Gündem

Prof. Kaboğlu: 184 milletvekili, Erdoğan'ı 'anayasal düzene ihanet'le suçlandırma sürecini başlatabilir!

"Muhalefet partilerinden 184 milletvekili böyle bir girişim için adım atabilir"

03 Mart 2016 22:44

Anayasa hukuku profesörü İbrahim Kaboğlu; TBMM üye tamsayısının üçte biri (184 milletvekili) ile Anayasa Mahkemesi'nin Can Dündar ve Erdem Gül'ün tahliyesiyle sonuçlanan kararına "uymayacağını" açıklayan ve yerel mahkemeye direniş çağrısı yapan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı "anayasal düzene ihanetle suçlandırma sürecini başlatabileceğini" yazdı.

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı olan ve 2003-2005 yılları arasında Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanlığı yapan Prof. Kaboğlu, bu görüşü Birgün gazetesindeki köşesinde dile getirdi. Kaboğlu'nun "Çalkalanan ülke ve muhalefetin etkisizliği" başlığıyla Birgün'de yayımlanan (3 Mart 2016) yazısı şöyle:

AYM’nin E. Gül ve C. Dündar kararına eleştirel yaklaşımının ötesinde saygı duymadığını da belirttikten sonra Cumhurbaşkanı (CB), “ben gidiyorum; Türkiye çalkalanacak” sözleriyle ülkeyi terk etti.
 

Anayasa-dışı sözcü
 

O arada, sözcüsünün açıklamasının yanlışlığını, -dil sürçmesi olarak nitelemiş olsa da- ortaya koydu. Sözcü, referandum için iki sandık kurulacak gibi laflar etmişti. Saçmalamıştı demiyorum; çünkü zaten kendisi Anayasa-dışı. Peki, bunun önemi ne? TBMM Başkanı, sözcüyü cansiperane sahiplenmişti, muhalefet partililerin eleştirilerine karşı. Milletvekilleri, sözcüyü TBMM’ye müdahale etmekle eleştirmiş olsalar da, “bu zat hangi yetkiyle büyük sözler ediyor?” diyemedi. Sözcü, sanki ülkenin 2 numaralı adamı. Oysa saray ne kadar kanuni ise, sözcü de o kadar anayasal(!).
 

Anayasal müşterek


CB’nin AYM kararına karşı sözleri daha çok anayasal açıdan değerlendirildi; ‘çalkalama ve Anayasa’ bağlantısı kurulmadı.

Kuşkusuz, CB’nin AYM kararına karşı sözlerinin Anayasa md. 103, 104 ve 105’e, md.153 ve 138’e, md.11’e aykırılığı açık. Hatta eğer muhalefet partileri arasında ‘asgari anayasal müşterekler’ olsaydı, CB hakkında, md. 105/son’u işletme girişiminde bile mümkün olabilirdi…
 

Çalkalamak ve anayasa
 

Afrika semalarına açılırken, “benden sonra tufan” ya da, “nasılsa bu şekilde bir Avrupa veya Kuzey Amerika ziyaretim çok zor; hiç değilse güney-batıya doğru yola çıkarken son şansımı deneyeyim” şeklinde mi düşündü? Bunlar, uzmanlık alanım dışında.

Ama siyaseten şu açık: ‘Gerilim, çalkalama ve çatıştırma’, CB için iktidarda sürekli kalabilme araçları.

Oysa, CB’nin anayasal konumu ve yükümlülükleri, söyledikleri, yaptıkları ve yol açtıklarının tam tersi yönde: “milletin huzur ve refahı; milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” (md.103); “milletin birliğini temsil etmek”, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmek” (md.104); “hiçbir kişi ve kuruluş, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamaz”,… (Başlangıç). “Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak”, Devletin temel amaç ve görevi (md.5); CB ise, Devletin başı (md.104).
 

Hükümeti bağlar mı?
 

Başbakan yardımcısı ve Hükümet sözcüsü savunması: “Bunlar CB’nin kişisel görüşleri…”. Bundan iki anlam çıkar:

-CB’nin sözleri Hükümeti bağlamaz; Hükümet’in konuya yaklaşımı farklı.

-Konuşma, CB olarak değil; RTE olarak yapıldı.

İlki geçerli ise, kibarca ve ince bir eleştiri söz konusu. İkincisi ise, mümkün değil; çünkü, adı geçen kişi, Kasımpaşa’da kahve işleten veya Güneysu’da çay tarımıyla uğraşan bir kişi olsaydı; sağında-solunda bir ‘manga’ bakan ve karşısında bir ‘bölük’ medya mensubu yer almazdı basın toplantısında.
 

Ya adalet bakanı itirazı?
 

CB’den sonra en sert açıklama, Adalet örgütünün başında bulunan kişiden geldi. AYM’yi yetki gaspı yapmakla suçladı. AYM kararının gerekçesini beklerken şimdilik şunu belirtmek yeterli:

-Bakan, Anayasa md.138 ve 153’ü açıkça ihlal etti.

-AYM’yi itibarsızlaştırma yarışında, CB’nin kendisi için uygun gördüğü misyonu üstlendi.

-İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne ve gazeteci davalarına bakan mahkemelere gözdağı vermek suretiyle, olası bir ‘adil yargılanma hakkı’na gölge düşürmüş bulunuyor. (Aslında AYM kararı, Anayasa md.19-26 ve 28 ihlal zincirinde tutuklu gazetecilerin davalarını da esinleyici özelliğe sahip).
 

Muhalefet neden etkisiz?
 

Muhalefet partileri, sözlerini eleştirerek Saray sözcüsünü muhatap alıyor, ama şunu söylemiyor: Hiçbir kişi, kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz!

CB’nin söylem, eylem ve işlemlerine gelince; bunlar, md. 105’in çerçevesini çizdiği sorumsuzluk alanı dışında kalır. Ama sorumluluk alanına (vatana ihanet) ne ölçüde girdiği hukuken tartışılabilir. CB seçilmesi anından bu yana, anayasal düzene karşı çok yönlü bir mücadele yürüttüğü açık. Adeta, Türkiye Devleti’ni, ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı ‘tebdil, tağyir ve ilga’ için seferber etmeye çalışıyor.

TBMM üye tamsayısının üçte biri, CB’yi ‘anayasal düzene ihanet’le suçlandırma sürecini başlatmak için yeterli. Muhalefet partilerinden toplam184 milletvekili böyle bir girişim için adım atabilir. Kuşkusuz, AK Parti çoğunluğu buna hayır der; ama CB’nin Anayasa’ya aykırı söylem ve eylemleri, anayasal süreç işletilerek gündeme getirilmiş olur.

Şimdi yapılan ise, CB’nin tam da arzuladığı gibi: ‘Çalkalanmak’. Ne sefalet!