16 Nisan'da gerçekleşen referandum, Türkiye'nin siyasi tarihinde bir ilke yol açtı.
Referandumlar ve seçimler tarihinde ilk defa üç büyük kentten en azından birinin tercih etmediği bir seçenek zafer kazandı.
Türkiye ekonomisinin yüzde 70'ini, Türkiye nüfusunun da yüzde 61'ini oluşturan kentlerin tercihinin 'hayır' olmasına rağmen 'evet' kazandı.
IPSOS'un 19 Nisan'da açıkladığı araştırmaya göre Türkiye genelinde il ve ilçe merkezlerinde Türkiye genelinde 'hayır', belde ve köylerde ise 'evet' öndeydi.
Büyük şehirler ile küçük şehirler, taşra ile kentler arasında oluşan bu farkın nedenleri ve önümüzdeki döneme yansıyacak sonuçları nedir?
Bu soruyu uzmanlara sorduk.
Mimar Sinan Üniversitesi'nden sosyolog Neşe Özgen, bu farkın birden fazla nedenden kaynaklandığını düşünüyor.
Başkanlık sistemine yüksek itirazın geldiği yerlerin eşitsizliğin ve katma değerli üretimin yüksek olduğu yerler olduğunu belirten Prof. Dr. Özgen, "Yüksek sömürü oranı ve ciddi bölüşüm eşitsizliğinin olduğu yerlerin" yanı sıra Kürtlerin yoğunlukta olduğu yerlerde kimlik ve tanınma eşitsizliğine dair itirazlar olduğunu söylüyor.
Eskiden Anadolu'nun farklı bölgelerinde çekim merkezleri yaratma politikası olduğunu fakat 20 yıldır ticaret, finans, sanat ve eğitimin tek merkezinin İstanbul haline getirilmeye başlandığını belirten Özgen, küçük şehirlerin "evet demek zorunda bırakıldığını" anlatıyor:
"'Evet'in yüksek çıktığı küçük nüfuslu yerler son 20 yılda tarımdaki gelirlerini ve yetişkin üretim gücü olan nüfuslarını kaybeden, iktidarın elinde oyuncak gibi kalan orta yaş üstü, küçük nüfuslu kentler.
"Artık kırsal alanda kentsel malzemenin olduğunu görüyoruz. Kırsaldan geçinme özelliği kalmadı, kırsal alanlar da hazır yiyorlar. Devletten, devletin ihaleleriyle ve devlete yakın durarak geçiniyorlar başka bir geçim kaynakları kalmadığı için.
"Küçük yerlerde müteahhitlik işleri, devlet katında çeşitli pozisyonlar veya destekler bulabilmek için AKP'ye yakın durmanız gerekiyordu. Artık bu da yetmiyor, oyunuzun fotoğrafını çekmeniz, evladınızı da bu şekilde yetiştirmiş, yerleştirmiş, kurban vermiş olmanız gerekiyor.
"Geçmişte çocuğunu dağa vermek neyse şimdiki kırsal bölgelerde de devlete kurban vermek gerekiyor."
Neşe Özgen'e göre küçük ve büyük kentler arasındaki bir diğer fark da devletin denetim mekanizmalarının etkisi.
Büyük nüfuslu kentlerde insanların anonim kalıp kendisine benzeyen kişilerle kolay etkileşim kurabileceğini ve itiraz mekanizmaları geliştirebileceğini söyleyen Özgen, "Ama küçük yerlerde korku kol geziyor. Hakikaten insanların gelir ağları son derece daraldı ve devletten başka, devletin kendilerine vereceği ulufelerden başka, onun dağıtacağı yardımlardan, açacağı kapılardan başka hiçbir çaresi kalmadı. Büyük kentlerde de işsizlik üzerinden korku mekanizması kuruluyor fakat bu daha az geçerli, korku mekanizması kırılabiliyor" diyor.
Referandumda ortaya çıkan kent/taşra ayrımının nedenlerini anlatan Özgen'e, bu farkın önümüzdeki dönemlerde ne gibi sonuçları olabileceğini sorduğumuzda "Protestolar ve devletin baskı mekanizmasında çok ciddi sonuçları olacaktır" diyor ve ekliyor:
"Büyük şehirlerde protestolar gelişirken küçük şehirlerde gelişmiyor. Bu küçük şehirlerden devşirilen paramiliterlerle büyük kentlerin denetim altına alınacağını düşünüyorum.
"Protestolar sürecektir çünkü vicdani ve adalet mekanizması bütün ülkeyi ayağa kaldıran şeylerden biri. İnsanların örgütsüz olmasının getirdiği bir dağınıklık var ama bu da zaman içinde aşılacaktır."
Neşe Özgen, toplumda uzun bir süredir bölünme ve kutuplaşma yaratılmaya başlandığını, "ırkçı ve İslamcı söylemlerle kışkırtılan" bu ayrımın çok tehlikeli olduğunu vurguluyor.
Türkiye'de insanların sokağa çıkmanın meşruluğunun farkına vardığını fakat iktidarın sokağın meşruluğu geri almaya çalıştığını belirten Özgen "Bunun için yeni bir baskı sistemi kuracağını düşünüyorum" diyor:
"İtiraz mekanizması en güçlü kesimleri baskılayarak zorla ona istemediği bir elbiseyi giydirmeye çalışırsanız bu şiddet size döner. Çünkü zorun sonu zorun kendinize dönmesidir. Şiddeti büyütürseniz şiddet döner sizi vurur.
"Bu kadar siyasi analiz yapan, bu kadar uzmanları olan AKP'nin bunu görmeyeceğini düşünmek hata olurdu. AKP içinde hâlâ akli davranış gösterebilenlerin bunu gördüğünü ve gerginlik yaratmak yerine hiç değilse biraz barışçıl bir dil kurmaya çalıştığını gördüm. Fakat ne yazık ki yeterli değil ve AKP'nin kendi içindeki çatışma da dahil olmak üzere bütün çatışma biçimleri toplumun her kesimine sirayet etmeye başladı.
"Yalnızca toplumun muhtelif kesimleri arasında düşmanlıktan söz etmiyorum, böyle giderse çocuklara, kadınlara, yaşlılara, engellilere, LGBT'lere, Kürtlere, Hıristiyanlara, en kırılgan gruplardan başlayarak sokakta nedensiz şiddetin daha da yaygınlaşacağını düşünüyorum."
IPSOS'un referandumun ardından yayınladığı bir çalışmaya göre işçi, öğrenci, ev kadını, emekli ve işsiz kategorilerinden yalnızca ev kadınlarında evet çoğunluktaydı.
Özgen, bu tabloyu da AKP'nin ev kadınları arasındaki örgütlenmesine bağlıyor:
"AKP mahallelerde, toplum içinde statüsü olmayan işsiz ev kadınlarına özel bir statü yüklemeye başladı. Ev kadınlığı ve annelikle bazı şeyleri kazanan, maaş alan, bazı nitelikleri dolayısıyla şimdiye kadar hak ettiği yeri bulamayan birçok insan AKP'nin içerisinde kendisine bir gelişim alanı açabildi, bu kıymetli bir alandır."
Neşe Özgen, buna rağmen AKP'nin ev kadınları arasındaki desteğinin de azalmakta olduğunu söylüyor.
Referandumda nüfus bakımından en büyük 6 ilden 5'inin, ekonomik anlamda en büyük 15 ilden 10'unun 'hayır' demesinin nedenini bir de Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı'ndan (SETA) Nigar Tuğsuz'a sorduk.
Toplum ve Medya Direktörlüğü Araştırmacısı Tuğsuz, "Bu gerçekten ilginç bir sonuç, kimsenin inkar edemeyeceği bir realite var ortada" diyor ve ekliyor:
"Üç büyük şehrin aynı anda düşük çıkması siyasi partileri de kendi politikaları doğrultusunda düşünmeye sevk edecektir."
Tuğsuz'a göre bunun arkasında Türkiye'deki agresif siyasal ortam yatıyor.
Bu ortamın hem kitleler hem de partiler üzerinde bir etki yaptığını söyleyen Tuğsuz, "AK Parti bu ortamda ayakta kalabilmek, varlığını sürdürebilmek ve iddialarını koruyabilmek için daha hızlı hareket etmek, bazen ilkelerinden taviz vermek, bazen agresifleşmek zorunda kaldı" diyor.
AKP'nin zor bir dönemden geçtiğini, tabanını koruyabilmek için sürekli yeni ittifaklar yapmak zorunda kaldığını belirten Nigar Tuğsuz, diğer partilerin tabanlarında ve ittifaklarında da değişimler olduğunu söylüyor:
"Büyük şehirlerde yaşayanlar ve ekonomiyi elinde tutan aktörlerin 'hayır' tarafında gözükmesinin nedenini ben önemli oranda bu agresif siyasal ortamın AK Parti'nin yapısında meydana getirdiği dönüşümle açıklıyorum.
"Çünkü eğitimli, şehirli kişiler dediğimiz kitlenin bir kere her şeyden önce demokratikleşme beklentisi daha yüksektir. 'Hayır'a kayan oyların bu demokratikleşme beklentisinden ve AK Parti'nin içine sıkıştığı agresif siyasal ortamdan kaynaklandığını düşünüyorum."
Tuğsuz, bu dönemin önemli bir dönüm noktası olduğunu ve AKP'nin artık kendisini yenilemek ve oy kaybettiğini düşündüğü sosyoekonomik kesimlere ilişkin bir takım adımlar atması gerektiğini vurguluyor:
"Şimdiki gibi devam etmesi zaten düşünülemez, kendisini gözden geçirecektir. En azından bu dönemden sonra Türkiye içerisinde AK Parti üzerindeki baskıların ve daraltılmaların kalkacağını varsayarsak AK Parti'den beklentilerin yükseleceğini ve kendisini bu anlamda muhakkak revize edeceğini söyleyebiliriz.
"Aksi takdirde daha da zorlanacaktır, tabanından daha da fazla kopmalar olacaktır.
"Eğitimli ve şehirli dediğimiz kesime hitap edecek çok fazla şey yoktu bu dönemde.
"Bu sıkışmışlıkla devam ederse tabandaki ittifaklar daha da düşecektir.
"Her zaman taşradakilerin dediğinin olması ve eğitimli kesimin dediğinin olmaması mümkün değil, sürekliliği olamaz.
"AK Parti ayakta kalabilmek ve gücünü devam ettirebilmek için muhakkak bunlara hitap edebilmek ve bunları kazanmanın politikalarını üretmek zorundadır.
"Aksi takdirde partinin varlığı ve devamı gerçekten tehlikeye düşer."
Referandum kampanyaları sürecinde anayasa değişikliği paketinin içeriğinin çok anlaşılamadığını, eğitimli kesimin teklifi okuyup kararını verirken siyasal partilerin daha popülist söylemlerle propaganda yaptığını belirten Nigar Tuğsuz, "Kim popülist söylemi daha çok başarılı kullanıyorsa onun söylediği daha yüksek çıktı" diyor ve bunun ev kadınlarının da tercihini etkilediğini söylüyor.
Tuğsuz'a göre nüfusun yüzde 61'ini oluşturan ve referandumda 'hayır' diyen büyük şehirlerin karşı çıktıkları bir sistemle yönetilmeyi kabul etmemesi söz konusu değil. "Toplum aslında sonuçlara bakar" diyor Tuğsuz, "Seçim sonuçlarına bakar. Dolayısıyla burada seçimi bir şekilde bir taraf kazandıysa, buçukla, birle hiç önemli değil, toplumda buna saygı göstermenin bir konsensüsü vardır".
Türkiye'ye ilkleri yaşatan referandum sonucunun işaret ettiği toplumsal ayrışmanın nedenleri ve sonuçları hakkında herkesin farklı fikirleri var. Bu ayrışmaları en doğru şekilde kavrayan partiler ise önümüzdeki süreçte hitap ettikleri toplumu daha iyi analiz ederek bunu bir avantaja çevirebilir.