Türkiye yaşanan ‘döviz krizinin’ şimdilik ‘likidite krizine’ dönüşmesini engellediğine dikkat çeken Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, “Ne var ki orta vadede özel sektörün bir borç kriziyle karşılaşma olasılığı hâlâ çok yüksek. Ülkenin asıl Aşil topuğu, finans dışı şirketlerin yarısı yurt dışına, yarısı yerel bankalara olan 337 milyar dolar döviz borcu” dedi.
Cumhuriyet'ten Olcay Büyüktaş'a açıklamalarda bulunan Kozanoğlu’nun konuşmasının satır başları şöyle:
-Bir yıl altındaki vadede finansal varlıklar yükümlülükleri aştığı için borç temerrütleri hemen gündeme gelmeyebilir. Ancak özellikle “ inşaat , enerji ve perakende” sektöründeki yeterli döviz geliri bulunmayan firmaların bilançolarının orta vadede bu yükü taşıması olanaksız görünüyor. Ekonomi yapısal sorunlarla malul iken, motoru aşırı ısındırmak balataların yanmasını getirdi. Malum Rahip Andrew Brunson vakasının ancak krizi tetikleyen ikincil bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz.
-Rezerv karşılık oranlarının düşürülmesiyle serbest kalan likidite, bankaların acil taleplerinin karşılanmasını sağladı. Ne var ki orta vadede özel sektörün bir borç kriziyle karşılaşma olasılığı hâlâ çok yüksek.
"Ocağına düşeceğiz"
-2001 krizi sırasında 117 milyar dolar olan Türkiye’nin dış borçları 2018’in 2. çeyreğinde 466 milyara ulaştı. Bu dolarda bir kuruşluk artışın borç yükünün 4.7 milyar TL sıçramasına neden olduğu anlamına geliyor. IMF son Türkiye raporunda TL’nin yüzde 30’luk bir değer kaybının dış borçların GSMH’nin yüzde 83’üne ulaşmasını getireceğini hesaplıyordu. Ne yazık ki korkulan bu senaryo gerçekleşme yolunda.
-Ülkenin asıl Aşil topuğu, finans dışı şirketlerin yarısı yurt dışına, yarısı yerel bankalara olan 337 milyar dolar döviz borcu.
-Yabancılar borsadaki ve Devlet İç Borçlanma Senetleri’ndeki portföylerini büyük ölçüde boşalttıkları için buralardan ‘döviz kuruna’ bir saldırı olanaksız. Asıl dış borç yenilemelerinde sorun yaşanacak. Avro tahviller dahil Türkiye’nin dış borçlarının yüzde 90’ının alacaklısı özel sektör. Bu da “uluslararası piyasaların” ocağına düşmek anlamına geliyor.
Balatalar yandı
Ekonomi zaten yapısal sorunlarla malul iken, motoru aşırı ısındırmak balataların yanmasını getirdi. Özellikle, 2017’de açılan 200 milyar TL’yi aşan Kredi Garanti Fonu kefaletli krediler fitili ateşledi. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana çok elverişli küresel koşullarda (düşük faiz, bol likidite) özellikle “sıcak para” girişlerine hız verildi. Göreceli “değerli kur, yüksek faiz” ikilisi, Türkiye’ye sermaye çıkışlarını davet etti. “Mali disiplin” dahil başından beri “neoliberal tasarımın” kurallarına riayet eden Tayyip Erdoğan “düşük faiz” saplantısıyla, “piyasalarda kavgayı” kızıştırınca ipler koptu. Yıllardır biriken yapısal sorunlar (yüksek cari açık, aşırı borçlanma, düşük tasarruf), kurumsal yapıların da çöküşüyle birleşince (liyakatin reddi, keyfi yönetim, gerici eğitim vb.) kaçınılmaz son yaklaştı.
-Haziran cari denge rakamları, 3 milyar dolar açığa karşın, dış kaynak imkânlarının 4.5 milyar dolar daraldığını gösteriyordu. Kaynağı belirsiz 450 milyon dolar bir yana bırakılırsa, Merkez Bankası rezervlerinden 7 milyar dolar eksilmeyle haziran atlatılmıştı. Ancak tüm bunlar bir krizin yaklaştığının, Türkiye’nin kredibilitesini yitirdiğinin alametleriydi.
Böyle bir okumayla malum rahip vakasının ancak krizi tetikleyen ikincil bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Doğaldır ki, Trump’ın ‘abuk’ tweetlerinin ‘sinyal etkisinin’ çıkış yolu bulmayı ne denli güçleştireceği gerçeğini ihmal etmeden.