Marmara Üniversitesi’nden anayasa profesörü İbrahim Kaboğlu, AKP’nin anayasa teklifini, "Osmanlı ve Türkiye tarihindeki en büyük kırılma" olarak değerlendiriyor. Kaboğlu, “Padişahın bile partisi yoktu. Padişahlık ötesi bir durum söz konusu. Biri ‘Erdoğan büyük bir lider, bütün yetkileri ona verelim’ diyebilir. Ama ‘Gelecek kuşaklara anayasa yapıyorum’ demek dürüst değil” diye konuştu.
Cumhuriyet'ten Hilal Köse'nin sorularını yanıtlayan (27 Aralık 2016) Prof. Kaboğlu'nun açıklamaları şöyle:
- Bu değişiklik tam olarak ne demek?
Aralık 1876, Aralık 2016. Anayasa hukuku tarihimiz 140 yıl önceye uzanıyor. Bugüne kadar büyük kopmalar oldu. Şimdiye dek yaşanan kopmalar, gitgeller bir yana, 10 Aralık’ta açıklanan teklifin getireceği kopma bir yana. 1876’da parlamento kuruluyor. 1909’da parlamenter rejime geçiliyor. 1921’de Meclis hükümeti öne çıkıyor. 1924’te parlamenter rejime doğru adım atılıyor. 1961’de klasik parlamenter rejim kuruluyor. 1982’de otoriterleşme yolunda adımlar atılsa da parlamento eksenli 1876 çizgisi korunuyor. Dünyada, anayasa yürürlükte iken bir rejim değişikliği yapmak diye bir şey yok. Ben bilmiyorum. Türkiye’de sorunlar var. Ancak, ciddi kazanımlarımız da var. Bu kadar radikal bir rejim değişikliğinin çok inandırıcı ve ciddi nedenlerinin olması gerekiyor. Bu da tartışılarak anlaşılır. 1982 Anayasası da bir darbe, kırılma ürünü. 1982 Anayasası’nda yapılabilecek olduğu halde yapılmayanın burada yapılması söz konusu. Bu ilk ve en büyük kırılmadır. Teklifte, 2010 değişikliğinden geri dönüşler var. Hani çok sahiplenerek savunuyordunuz? 2010 değişikliğine karşı çıkanları karalıyordunuz... Bugünü çok iyi tartışmamız gerekiyor.
- Hükümetten gelen açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
En ileri anayasalarda bile ‘OHAL dönemlerinde Anayasa yapılamaz’ kuralı var. Niçin? Çünkü bir Anayasa kamuoyu oluşması gerekiyor. Öne sürülen gerekçeler inandırıcı değil. ‘Koalisyon istemiyoruz’ deniyor. Sonra da deniyor ki; ‘biz çoğunluğumuza güveniyoruz.’ CHP’ye de ‘sen kazanamayacağın için istemiyorsun’ deniyor. Bu söylemlerin doğru olduğunu varsayalım. Önümüzdeki 10-15 yıl ülkeyi sen yöneteceksen niçin 10, 15 hafta bekleyemiyorsun? Sorulması gereken ana soru bu. Bu acele, bu telaş neden? 1982 Anayasası bile daha saydam bir ortamda kotarıldı. Darbe teşebbüsünde bulunanlar ile darbe girişimini bastıranlar ayrıştığına göre, 61 ve 82’den çok ciddi farklar var. 15 Temmuz’un gölgesinde bunu kotarmaya çalışıyorsunuz. Yangından mal kaçırırmış gibi bir yöntem izlemek, soru işareti yaratıyor. Acaba 15 Temmuz bir fırsat mı? Hükümet bu soruya yanıt vermezse, bu anayasa 2017’de oylansa da 15 Temmuz Anayasası olur. Ciddi meşruluk sorunlarını beraberinde getirir.
"Dönüşü olmayan batış"
- Rejim değişikliği yanlılarına bir çağrınız olur mu?
2010 değişikliğini istemeyenler hainlikle suçlanıyordu. Eski solcular bile hayır diyenleri statükoculukla itham ediyordu. Çok geçmeden ne oldu? 12 Eylül referandumu gibi oldukça düşük profilli bir değişiklik bile, bu kadar pişmanlığa, çatışmaya yol açtıysa, 15 Temmuz’un alt yapısını hazırladıysa, bu değişikliğin böyle kotarılmasını bir düşünün. Çok büyük gailelere yol açabilecek. ‘Ne oluyor?’ diyen MHP, AKP içinde de vardır. Bunu öncelikle AKP’lilerin düşünmesi gerekiyor. 6 yıl önce de ‘biz çok doğru yapıyoruz’ diyorlardı. Şimdiki dönüşü olmayan bir batma olur. Onlar da kurtaramazlar.
"Gelecek koalisyonda"
- Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Aslında Türkiye’nin geleceği koalisyon hükümetleri. 2023’lere bir normalleşme bekleniyorsa, parlamenter rejimdeki aksamalar saptanarak, milli koalisyon yoluna gidilmeli. Burdan bakınca, büyük zorluklar bekliyor bizi. Erdoğan ‘kandırıldık’ dedi. Biz hukukçular şunu söylüyoruz; kandırılmamak için kötü de olsa hukuk kuralına, liyakata uyacaksın. Lord Acton’un meşhur sözüdür: İktidar çürütür, mutlak iktidar mutlaka çürütür. Şimdiki gidiş büyük bir çılgınlık...
- Teklife hayır diyenlere öneriniz var mı?
Ciddi bir yaklaşım sorunu geliştirmek lazım. Türkiye’nin geleceğini düşünen, geçmişin birikiminin bilincinde olan, bu birikime layık bir gelecek isteyen kesimlere çok görev düşüyor. Soğukkanlı olarak anayasal bilgi kirliliğini açmak, doğrunun ne olduğunu söyleme görevimiz var. Biz doğruyu söyleyelim. Hükümete çağrıyı yapalım: OHAL’i kaldır, anayasa tartışması başlat. Eğme, bükme. Sen bütün yetkileri bir kişide istiyorsun. Açıkça söyle bunu. Dürüst olmak istiyorsan adını koy. Birbirimizi aldatmayalım. Çünkü, bir süre sonra yüz yüze bakabilecek ortamı bulamayabiliriz.
"Padişahın bile partisi yoktu"
- Teklifin en tartışmalı önerisi ne?
Hükümetin bütün yetkileri Cumhurbaşkanı’na veriliyor. TBMM’nin görev ve yetkileri, kural koyma ve yürütmeyi denetleme yetkisi daraltılıyor. Cumhurbaşkanı kanunda öngörülmeyen bütün alanlara müdahale edecek. Her şey, Cumhurbaşkanı’nın arkasında bir parlamento çoğunluğunun bulunmasına göre ayarlanmış. Meclis’in, Cumhurbaşkanı’nın karşı çıkacağı bir düzenlemeyi yapması söz konusu değil. Cumhurbaşkanı parti başkanı olabilecek. Milletvekili adaylarını belirleyecek, o yolla çoğunluğu oluşturacak. Gelecek seçimlerde de listeye girmek isteyecek milletvekili, Cumhurbaşkanı ile ters düşmeyecek. Tam olarak Cumhurbaşkanı’nın gözetimindeki parlamento yapısı olacak. HSYK’nin yarısını Cumhurbaşkanı, yarısını Meclis seçer diyor. Meclis’i kim oluşturacak? Yasama, yürütme ve yargı, doğrudan ve dolaylı olarak tek makamın uhdesinde toplanıyor.
- Şimdi de böyle bir görüntü var...
Bizi o düzen kurtaracaksa, bugün de zaten bu imkânınız var. Padişahlık mı isteniyor deniyor. Padişahın partisi yoktu. Padişahlık ötesi bir durum söz konusu. Bir de dürüstlük zaafı var. Bir kişi, samimi olarak ‘Sayın Erdoğan, büyük bir lider, bütün yetkileri ona verelim’ diyebilir. Ancak, ‘gelecek kuşaklar için anayasa yapıyorum’ demek dürüstlük ilkesi açısından sorunlu. Burada her şey yapılmış bir kişinin adı yazılmamış. Bu kadar vefasızlık olur mu? Adamın adını belirtin hiç değilse, ayıp...
"Dalga geçer gibi yaptılar 21. yüzyılda, Angola’da, Zambiya’da böyle bir şey olmaz"
- Anayasa çalışmalarına yıllarını vermiş biri olarak teklifi okuyunca ne hissettiniz?
İnandırıcı olmasa da ‘görüşüyoruz, erkler ayrılığına saygı göstereceğiz’ gibi mesajlar verilirken, aslında ben bu kadarını beklemiyordum. Bir tatil günü, insan hakları günü, dalga geçer gibi suratımıza çarptılar. Osmanlı’dan bu yana 140 yılın kazanımı var. Parlamentonun oluşumu 140, 150 yıllık bir süreç... Kolay olmadı. Kendine ‘milliyetçi maneviyatçı’ diyen grubun, bu kadar büyük bir mirası ‘tanımıyorum’ diyerek, geri dönmesi... Bende, ‘acaba sanal bir dünyada mı yaşıyorum, benim toplumum bu mu’ duygusu yarattı. Ancak, soğukkanlılığı kaybetmemek, onlar gibi bağırıp çağırmamak gerekiyor. Vur deyince öldürmüşler. Böyle bir şey olamaz. ‘Biz bunda içteniz’ diyorlarsa, şunu öneririm: Lütfen zahmet etmeyin, teklifi askıya alalım. ‘Erdoğan buyrun siz yönetin, büyüksünüz, kurtarıcısınız’ demek dürüstlüğünü gösterelim. Herhangi bir sorumlululuk doğarsa da sayın Erdoğan ‘sorumluluk benimdir’ desin.
2007 hatırlatması
Sözde bir Anayasa teklifi yapıyorsunuz, bütün yetkiyi bir kişiye veriyorsunuz. 21. yüzyılda, Angola’da, Zambiya’da böyle bir şey olmaz. 2007’de gerçekten büyük bir kilitlenme yaşandığı için mi anayasa değişikliğine gidildi? Bunu çok iyi saptamak lazım.