yavuz’ın tayiniyle, kendisine saldırdığı gerekçesiyle cezaevinde tutulan beş kişi serbest bırakılmış. Hâlâ içerde bir kişi var, bir de köyde cezaevi hayatı yaşayanlar… Çıkarlarsa aynı suçtan alınacaklar çünkü. Tazyikli su da yediler bunun için; katliam yerine gitmeye hâlâ izin yok.
‘Katil aynıdır’
Aylardır Roboski’yi hatırlayan yokken 22 Ağustos’ta devrilen asker dolu minibüse yardıma koşmaları ne kadar da şaşırtmıştı herkesi. Dokuz asker ve bir korucu yaralı hayatını kaybetmişti.
Kardeşi Nadir dışında, birçok akrabasını kaybeden Hikmet Alma da şoför. Beyaztepe denilen askeri üste bir haftalık nöbetten dönen askerlerin, minibüsün kapasitesi üzerinde doldurulması yüzünden ölmüş olabileceklerini söylüyor. Söylenenin aksine en az 18 asker çıkarmışlar. “Onların çantaları 20’şer, 30’ar kilo, silahlar da var. Öyle ağırlaşmış ki minibüs, frenler ısınmış. Yoksa o yolda öyle kaza olmaz” diyor. Ayıp buluyor yardımlarının üzerine konuşulmasını, “İnanın korucu olan köylümüzü en son çıkardık” diyor. Tuhaftır, yaralıları kendi araçlarına koyup alelacele nizamiyenin kapısına gittiklerinde bir süre bekletilmişler. İnanamamışlar muhtemelen.
16 yaşındaki oğlu Yüksel’i toprağa vermiş Emine Ürek yaralı bir askeri dizinde yatırmamış mı, o çocuk ‘anne’ diye inlerken kanlı başını okşamamış mı? Ne ismini, ne akıbetini biliyor Emine Hanım o askerin.
Yüksel’in babası Abdullah Ürek, cuma günü Uludere Nüfus Müdürü Adnan Paksoy’dan bir telefon aldı. Ölen askerlerden birinin yakını, annesi ya da eşi olan bir kadın müdürlüğü arayıp teşekkür için Roboskili aileleri ziyaret etmek istediğini söylemiş, telefon numaralarını istemişti. Hatta diğer asker ailelerine de ulaşıp onlarla birlikte gelmek istediğini söylemişti. Adnan Bey, bunun haberini veriyordu Abdullah Ürek’e.
“Buyursunlar gelsinler, başımız gözümüz üstüne…” diyor 21 yıldır koruculuk yapan Abdullah Bey: “Usandık kan dökülmesinden. İkimizin çocuğunu öldüren aynıdır. Suç askerde değil, emri verendedir. Gelsinler biz de çocuklarımızın parçalarını nasıl topladığımızı anlatalım, sekiz aydır bir kişinin ifade vermediğini söyleyelim. Hepimiz yeter diyelim. Bize neden yardım ettiğimizi sormasınlar. O askerler neden orada diye sorsunlar”.
Belki hepsi gider. Ama tek askerin ailesi dahi gitse Roboski’ye, gönüllerinden geçenden caymasalar, hepsi birlikte yeter dese… Onlar çocuklarının öldüğü yerde bekliyorlar.
Roboski’nin plastik çiçekleri
34 mezarın üzeri adı konmuş, konmamış renklerde cins cins çiçekle kaplı. Hepsi plastik. Hep diri kalsın istemişler. Rengârenk şakayıkların, lilyumların dışında kadınların el emeği çiçek tarhları var. Uludere kırtasiyelerinden alınmış krepon kâğıtlarını kese biçe sanki çiçek heykelleri yapmışlar. Çiçeklerin çoğu Irak ’tan; orada daha ucuz.
Her geldiklerinde önce gecenin uçurduğu plastik çiçekleri üfleyip yerlerine diziyorlar, sonra taşları öpüp adalet için dua ediyorlar.
‘Her şey yolunda’ mesajıyla Şemdinli dağlarına mizansen edilen plastik çiçekler var bir de. Roboskililer için o plastik çiçekler kendi topraklarında, kendi ülkelerinin uçakları tarafından vurulabilmek, sonra da kimsenin hesap vermemesi demek. Hiç solmadan duruyorlar öyle.
Halil Savda: ‘Anne ben asker doğmadım mı?’
Cizre’de karakolun dibinde, ‘Her Türk asker doğar’ haykırışlarının odalara girdiği bir evde büyümüş Halil Savda. Çocukken “Anne ben asker doğmadım mı?” diye sormuş bir kez. “Yok” demiş annesi, “Sen çıplak doğdun”.
Halil Savda, zamanında hem örgüte yardım ve yataklık, hem de örgüt üyeliğinden yargılandı, 10 yıla yakın cezaevinde kaldı. Cezaevinde barış ve özgürlük mücadelesinin yöntemine dair fikrinin değiştiğini, şiddet içeren yolun sonunu göremediğini anlatıyor. Pasifizm ve şiddetsizlik üzerine okumuş içeride. Cezaevinde karar vermiş vicdani retçi olmaya. Bunun bedeli defalarca askeri cezaevi ve işkence…
Tam 1300 km. Halil Savda, 1 Eylül günü Roboski’den yola çıktı, Ankara ’ya gitmeye niyetli. Her durakta o bölgede yaşanmış asker ve gerilla ölümlerine, insan hakları ihlallerine dikkat çekecek. Yolda destek veren kişi ve kurumlar da ona eşlik edecek. Sabahın erken saatlerinde Roboskili aileler mezarlıktan onu yolcularken yanında Şırnak’a kadar gelecek olan Diyarbakırlı Mîraz Ruspî vardı. Ruspî, 80 bin kişi öldükten sonra barışın gelmesinden korktuğu için Savda’nın yanında olduğunu söylüyordu. Alkışlarla uğurlandılar.