Gündem

Referandum yetkisi, MGK'nın kaldırılması ve seçim kanunu değişikliği; MHP, AKP'nin anayasa değişikliği teklifinden neleri çıkardı?

MHP'li Parsak: Seçim kanununda değişiklik teklif edildi, reddettik

15 Aralık 2016 14:51

Anayasa değşikliği konusunda AKP ile yürütülen müzakereleri MHP adına yürüten MHP Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet Parsak, teklifte nelerin yer aldığını, parti olarak hangi maddelere itiraz ederek paketten çıkardıklarını anlattı. AKP'nin teklifinde, cumhurbaşkanının yetkileri ara­sında, istediği konuda doğrudan doğruya halk oylamasına başvurmanın olduğunu söyleyen Parsak, "Cumhurbaşkanı’nın veto ettiği bir kanun Meclis’te yeniden kabul edildi. AK Parti o durumda Cumhurbaşkanı’nın halk oylamasına başvurabilmesini öngörüyordu. 'Böyle bir şey olmaz, o zaman Meclis’in ne görevi olacak?' dedik" ifadesini kullandı.

Parsak'ın açıklamalarına göre, MHP'nin tekliften çıkardığı maddeler arasında Milli Güvenlik Kurulu’nun kaldırılması da var. Parsak, "Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaş­tıracak biçimde düzenlenir, fıkrası ile 'Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanamaz' fıkrasının kaldı­rılmasını önerdi. Bunlara da itiraz ettik" dedi. 

Parsak, Anayasa değişikliği paketinde net bir yanıtı bulunamayan cumhurbaşkanının genel başkan­lık konusuna ilişkin olarak, "Emredici düzenleme konulmadı. Cumhurbaşkanı adayı 'Ben partimin de genel başkanı olacağım' diye vaatte bulu­nacak, millet de takdir ederse seçecek" diye konuştu.

Habertürk gazetesinden Kübra Par'ın sorularını yanıtlayan (15 Aralık 2016) MHP'li Parsak'ın açıklamalarından bazı bölümler şöyle:

Peki, sizin önünüze ilk ne gelmişti? Neyi ekleyip çıkardınız?

İlk öneride Cumhurbaşkanı ve Baş­bakan arasındaki ikibaşlılığın kal­dırılması öneriliyordu ama bunun karşılığında Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğu sadece vatana ihanetle sınırlandırılıyordu ve bu da Meclis’in 4’te 3’ünün oyuna bağlanıyordu. Biz buna karşılık, “Bu kadar yetkiye rağmen sorumluluğunu sembolik düzeyde tutamazsınız” dedik. Bizim önerimiz üzerine bu bölüm değişti­rildi. Cumhurbaşkanı sadece vatana ihanet suçunda değil, herhangi bir suç işlediğinde Yüce Divan’da yargıla­nabilecek. Ayrıca 4’te 3 oranı da değiş­tirildi, 3’te 2’de mutabakata varıldı.

3’te 2 de çok yüksek bir oran değil mi? Milletvekili sayısı 600’e çıkacak. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle parlamento seçimleri aynı anda yapılacağına göre, Meclis’te Cumhurbaşkanı’nın partisinden yaklaşık 300 milletvekili olacaktır. Bu durumda, Cumhurbaşkanı’nın yargılanabilmesi için kendi partisinden 100 milletvekilinin onayı gerekiyor...

Bize bu teklif geldiğinde “4’te 3 çok fazla, nihayetinde 5’te 3 olmalı” dedik. Ama siyasette bir idealler var, bir de imkânlar var. Sürece müdahil olmasaydık, yapılacak muhtemel bir seçimde HDP’nin barajın altında kalması durumunda, AK Parti 330’u aşsaydı, hiçbir etkimiz olmayacaktı. Hem sorumsuzluğunun hem de 4’te 3 oranının kalıcı hale gelmesi ihtimali varken, 4’te 3’ten 3’te 2’ye düşürmek çok kayda değer bir neticedir.

Cumhurbaşkanı’nın Yüce Divan’a sevki dışında içinize sinmeyen hangi maddeler vardı?

Cumhurbaşkanı’nın cezai sorum­luluğunun olması dışında en önemli mesele, Cumhurbaşkanı’na kararname çıkarma yetkisi verilmesi. Şu anki sis­temde Bakanlar Kurulu kanun hük­münde kararname (KHK) çıkarabiliyor. Bu, yürütmenin daha etkin çalışabil­mesi için gerekli. Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nun yetkilerini Cumhurbaşka­nı’nda topladığınızda, devletin işleyişini sekteye uğratmamak için bir karar­name yetkisine ihtiyaç olduğu ortada. Ama bize gelen metinde “Cumhurbaş­kanı genel siyasetin yürütülmesinde ihtiyaç duyduğu konularda kararname çıkarabilir” yazıyordu. Ucu çok açık, çok sınırsız bir başlangıç yapıyordu. Bunun değişmesini istedik. Yeni hali şöyle oldu: “Cumhurbaşkanı, sadece yürütme yetkisine ilişkin konularda kararname çıkarabilir. Anayasa’da kanunla düzen­lenmesi öngörülen veya kanunda açıkça düzenlenmiş konularda kararname çıka­ramaz. Kişi hak ve hürriyetleriyle siyasi hak ve hürriyetler, kararnameyle düzen­lenemez. Cumhurbaşkanı kararname­siyle kanunlar arasında çelişki doğarsa, kanun hükümleri uygulanır. TBMM’nin aynı konuda kanun çıkarması duru­munda Cumhurbaşkanı kararnamesi hükümsüz hale gelir.” Kısacası, Cum­hurbaşkanı’nın kararname yetkisini sınırladık ve çerçevesini belirledik.

Ya Cumhurbaşkanı’nın OHAL sırasında çıkaracağı kararnameler?

15 Temmuz’dan sonra kurulan mini Anayasa paketinde, CHP’nin getirdiği çok güzel bir teklif vardı. “OHAL döne­minde çıkarılan KHK’lar yayınlandıkları gün yürürlüğe girer ve Meclis’e sunulur. Meclis’e sunulduğu andan itibaren 30 gün içinde kabul edilmezse kendiliğin­den yürürlükten kalkar” diyordu. Bunu biz kabul etmiştik ama AK Parti kabul etmemişti. Cumhurbaşkanlığı sistemini düzenlerken “Gelin, bunu bu pakete koyalım” dedik. Yeni düzenlemede OHAL, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi 30 gün içinde TBMM tarafından onay­lanmazsa kendiliğinden yürürlükten kal­kacak. Ayrıca bütün bunlara rağmen bir hukuksuzluk olursa diye Cumhurbaş­kanlığı kararnamelerine Anayasa Mahke­mesi’nin denetim yolunu açtık. “MHP bu süreçte ne katkı yaptı?” sorusuna veri­lebilecek önemli cevaplardan biri budur. MHP olarak, sistemin nüvesine ilişkin yetki ve sorumlulukları olabildiğince hak­kaniyetli hale getirdik. Bu kapsamda en önemli yetki olan kararname yetkisinin hukuka uygun hale gelmesini sağladık.

 

"Cumhurbaşkanına istediği
konuda referandum yapma yetkisi vardı"

 

Parlamentoya ilişkin hangi maddelere itiraz ettiniz?

 

Mevcut Anayasa’nın 89. maddesinde, Cumhurbaşkanı’nın veto yetkisi düzen­leniyor. Cumhurbaşkanı bir yasayı veto ettiğinde, TBMM onu aynen kabul edip tek­rar gönderirse, Cumhurbaşkanı onayla­mak zorundadır. Buna karşılık AKP yeni sistemde “Cumhurbaşkanı veto ederse, Meclis onu ancak 5’te 3 çoğunlukla geri gönderdiğinde Cumhurbaşkanı yayımlamak durumundadır” diyordu. Bu ağır bir veto yetkisidir, kabul edilebilir değildi. Şu anki sistemde 184 milletvekiliyle kanun çıkar­mak mümkün. Biz mevcut hükmün aynen korunmasını istedik ama idealimizdeki ger­çek olmadı. Salt çoğunlukta anlaştık. 5’te 3 ile salt çoğunluk arasında çok kayda değer bir fark var. Bu adımımız, TBMM’nin gücü­nün korunması bakımından çok önemlidir. Ayrıca Cumhurbaşkanı’nın yetkileri ara­sında, istediği konuda doğrudan doğruya halk oylamasına başvurmak vardı. Diyelim, Cumhurbaşkanı’nın veto ettiği bir kanun Meclis’te yeniden kabul edildi. AK Parti o durumda Cumhurbaşkanı’nın halk oylamasına başvurabilmesini öngörüyordu. “Böyle bir şey olmaz, o zaman Meclis’in ne görevi olacak?” dedik.

Peki, bakanlar suç işlerse Yüce Divan’a nasıl sevk edilecekler?

Cumhurbaşkanlığı’nda olduğu gibi 1/2’nin vereceği önerge ile 5’te 3’ün soruş­turma açılması kararı üzerine, 3’te 2’nin kararıyla Yüce Divan’a gönderilebilecek.

 

"Milli Güvenlik Kurulu’nun
kaldırılması teklif edildi"

 

Peki Cumhurbaşkanı’na Meclis’i feshetme yetkisi verilmesi?

Şu anki sistemde olmayan bir yetkiyi Cumhurbaşkanı’na tanıyor değiliz. Anaya­sa’mızın mevcut 116. maddesi, Cumhur­başkanı’na böyle bir yetkiyi veriyor zaten. Şimdi giyotin sistemi öngörüyoruz. Eğer Cumhurbaşkanı bir kriz öngörerek parla­mentonun görev süresini sonlandırmak isterse, kendisi de seçime gidecek. Aynı şekilde, Meclis de Cumhurbaşkanı’nı feshederse kendisi de seçime gidecek.

Ama Meclis’in 5’te 3 çoğunluk gibi bir kritere ihtiyacı var, oysa Cumhurbaş­kanı’nın yok. Hakkaniyetsizlik değil mi?

Dediğim gibi, mevcut Anayasa’da Cumhurbaşkanı’nın fesih yetkisi zaten var. Buna karşı parlamentoya da böyle bir yetki kazandırmış oluyoruz. Biz hakkaniyet gereği salt çoğunluk olması gerektiğini ileri sürdük ama 5’te 3 olarak neticelendi.

Başka nelere itiraz ettiniz?

Milli Güvenlik Kurulu’nun kaldırılması teklif edildi, “Muhafazasında fayda vardır” dedik. Ayrıca AKP, “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaş­tıracak biçimde düzenlenir” fıkrası ile “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanamaz” fıkrasının kaldı­rılmasını önerdi. Bunlara da itiraz ettik.

Cumhurbaşkanı’nın genel başkan­lık konusu neden netleştirilemedi?

Emredici düzenleme konulmadı. Cumhurbaşkanı adayı “Ben partimin de genel başkanı olacağım” diye vaatte bulu­nacak, millet de takdir ederse seçecek.

“Cumhurbaşkanı aynı zamanda partisinin genel başkanı olursa parlamentodaki milletvekil­leri üzerinde etki gücü olur. Yargı üyelerinin de yarısını seçiyor. Yasamayı, yürütmeyi, yargıyı kontrol altına alan bir Cumhurbaşkanı öneriliyor. Bu uzun vadede Türki­ye’de otoriter bir yönetime neden olabilir” eleştirisine ne diyorsunuz?

Bu tartışmaların ortaya çıkmasının sebebi fiili durum değil mi? Şu anki fiili durum itibarıyla Cumhurbaşkanı, aynı zamanda Başbakan ve parti genel başkanı gibi hareket ediyor. Biz bu fiili duruma sınırlama getirmek istiyoruz. AK Parti’nin teklifini aldık. Şekillendirebildiğimiz, etki edebildiği­miz yere kadar etkiledik. CHP diyor ki: “Efendim, buna siz neden meşrui­yet kazandırıyorsunuz?” Biz de seyirci kalabilirdik. Bu uygulamalar söz konu­suyken, sorun yokmuş gibi davra­nabilir, kafamızı kuma gömebilirdik. Ama uygulama gitgide zeminini sağ­lamlaştırıyor. Zaman geçtikçe hiç etki edemeyeceğimiz bir süreçle karşılaşa­bilirdik. O zaman belki Anayasa’nın ilk 4 maddesi de tartışmaya açılırdı. Bu süreç aylarca tartışılacak. Milleti­miz CHP’nin dediği gibi düşünüyor ve değerlendiriyorsa zaten o durumda referandumda “Hayır” diyecektir.


Söyleşinin tamamı için tıklayın