Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Gülen cemaati yayınlarını da kapsayan 14 Aralık operasyonu kapsamında tutuklanan Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca hakkında verilen tutuklama ve tahliye kararlarına ilişkin olarak AYM'ye 47 sayfalık bilimsel görüş raporu sundu. Raporda, söz konusu "tutuklama kararının siyasi saiklerle yapıldığı ve tartışma konusu olan 32. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen tahliye kararı halen geçerli olduğu" öne sürdü.
Aynı zamanda Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Yargılama Hukuku öğretim üyesi olan Selçuk,Karaca'nın avukatları hak ihlalleri ve tahliye talebine ilişkin Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) yaptığı başvuru dilekçesine ek olarak, soruşturmaya yönelik alınan bilimsel görüş de sundu. Zaman’dan Mürsel Genç’in haberine göre Sami Selçuk, bilimsel incelemede ulaştığı sonuçları 3 ana başlıkta ele aldı.
Zaman’da yer alan haberin tam metni şöyle:
Bilimsel mütalaada, Tahşiye soruşturmasında olduğu şekilde, dizi senaryosu üzerinden yapılan suçlamaların hukuki bir karşılığının bulunmadığı ifade edildi. “Özellikle düş ürünü bir dizide geçen sözlerden esinlenilerek yapay kanıtlar üretilmesi, bugüne değin ceza yargılamasında bildiğimizce hiç yaşanmamıştır.” denilerek hayal ürünü yapıtlar, varsayımlar, kanıt ve dolayısıyla ceza yargılamasının konusu olamayacağı belirtildi. Düş ürünü kanıtlarla zan üzerine hüküm kurulamayacağına vurgu yapıldı.
Karaca ve polisler hakkında 32. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen tahliye kararının halen geçerli olduğu, bu kararın uygulanmamasının ise açıkça anayasal suç teşkil ettiği ifade edildi. Hukuki geçerliliğini koruyan kesinleşmiş mahkeme kararının ancak savcılık tarafından kanun yararına bozma yoluna başvurularak kaldırılabileceği belirtildi.
Soruşturmaya ancak ve ancak suçun işlendiğine ilişkin bir kuşkuyu kanıtlayabilecek deliller üzerine başlanabileceğinin altı çizilen raporda, “Tahmine dayanan neden yeterli sayılırsa ceza yargılaması ister istemez başına buyrukluğa ve hak ve özgürlüklerin çiğnenmesine yol açar.” ifadeleri kullanıldı. Soruşturmada, suçlamaları destekleyici somut kanıtlara dayanılmadığı, söylentiye dayanan yapay verilerle, soyut ve hayali iddialarla yola çıkıldığına dikkat çekildi.
Dosyadaki kanıtların hiçbirinin ceza yargılaması hukukunda aranan niteliklere haiz olmadığı kaydedildi. Delil olarak sunulanların ise suçlamaları temsil edici, destekleyici, bilime, akla ve mantığa, maddi gerçeğe ve dolayısıyla hukuka uygun, sağlam ve güvenilir olmadığının altı çizildi.
‘Gülen'e yöneltilen suçlamalar siyasi’
Soruşturma kapsamında hakkında yakalama kararı verilen Fethullah Gülen'e uygulanmak istenen yakalama gibi işlemler için, “Hukuki ve ciddi olmaktan uzaktır.” ifadeleri kullanıldı. Gülen'in adresinin belli olduğu, 10 yılı aşkın süredir yurtdışında oturması ve ülkeye dönmemesinin kendisine ulaşılamayacağı anlamına gelemeyeceği dile getirildi. Gülen hakkındaki zorla hükümeti düşürmeye kalkışma gibi suçlardan dolayı yapılan soruşturmada dayanılan kanıtların temelsiz olduğu kaydedildi. Gülen'e atfedilen suçların siyasal suçlar olduğu ve siyasal suçluların geri verilmelerinin de olanaksız olduğu belirtilerek, “Bu istisnayı aşmak amacıyla yapay biçimde tevatürlerle (söylenti) oluşturulmaya çalışılan terör örgütü kurma suçlaması ve kurgu suç yaratma girişimi ise ABD makamlarınca değerlendirme yapılırken olasılıkla Türkiye'yi gülünç duruma düşürecek nitelikte ve boyuttadır.” denildi. “Bu isteğin ciddi bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'ni uluslararası düzeyde mahcup etmesi güçlü bir olasılıktır.” ifadelerine yer verildi.
‘Ekrem Dumanlı'nın yurt dışı yasağı anayasaya aykırı’
Özgür medyaya darbe soruşturması kapsamında Ekrem Dumanlı'ya uygulanan yurtdışına çıkış yasağının da değerlendirildiği raporda, bu yasakla ceza yasası ve anayasanın açıkça çiğnendiği kaydedildi. “...tutuklanmayı gerektirecek ölçüde kuvvetli suç şüphesine dayalı somut deliller bulunmadığı...” yargısına ulaşan mahkemenin daha sonra adli kontrol yükümlülüklerinden biri olan “yurtdışına çıkmama”ya karar vermesinin çelişkili olmaktan da öte, kanuna açıkça aykırı olduğu, yasal olmadığı belirtildi. Bu yasağın ayrıca Anayasa'da güvence altına alınan seyahat özgürlüğünün de ihlali olduğu kaydedildi.
‘Karaca'nın tutuklanması tedbir değil, ceza’
Hidayet Karaca hakkında uygulanan tutukluk tedbirinin de değerlendirildiği raporda, “kaçma şüphesi” üzerine inşa edilen hükmün hukuksuzluğu anlatıldı. Karaca'nın soruşturma başlatılacağı haberlerinin basında yer alması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı'na giderek ifade vermek istediği, hakkında yakalama kararı olduğunu öğrenmesinden sonra da İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne yine kendiliğinden gittiği hatırlatıldı. Ayrıca Karaca'nın güvenli ve belirli bir yerleşim yeri ve açık adresi bulunduğu kaydedilerek, “Bütün bu olgular gözetildiğinde tutuklama gibi ağır bir koruma önleminin uygulanması, geciktirilemez nitelikte değildir, haklılık görüntüsü vermemektedir, araç ile amaç arasında dengeden yoksundur. Tutukluluk, orantısız ve ölçüsüzdür.” denildi.
“Karaca'nın tutuklanması, önlem olmaktan çıkmış, bir tür “öne alınmış ceza”ya dönüşmüştür.” denilerek “Günü kurtaran, basmakalıp yinelemelere dayanan gerekçe, belirsiz ve yetersiz olmanın da ötesinde gözlerden kaçırma ve peçeleme izlenimi yaratmaktadır.” tespitinde bulunuldu.
‘Tahliye kararı hukuken geçerli’
Raporda, sulh ceza hakimleri hakkında verilen reddihakim kararı ile Karaca ve 63 tutuklu polis hakkında verilen tahliye kararları da değerlendirilerek, kararların yerinde ve doğru gerekçelere dayandığının altı çizildi. Bu kararların kesinleşmiş mahkeme kararları olarak hukuki geçerliliğini halen korudukları ve uygulanmamasının açıkça suç oluşturduğu vurgulandı. Kararların hukuksal yollarla kaldırılmadıkları sürece geçerli oldukları belirtilerek, “Anayasa'nın ‘Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez' (m. 138/4) buyruğuna göre de söz konusu kararların yerine getirilmeleri zorunludur.” tespiti yapıldı. Ayrıca 10. Sulh Ceza Hakimliği'nin 29. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen reddihakim kararını yok hükmünde sayması ile 32. Asliye Ceza Mahkemesi'nde geçici olarak görevlendirilen hakimle tahliye kararının geri çekilmesinin bugüne kadar hukukumuzda yaşanmamış örnekler olduğu ifade edildi. Bu uygulamaların mevcut kararların uygulanmasını etkileyecek türden de olmadığı belirtilerek, “Yaşanan olaylar, ülkemizde ne yazık ki, günün birinde herkese gerekli olacak olan hukukun araç haline dönüştürüldüğünü göstermektedir ve son derece üzücüdür.” denildi.