Borsaların düşmesinin ve başta ABD kapitalist metropol ülkelerde faizlerin yükselmesinin, 'yükselen ülke' olarak tabir edilen ekonomilere ciddi yansımaları olacağını söyleyen Prof. Hayri Kozanoğlu, Türkiye ekonomisinin ise, "Özellikle döviz borcunun yüksek düzeyde bulunması ve 'sıcak para' akışlarına bel bağlaması nedeniyle daha da olumsuz etkilenebileceğini" ifade etti. Kozanoğlu, "Ne var ki ABD’deki hareket devam ederse, 'sıcak para', başta dolar 'güvenli limanlara' sığınır. Bu da TL’nin değer kaybetmesini getirir; hem kur artışı, hem de faiz maliyetinin sıçraması nedeniyle döviz borçlarının ödenmesini zorlaştırır" diye konuştu.
Hayri Kozanoğlu'nun, Sermaye çevrelerini ücret paniği sardı" başlığıyla (6 Şubat 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Dünyada ve Türkiye'de oldukça hareketli bir hafta bizi bekliyor. Borsaların yüzde 10 düşmesi tarzı bir ‘düzeltmeyle’, ya da yüzde 20’lik gerileme sonrası ‘krizle’ yüz yüze kalma olasılığı test edilecek
Geçen haftayı uluslararası finansal piyasalar panik havası içerisinde kapattı. Önce, ABD ekonomisinin ocak ayında 200 bin kişilik tarım dışı istihdam yarattığı açıklandı. Bu rakam, yaşanan kış koşullarına karşın, beklentilerin 20 bin üzerindeydi. Ayrıca, ücretlerin yıllık düzeyde yüzde 2,9 arttığı anlaşıldı.
IMF’nin son tahminine göre Amerika’nın 2018’de yüzde 2,8 büyümesi bekleniyor. Yüzde 2 civarında gerçekleşecek bir enflasyon göz önüne alınırsa, bu tablo aslında emekçilerin pastadaki payının gerilemesi anlamına geliyor. Yine de ücretlerin bir kıpırdama sergilemesi, piyasalarda panik havası estirdi. Sermaye çevrelerinde“Canavar başını gösterdi” şeklinde yorumlandı.
Derken, Dow Jones endeksi saatler içerisinde yüzde 2,54 düştü. Bu gelişme Haziran 2016’dan beri en yüksek oransal gerilemeye işaret ederken, endekste 666 puan çakılma ise, tarihin en büyük irtifa kaybı olarak kayda geçti. Belki daha da önemlisi, ABD hazine kâğıtlarının faizi yüzde 2,85’e dayandı. Bu da Ocak 2014’ten beri en yüksek düzeye denk geliyor.
Tahvil faizlerinin yükselmesi, 10 yıllık hazine kâğıtlarının fiyatının düşmesi demek. Yapılan hesaplamalar, yüzde 1’lik bir faiz artışının, tahvil piyasasında tam 1 trilyon dolarlık değer kaybına yol açacağını gösteriyor. Dolayısıyla elinde tahvil portföyü tutanlar için ciddi bir zarar söz konusu. Dahası, kısa vadeli borçlanıp, orta ve uzun vadeli tahvillere oynayanlar için iflaslar da gündeme gelebilir.
Amerikan 10 yıllık hazine kâğıtlarının önemi, tüm dünyada kerteriz noktası olarak kabul edilen, en yakından izlenen finansal varlık olmasından kaynaklanıyor. Küresel finansal krizden beri, özellikle “miktarsal genişleme” politikalarıyla faizler aşağı çekildi, tüm dünyaya bol likidite pompalandı. Büyümenin durakladığı, işsizliğin yüksek seyrettiği, yatırımların çok yavaşladığı dönemlerde dahi, para kendine mecra ararken tüm varlık sınıfları yükseldi. Borsalar zirve üstüne zirve yaparken, tahviller, emtialar, emlak fiyatları giderek değer kazandı. yüzde 1’lik malûm kesim zenginliklerine zenginlik katarken, tüm dünyada gelir ve servet dağılımı giderek daha da bozuldu.
Bugünkü konjonktürde ise, tam tersine küresel ekonomide büyüme temposu artar, işsizlik düşerken, yaygın ifadeyle “reel ekonomide” işler yolunda giderken, finansal piyasalar merkezli bir krizin tetiklenme ihtimali yüksek.
Üç rakamının büyüsü
Hatırlayanlar vardır, bir zamanlar Ali Babacan’ın dillendirdiği bir, “5-5-5” efsanesi vardı. Ekonomi yüzde 5 büyürken, enflasyon ve işsizlik yüzde 5’e çekilecekti. Büyümede, tam inandırıcı olmasa da zaman zaman yüzde 5 hedefi tutturulurken; enflasyon ve işsizlikte bırakın yüzde 5’i tek haneli rakamlara inilmesi bile hayal haline geldi.
Financial Times’tan Nicole Bullock’a göre, hisse senedi yatırımcılarını endişelendiren, bir sihirli “üç rakamı” heyulası dolaşıyor finansal piyasaların üzerinde. Öncelikle ABD 10 yıllıklarının yüzde 3 faiz sınırını aşması en önemli kırılma noktası olacak. Enflasyon ve büyümenin de yüzde 3 sınırını aşması halinde, ABD Merkez Bankası Fed 2018’de faizleri öngörülen “3” kereden daha fazla artırmak zorunda kalacak. Böyle bir ortamda bir yandan tahvil getirileri hisse senetlerinegöre daha cazip hale gelirken, öte yandan şirketlerin artan faiz maliyetleri borsaları aşağı çekebilecek. (There is magic number for stock pickers, Nicole Bullock. Financial Times, 3 Şubat 2018 )
IMF öngörmüştü
IMF’nin Davos toplantısı arifesinde güncellediği “Dünya Ekonomik Görünüm” raporunda aslında bu risklere ihtiyatlı bir dille dikkat çekiliyordu:
Enflasyonun artması işaretleri ile birlikte, zaten çok düşük seyreden işsizlik oranlarının daha da aşağı inmesi finansal piyasalarda bir düzeltmeyi tetikleyebilir. Enflasyon basıncının artmasıyla Fed’in faiz sıkılaştırması öngörülenin ötesine geçerse, ABD’de faizlerin vade primleri daralabilir, dolar güçlenebilir ve hisse senedi fiyatları inişe geçebilir. Küresel finansal koşulların sıkılaşmasının küresel varlık fiyatları ve sermaye akımlarına etkisi olur, yüksek borç yenileme ihtiyacı bulunan ve korumasız dolar yükümlülüğüne sahip ekonomileri finansal baskı altında bırakır. (Dünya Ekonomik Görümü Güncelleme, 22 Ocak 2018).
Almanya’da grev dalgası
2 Şubat Cuma günü sadece ABD değil Avrupa piyasaları da sarsıntı yaşadı. Örneğin, AB’nin en büyük ekonomisi Almanya’nın DAX endeksi yüzde 1,68 geriledi. Frankfurt’taki düşüşün ardında sadece New York’un yansıması değil, ülkedeki grev dalgasının yarattığı psikolojik durumun da etkisi bulunduğu söylenebilir.
Çarşamba günü Almanya’nın metal ve elektrik işkolları 24 saatlik greve gitti. Perşembe ve cuma onları yüz binlerce kişinin katıldığı diğer sektörler izledi. Çünkü, Almanya’nın çok büyük dış ticaret ve cari işlemler fazlası vermesini getiren ekonomik başarısı işçi ücretlerine yansımamıştı. “Sosyal liberal” politikaları izlenen Sosyal Demokrat-Yeşil Parti koalisyonu tarafından çıkarılan, “esnek emek piyasaları”ideolojisine dayanan Hartz Yasaları da, işçi sınıfının önüne engel olarak dikilmişti.
Serbest piyasacı The Economist dergisine göre bile, Hartz yasalarının ekonomik iyileşmeye katkısı abartılıyor. Almanya’da işsizliğin yüzde 3,6’ya kadar düşmesinin altında yatan ana etmen, özellikle Çin kaynaklı küresel talebin yükselmesidir. (The Economist, 27 Ocak 2018, s.22).
Almanya’da işçi ücretlerinin yukarı çekilmesi, hem ülkede talebi besleyerek büyümeyi güçlendirir; hem de harcamalardaki artış diğer AB ekonomilerine olumlu yansır. Ne var ki, sermaye mantığı ücretleri sadece bir maliyet kalemi olarak gördüğü için, işçi sınıfının grev hakkını kullanması keyiflerini kaçırdı. Daimler, BMW, Volkswagen gibi şirketlerin hisselerinin düşmesine yol açtı.
Emek gelirlerinin düşüşü hayır getirmiyor
Ulusal gelirde emeğin payının giderek gerilemesi, artık uluslararası mali kuruluşların da kabullendiği bir olgu haline geldi. OECD’nin 2012 tarihli çalışması, 1990’dan 2009’a uzanan dönemde 30 gelişmiş ülkenin 26’sında emeğin payının düştüğünü gösterdi. Böylelikle, emeğin ulusal gelirdeki ağırlığı yüzde 66.1’den yüzde 61.7’ye kadar indi.
ILO ve OECD’nin ortak çalışması ise, emeğin payı azalır, sermayenin payı artarken; yatırımların canlanması ve istihdamın kamçılanması gibi umut edilen sonuçların alınmadığını gösteriyor. Buradan, kestirme bir sonuç çıkartmak gerekirse; işçi sınıfının emeğinin karşılığını almak için verdiği mücadelelerin başarıya ulaşması, kendi yaşam koşullarını iyileştirmek yanında, etkin talebe ivme kazandırarak, başta büyüme, makro ekonomik göstergeleri de olumlu etkileyebilir.
Türkiye’nin finansal riskleri
Borsaların düşmesinin ve başta ABD kapitalist metropol ülkelerde faizlerin yükselmesinin, “yükselen ülke” tabir edilen ekonomilere de ciddi yansımaları olacaktır.
Türkiye ekonomisi ise, özellikle döviz borcunun yüksek düzeyde bulunması ve “sıcak para” akışlarına bel bağlaması nedeniyle daha da olumsuz etkilenebilecektir. Afrin Harekâtı’nın başladığı hafta dahil, “spekülatif sermaye” ocak ayında da Türkiye piyasasına itibar etti; hisse senetlerine 173 milyon dolar, DİBS’lere 9 milyon dolar, toplam 1.161 milyon dolar portföy girişi sağlandı.
Ne var ki ABD’deki hareket devam ederse, “sıcak para”, başta dolar “güvenli limanlara” sığınır. Bu da TL’nin değer kaybetmesini getirir; hem kur artışı, hem de faiz maliyetinin sıçraması nedeniyle döviz borçlarının ödenmesini zorlaştırır. Özellikle, finans dışı şirketlerin 326 milyar dolar döviz yükümlülüğünün yerine getirilmesini aksatır. Ülkenin bir yıl içerisinde vadesi gelecek borçlarının yenilenmesi artı cari açığın finansmanı için gerekli 217 milyar doların teminini zorlaştırır.
Bu yazı henüz Amerikan borsaları açılmadan hazırlandı. Asya ve Avrupa piyasaları gerilerken, Wall Street’ten gelecek haberler bekleniyordu. Hem dünyada, hem de Türkiye’de oldukça hareketli bir hafta bizi bekliyor. Borsaların yüzde 10 düşmesi tarzı bir “düzeltmeyle”, ya da yüzde 20’ye varan bir gerileme sonrası “krizle” yüz yüze kalma olasılığı, bu hafta test edilecek. Bizler merakla, dövizli borçluları ise endişeyle izleyecek gelişmeleri…