Birgün yazarı Hayri Kozanoğlu, "faiz sebeptir, enflasyon netice' tezini, üstelik de 'benim teorim' diye başlayan bir cüretle uluslararası yatırımcılara empoze etme gayreti haliyle ters tepti" sözleriyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı eleştirerek, "Rüzgâr arkadan estiği müddetçe işler tıkırında giderken, oynadığı oyunun kurallarını öğrenme zahmetine katlanmaması pahalıya mal oldu" diye yazdı.
Kozanoğlu'nun Birgün'deki yazısı (29 Mayıs 2018) şöyle:
Bu hafta 10’ar maddelik metinlerle Türkiye ekonomisini enine boyuna masaya yatırmak istiyoruz. Diziye dövizin yükselmesinin nedenleriyle başlıyoruz. Çarşamba günü ekonominin yapısal sorunlarını, perşembe nasıl bir süreç öngördüğümüzü, cuma bu çalkantının sade yurttaşımızı ne şekilde etkileyeceğini ele alacağız. Cumartesi günü ise çözüm önerilerimizi sunacağız. Bundan sonraki tartışmalara zemin hazırlayabilir, AKP’ye rejimine karşı direnen öznelere ilham verebilir, hepsinden önce BirGün okurlarının kafasındaki sorulara cevap getirebilirse bu çalışma amacına ulaşmış olacaktır.
1 Türkiye özellikle küresel finansal kriz sonrasında düşük faizli, gürül gürül akan uluslararası sermaye akışları nedeniyle hızlı büyüme oranları yakaladı, dış açıklarını fonlamada zorlanmadı. 2013 Mayısında o zamanki ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke’nin tahvil alımlarını yavaşlatma açıklamasıyla birlikte “sıcak para” yön değiştirdi. Son haftalarda da özellikle Amerika’nın 10 yıllık tahvil faizlerinin yüzde 3’lük psikolojik sınırı aşmasıyla “yükselen ülkelerden” çıkış hızlandı. Bu süreçte tüm benzer ülkelerin paraları değer yitirirken, IMF’ye başvurmak zorunda kalan Arjantin’in ardından en büyük vurgun yiyen TL oldu.
2 Böyle bir ortamda faizleri yükseltmeden dövizi tutmak mümkün olmaz. Eğer ülkeniz uluslararası sermaye akımlarına açıksa, döviz ile faizden ancak birini kontrol edebilirsiniz; diğerinin düzeyini ise “küresel sermayenin tanrıları” belirler. Türkiye 2014 öncesi dönemde, sermayenin yoğun girişiyle kendi standartlarında düşük faizle borçlanırken, TL’nin aşırı değerlenmesi karşısında önlem almadı; “Nasıl olsa dış açıkları finanse edebiliyorum” diye avundu. Sermaye akışlarının yönü değişince, faizi yükseltmeden dövizi tutamayacağını anlamakta ne yazık ki çok geç kaldı.
3 Böyle bir konjonktürde RTE’nin, “faiz sebeptir, enflasyon netice” tezini, üstelik de “benim teorim” diye başlayan bir cüretle uluslararası yatırımcılara empoze etme gayreti haliyle ters tepti. Rüzgâr arkadan estiği müddetçe işler tıkırında giderken, oynadığı oyunun kurallarını öğrenme zahmetine katlanmaması pahalıya mal oldu.
4 Türkiye’de enflasyonun artış trendinde olması, gerek yerel gerekse de yabancı yatırımcıların hoşuna gitmez. Ellerindeki finansal varlıkların, özellikle hazine bonolarının reel faizlerinin düşmesi riskinden tedirgin olurlar. Bu da TL varlıklardan kaçışı, dövize yönelmeyi teşvik eder.
5 Son yıllarda yerli yatırımcıların giderek daha fazla “para ikâmesini”, yani dövizle tasarrufu tercih ettikleri gözleniyor. Döviz değer kazandıkça kârı realize ederek TL’ye dönme davranışının da yerini, “dövizde konuşlanmaya” bıraktığı görülüyor. En son veriler, yerlilerin 85.7 milyar doları gerçek kişilere (yüzde 62’si dolar, yüzde 27’si avro), 66.1 milyar doları tüzel kişilere (yüzde 58’i dolar, yüzde 40’ı avro) ait olmak üzere, 151.8 milyar dolar döviz mevduatı bulunduğunu gösteriyor. Son zamanlarda arttığı tahmin edilen “yastık altı” döviz alımları da cabası…
6 Yapılan araştırmalar TL’nin spekülasyona en açık para birimlerinden biri olduğunu gösteriyor. Uluslararası ödemeler bankasının araştırması, bir ayağı TL olan 71 milyar dolarlık günlük işlem yapıldığını ortaya koyuyor. Bu işlemlerin yüzde 31’i Türkiye’de, yüzde 69’u deniz aşırı gerçekleştiriliyor. Basit bir hesaplama GSMH’nin yüzde 9.9’u, yıllık dış ticaretin yüzde 20.2’si oranında günlük döviz ticareti yapıldığını gösteriyor. Böylelikle TL’nin bir tek Meksika pezosuyla karşılaştırılabilir ölçüde spekülasyona konu olduğu anlaşılıyor. Bu durum da çalkantılı dönemlerde oynaklığın artmasını tetikliyor.
7 Türkiye’nin taze döviz kaynağı gereksinimi de çok yüksek. Merkez Bankası verileri 1 yıl içerisinde vadesi gelecek döviz yükümlülüklerini Mart 2018 itibariyle 181.8 milyar dolar olarak veriyor. Buna minimum 50 milyar dolar cari açık finansmanını da katarsak, yenilenmesi gereken 230 milyar doları aşkın bir fon miktarı çıkıyor. Reel şirketler kesiminin Nisan-Mayıs dönemine yığılmış, 19.9 milyar dolar borç ödemesinin de döviz talebini yukarı çektiği tahmin ediliyor.
8 Türkiye’nin dış borçları 2017 sonunda 453 milyar dolardı. Söz konusu rakam GSMH’nin yüzde 53.3’ü ile 2002 krizinden bu yana ilk kez yüzde 50 psikolojik sınırının üzerine çıktı. Ayrıca TL’nin değer kaybıyla birlikte döviz cinsinden GSMH’nin düşeceğini öngörürsek 2018 içerisinde yüzde 60’a dayanan bir oranla karşılaşabiliriz. 2002’de özel sektörün dış borcu sadece 43 milyar dolarken, bugün 316 milyar dolar. Çünkü AKP dönemi özel sektörün tasarruf açığının yabancı tasarruflarla sağlandığı bir dönem oldu. Şimdi toplum olarak bu faturayı ödemeye hazırlanıyoruz. Bir ülkenin, en genel döviz pozisyonunu gösteren Uluslararası Yatırım pozisyonu da 674.2 milyar dolar yükümlülüğe, 443.7 milyar dolar açığa işaret ediyor. Ne yazık ki, döviz varlıklarının büyük kısmını oluşturan Merkez Bankası rezervleri de yetersiz düzeyde. 18 Mayıs tarihinde bankanın net uluslararası rezervleri 30.3 milyar dolar ile endişe verici bir noktadaydı.
9 Belki de dövize ilişkin göstergeler içerisinde en endişe verici düzeyde olanı reel sektör firmalarının döviz dengesi. Bu şirketlerin döviz yükümlülükleri 337 milyar dolar. Diğer bir ifadeyle doların her bir kuruş artışı, finansman yükünde 3.37 Milyar TL sıçramaya neden oluyor. 114 milyar dolar döviz varlıklarıyla birlikte düşününce sektörün döviz açığı 223 milyar dolar. Ne var ki döviz varlıklarına sahip firmalarla, yükümlülükleri bulunanların tam örtüşmemesi, sadece net pozisyona bakmanın yeterli olamayacağını gösteriyor. Reel sektörün döviz borçlarının kaba taslak yarısı Türk bankalarına. Bankaların döviz açık pozisyonları şu anda 48.1 milyar dolar düzeyinde bulunuyor. Ne var ki bu rakam riski tam yansıtmıyor. Çünkü şirketlere açılan döviz kredilerinin geri dönmemesinin, kredi riskini sıçratma olasılığı yüksek görünüyor.
10 Standard and Poor’s, Moody’s ve Fitch gibi kredi değerlendirme kuruluşlarının, Türkiye’yi yatırım yapılabilir ülke kategorisinden çıkardıkları biliniyor. Yine de bu rating şirketlerinin değerlendirmeleri piyasaları etkiliyor. Üç büyük markanın da misyonu, tanım gereği bir ülkeye yatırım yapanlara sinyal vermektir. Eğer siz 15 yıllık iktidarınızda giderek ülkeyi yabancı sermayeye bağımlı hale getirmişseniz, notunuz yükseldiğinde böbürlenmekten geri durmamışsanız şimdi, “Ey Fitch! Ey Moody’s!” diyerek işin içinden sıyrılamazsınız. En son, Fitch Ratings’in ülke notu yöneticinin “TL’nin zayıflığının Türkiye’nin notunu etkileyebileceği” benzeri yorumlar da haliyle ekonomiye ilişkin algıyı olumsuz etkiliyor.