Gündem

Prof Köker'den AKP'ye uyarı: Bu kez komedi ihtimaline dikkat

Prof. Levent Köker, tartışılan değişiklik paketinin “dünya demokrasi tarihine geçecek bir kararla Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilebileceği” görüşünü dile getirdi.

25 Mart 2010 02:00
 

T24 - AKP'nin isteği üzerine 2007 yılında bir anayasa taslağı hazırlayan Prof. Ergun Özbudun başkanlığındaki komisyonda yer alan Prof. Levent Köker, tartışılan değişiklik paketinin “dünya demokrasi tarihine geçecek bir kararla Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilebileceği” görüşünü dile getirdi. Köker, Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun mevcut yapısı ile siyasi partiler hakkındaki kapatma prosedürünü eleştirirken diğer yandan Cumhurbaşkanı'nın parlamanter sisteme aykırı yetkilerinin azaltılmaması ve seçim barajının düşürülmemesine de tepki gösterdi. AKP'nin neden daha önce Anayasa Mahkemesi'nden dönen “kısmi bir değişiklik” yerine seçimden sonra yeni bir anayasa için halktan “kurucu vekâlet” istemediğini sorgulayan Köker, referandumun iktidarın planladığı gibi sonuçlanmayabileceğine işaret etti. Köker, “Acaba, 'bu Meclis anayasa yapamaz' yargısına seçmenin 2007'deki gibi bir tepki göstereceği mi hesaplanıyor? Seçmen, bu defa, 2007'deki vekâleti iyi kullanmadığınızı düşünüyor olabilir; komedi ihtimaline dikkat!” ifadesini kullandı.


Prof. Levent Köker, bu görüşleri Zaman gazetesinde yayımlanan (25 Mart 2010) makalesinde dile getirdi. Köker'in makalesi aynen şöyle:


"Bu inat niye?" Anayasa neden değişmesin?



AK Parti mensubu bazı milletvekillerinin ileride TBMM gündemine bir "anayasa değişikliği teklifi" olarak sunmak üzere kamuoyuna açıkladıkları taslağın yankılarından biri, Milliyet gazetesinin önceki günkü sürmanşetinde şu sözlerle ifâde edilmişti: "Bu inat niye"?

Gerçekten de doğru, "bu inat niye?" Örneğin:

(1) Avrupa'daki tüm örneklerinin aksine, yüksek yargıdaki "co-optation" ve "kast benzeri" yapının sürdürülmesindeki bu inat niye? 12 Mart askerî müdahalesinden önceki anayasa düzenine göre üyelerinin üçte biri ilk derece hâkimlerinden oluşan bir kurul yerine, bugün sadece Yargıtay ve Danıştay tarafından üye seçilen HSYK'da ısrar niye? Toplam üyelerin yedide birinin bile TBMM tarafından seçilmesine karşı çıkmak niye?

(2) 367 başta olmak üzere, Anayasa ile çizilmiş yetki sınırlarını sürekli olarak ve –hadi "ağır" konuşmayalım- en tartışmalı bir biçimde ve kamuoyunda kendi meşrûiyetinin zayıflamasına yol açacak ölçüde zorlayan bir Anayasa Mahkemesi yapısında inat etmek niye? On beş yılı aşkın bir zamandır yeniden yapılanmasının gerekli olduğu kendi başkan ve mensuplarınca da teslim edilmiş bulunan bu mahkemenin şimdiki haliyle korunmasına çalışılmasının anlamı ne?

(3) Askerlerin askerlikle ilgili olmayan suçlarından ötürü sivil mahkemelerde yargılanmalarını güçleştiren, buna karşılık sivillerin askerî mahkemelerde yargılanmalarına imkân veren düzenlemenin aynen korunması gerektiğindeki ısrar niye?

(4) "Demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları" olarak görülen siyasî partilerin varlığını, demokratik ülkelerden hiçbirinde görülmeyen bir biçimde, Cumhuriyet Başsavcılığı makamı ne kadar saygıdeğer olursa olsun, bu makamı elinde bulunduran tek bir kişinin vereceği kararın tehdidi altında tutmaktaki inat niye? Verilen onca kapatma kararının neredeyse tümü hukuka aykırı kararlar olarak tescil edilmiş ve bu yüzden hem maddî, hem manevî o kadar zarar ortadayken, bu sistemin değişmemesindeki inat niye? Parti kapatma başvurulabilecek en istisnaî yol iken ve sadece temsil kabiliyeti çok düşük partilere karşı kullanılabiliyorken, toplumun yüzde 47'sinden oy almış veya Parlamento'da grup kurabilecek kadar yüksek bir temsil düzeyine erişmiş partileri kapatmaya çalışmaktaki ısrar niye?


ŞU ANKİ HSYK NE KADAR BAĞIMSIZ?


Yargı bağımsızlığının ve kuvvetler ayrılığının korunması gibi gerekçeler, bu gerekçeleri güçlendirdiği düşünülen, yargıda kooptasyon ve kast benzeri bir yapının kesinlikle olmadığı gibi tezler, "militan demokrasi" gibi demokrasiyle bağdaşmayan mugalâtalar ne kadar yersiz. Bir daha düşününüz. Alt derece mahkemelerindeki yargıç ve savcıların özlük ve disiplin işleriyle ilgili kararları yargı denetimine kapalı bir biçimde almaya tam yetkili olan ve içinde alt derece mahkemelerinden seçilip gelen tek bir temsilci bile bulunmayan bir HSYK. Gerçekten "bağımsız" bir kurul. Kurulun seçimle gelen beş üyesinin üçünü Yargıtay, ikisini Danıştay seçiyor, buna karşılık HSYK, Yargıtay üyelerinin tamamını, Danıştay üyelerinin de dörtte üçünü belirliyor. Ancak HSYK'nın bu yetkilerinin dışında, Yargıtay ve Danıştay üyeleri üzerinde başka hiçbir etkisi ve yetkisi yok. Yani HSYK ve Yargıtay-Danıştay karşılıklı olarak birbirlerini seçiyorlar ama bu "kooptasyon" değil. Bunu söyleyenler lütfen bir daha hem Türkçe hem İngilizce, Fransızca, vs. dillerdeki sözlüklere bir bakıversinler. Adalet bakanı ve müsteşarının konumu tartışılabilir. Özellikle yargıçların bağımsızlığı bakımından yürütme organının bu mensuplarının kuruldaki varlıkları ve etkisi bence de olumsuzdur. Bu nedenle de, örneğin HSYK, Yüksek Hâkimler Kurulu ve Yüksek Savcılar Kurulu olarak ayrılabilir ve özellikle yargıçlarla ilgili olan kurul tam özerk bir kamu kurumu olarak örgütlenebilir. Ama, bunun konuşulması ve mesela muhalefetten böyle bir öneri gelmesi gerekir. Oysa şimdi olan, "hayır, değişmez, değişemez" tavrı. O zaman da soru haklı oluyor: "Bu inat niye?"

İnat, bugünkü TBMM'nin, çoğunluğunu meydana getiren AK Parti mensuplarının, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen "lâiklik karşıtı eylemlerin odağı olma gerekçesiyle hazine yardımından yoksun bırakılma" kararı nedeniyle anayasa değişikliği yapamayacağı yargısından kaynaklanıyorsa, durum daha da vahimdir. Bir kere, anayasa değişiklikleri hukuken milletvekilleri tarafından "teklif" edilmekte, siyasi parti gruplarına ve dolayısıyla örneğin AK Parti'ye ve bunun üzerinden hükûmete atfedilebilecek girişimler niteliğinde değildir. İkincisi, bir siyasi partinin kapatılmamış olması, o siyasi partinin faaliyetlerine serbestçe devam edebileceği anlamına gelir. Üçüncüsü ve siyasî tarihimiz bakımından hatırlanmasında daha çok fayda olanı ise, "bu Meclis yapamaz" denilen şeyin bir sonraki Meclis tarafından daha güçlü ve daha kesin bir biçimde gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bizzat Abdullah Gül kastedilerek "bu Meclis cumhurbaşkanı seçemez" denmişti, hatırlarsanız; böylece 22 Temmuz sonrası Meclis Abdullah Gül'ü seçti. Bu Meclis gerçekten anayasa yapamaz deniyorsa, çok vakit de kalmadı, 2011'den sonraki Meclis yapar diye de düşünebiliriz.



AK PARTİ'YE SORABİLİRİZ: BU ISRAR NİYE?



İşte tam da bu noktada "bu inat niye?" sorusunu "bu ısrar niye?" diye AK Parti'ye sorabiliriz. Gerçekten de, Türkiye'nin ihtiyacı tümüyle yeni, bütün yurttaşların kucaklayabileceği anlamda "sivil" ve en ileri standartlarda "demokratik" bir anayasa iken, şimdi kısmî bir anayasa değişikliğinde ısrar niye? Anayasa değişikliği düşünülürken ve konuyla ilgili AİHM kararı da ortadayken memurlara grev hakkının tanınmamasındaki ısrar niye? Sistemin parlâmenter niteliğiyle bağdaşmayan sorumsuz ve yetkili bir Cumhurbaşkanlığı makamında ısrar edip, Cumhurbaşkanlığı'nın yetkilerini sorumsuzluğu ölçüsünde azaltmaya dönük anayasa değişikliklerini gündeme getirmemek niye? Anayasa değişiklikleri tasavvur edilirken, asıl kaygının demokratikleşme olduğunu gerçekten dosta düşmana tartışmasız bir biçimde göstermek üzere, kanun değişikliklerini de gündeme getirmemek niye? Örneğin seçim sistemindeki barajı yüzde 5'e çeken, Türkiye demokrasisini ilerlemekten alıkoyan en temel etkenler arasında bulunan aşırı merkeziyetçi yapıyı kaldırmaya yönelik bir kamu yönetimi reformunu ortaya koyan değişiklik önerilerini gündeme getirmemek neden? Belki daha önemlisi, bunların gündeme getirilmediği bir ortamda, muhalefetin eleştirilerinden kısmen de olsa kaçınabilmek için yapıldığı izlenimini veren bir biçimde, örneğin TBMM'nin konumunu güçlendirecek önerilerden de vazgeçmek. Mesela, TBMM'nin HSYK'ya üç üye seçmesi öngörülürken, kamuoyuna açıklanan taslakta bundan vazgeçilmesi.



AYM YİNE TARİHE GEÇEBİLİR!


Şu nokta herhalde açıktır: AK Parti, ister kısmî anayasa değişikliği olsun, ister bütüncül bir yeni anayasa yapmak olsun, bu süreçte muhalefete karşı tek başınadır. Anayasa Mahkemesi'nin yakın geçmişteki kararları, özellikle anamuhalefet partisinin harekete geçireceği bir başvuru ile anayasa değişikliklerinin dahi iptal edilebildiğini göstermiştir. Gerek 367 kararında gerek başörtüsü ile ilgili olduğu iddiasıyla iptal edilen anayasa değişiklikleri konusunda, iptalin düşünülmesi bazı hukuk adamlarının beyanlarıyla başlamış, sonuçta anamuhalefet tarafından Mahkeme önüne taşınarak sonuç alınmıştır.

Benzer bir şey şimdi de olmaktadır. Yargıtay, yargı ile ilgili olarak düşünülen değişikliklerin Anayasa'daki hukuk devleti ilkesine ve dolayısıyla Anayasa'nın değiştirilemez maddelerine aykırı olduğunu açıklamıştır. Şimdi iş, bu değişiklikler hayata geçerse, muhalefetin bu değişiklikleri aynı gerekçeyle Anayasa Mahkemesi'nde iptal ettirmesi sürecine kalmıştır. Kısacası AK Parti milletvekilleri sadece tek başlarına değildir. Ayrıca yapacakları değişiklikler, referandumla halk tarafından kabûl edilse bile, dünya demokrasi tarihine geçecek bir kararla Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilebilecektir.



AK PARTİ NEDEN HALKTAN KURUCU VEKÂLET İSTEMİYOR



Bu durumda, Marx'tan aldığımız bir ilhamla, yine AK Parti'ye soralım: Birincisinde trajedi olan ve tekrarı halinde komediye dönüşme ihtimali bulunan kısmî bir anayasa değişikliğinde neden ısrar ediliyor? Neden yeni bir Türkiye Cumhuriyeti Anayasası taslak olarak ortaya çıkarılıp, bunun için Türkiye halkından "kurucu vekalet" talep edilmiyor? Acaba, "bu Meclis anayasa yapamaz" yargısına seçmenin 2007'deki gibi bir tepki göstereceği mi hesaplanıyor? Seçmen, bu defa, 2007'deki vekaleti iyi kullanmadığınızı düşünüyor olabilir; komedi ihtimaline dikkat!