T24 - Ulusal Deprem Konseyi’nin eski Başkanı CHP Milletvekili Prof. Haluk Eyidoğan, Türkiye’nin her iki yılda bir büyük depremlere maruz kalabilecek bir ülke olduğunu söyledi. Prof. Eyidoğan, "Deprem riski yüksek yerlerde depreme dayanıksız yapılaşmalar bir noktadan sonra intihar havuzlarına dönüşüyor" dedi.
Ünlü deprem profesörü, Ulusal Deprem Konseyi eski Başkanı, CHP İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan, Van depremini değerlendirdi ve Türkiye’nin her iki yılda bir büyük depremlere maruz kalabileceği uyarısı yaptı.
Vatan gazetesinden Deniz Güçer'in "Şehirlerde intihar havuzları oluştu" başlığıyla yayımlanan söyleşi şöyle:
Şehirlerde intihar havuzları oluştu
Bu yıl 17 Ağustos’ta “Şanslıyız, 6.5’in üzerinde deprem olmuyor” demiştiniz. Ardından Van depremini yaşadık...
Çok spekülasyon yapıldığı için teknik bilgi vermeliyim: Van depremi, Türkiye diri fay haritasında, o bölgede bilmediğimiz bir faylanma şeklinde ortaya çıktı. Yani mevcut diri fay haritasında son depremi yaratan fayın herhangi bir belirtisi yok.
Sürpriz bir deprem mi oldu yani?
Çok da sürpriz değil. Türkiye Diri Fay haritası 1972 yılında yayınlandı: Parça parça arazi çalışmalarıyla revize ediliyor. Ama son depremle ilgili hala yüzey faylanması, arazideki faylanma ilgili kesin bir bilgi yok. Bu depremin teknik bilgileri üzerinde çalışmalar devam ediyor. İlk bilgiler ise Van ile Erciş ilçesi arasında bir merkez üssü var. Odak derinliği 16-20 km, depremin sismik moment büyüklüğü 7.2, bazı merkezlere göre ise 7. 3. Jeologlar arazide yeryüzünü kırdığına dair bir belirgin faylanma izi gözleyemediler. Genellikle 6’dan büyük depremler sığ olduklarından yüryüzünde kırık yani fay hattı yaratırlar. 1999’da da 140 km uzunluğunda bir fay Doğu - Batı istikametinde yerleşti. Ancak bu depremde, ‘Arazide bir fay gözleriz’ diye düşünmemize rağmen şuana kadar taze bir fay kırığı gözlenlenmedi.
Bazı jeologlar, “Kandilli hata yaptı. Merkez üssü Van Gölü’nün içinde” iddiasını gündeme getirdi, doğru olabilir mi?
Büyük depremlerde merkez üssü dediğimiz şey deprem kırığının başladığı noktadır ve fay alanı büyük olduğu için tek bir noktayla ifade edilemez. Deprem kırığının başladığı an rasathanelerin rapor ettiği noktadır. Faylanma süresi ki bu tür depremlerde 25-40 saniyede olabilir. Burada hesaplara göre açığa çıkan tüm sismik enerjinin ilk 20 saniye içinde tamamlandığını görüyoruz. Dolasıyla bu enerjinin en yoğun olduğu nokta her zaman depremin merkez üssü olmayabilir. Her zaman merkez üssü depremin enerjisinin en yoğun açığa çıktığı yer olmayabilir. Merkez üssü doğu -batı istikametinde, 60 kilometreye yaklaşan bir fay alanı içinde herhangi bir yerde olabilir. Merkez üssünün olduğu yer çok önemli değil. 60 km bir fay alanındaki hareketten bahsediyoruz.
Bunca yıldır başımıza gelenlere rağmen hiç mi bir şey öğrenmedik?
Anadolu’da depremle ilgili tarihsel bilgilerimiz 2 bin yıl geriye gidebiliyor. Öyle bir arşivimiz var. Anadolu’da yerleşmiş tüm kültürlerin bir deprem tarihi var. Alp-Himalaya deprem kuşağı üzerinde. Zaman zaman bu önemli kuşak üzerinde 8 büyüklüğünde depremlere rastlayabiliyoruz. 1939 Erzincan depremi gibi. Türkiye çok kabaca 2 yılda bir büyük depremlere maruz kalabilecek bir ülkedir. Deprem Türkiye’nin doğal bir gerçeği. Yalnız deprem değil diğer afetleri de içine alan bir ‘ulusal afet stratejisi’ olması lazım. Bunu oluşturup tavizsiz uygulayamazsanız deprem gibi doğa olaylarının afete dönüşmesini önleyemezsiniz.
Türkiye’nin şehirler açısından deprem haritası pek parlak görünmüyor değil mi?
Türkiye’nin yüzde 70’i birinci ve ikinci derece deprem bölgesi. Buralar Van’da yaşadığımız gibi depremlerin olabileceği yerler. Nüfusun yaklaşık yüzde 70’i de bu alanlarda yaşıyor ve risk altında. Özellikle 1950’lerden sonra başlayan göç ve hızlı kentleşme nedeniyle nüfusu hızla artan büyük kentlerimiz var. Nüfusu 1 milyondan fazla olan 11 kentimiz birinci ve ikinci derece deprem bölgesinde. Kentleşme yapılaşma demektir. İvmesi çok yüksek olan nüfus artışının ortaya koyduğu ihtiyaç; yapılaşmadır. Bu büyük talep karşısında plansız ve denetimsiz müthiş bir yapılaşma hakim. Yerel yönetimlerin denetim gücünü aşarsa -ki aşıyor- başta İstanbul, Bursa, Ankara gibi yüzde 3.5 nüfus artışına maruz kalan yerlerde yapılaşma baskısı belediyeleri felç ediyor. Plansız, denetim dışı yapılaşmayla baş edemiyorlar. Nedeni 1950 sonrası politikalardaki yanlış bazı teşhis ve uygulamalardır. Endüstrileşmenin yoğunlaştığı alanların yanlış seçilmesi, denetimsiz bir endüstri dağılımıdır.
Marmara bölgesini mi kast ediyorsunuz?
İstanbul ve Marmara. İstanbul Türkiye’deki tüm sanayileşmenin yüzde 40’ına yakınını içinde barındırıyor. Marmara bölgesi nüfusun dörtte birini kapsıyor. Yani ülkenin endüstrisinin yüzde 40, nüfusun yüzde 20’si bir deprem riski altına giriyor. Deprem riski yüksek yerlerde depreme dayanıksız yapılaşmalar bir noktadan sonra intihar havuzlarına dönüşüyor. Şu anda 1950 sonrası artan betonarme karkas yapılara baktığınızda hasar görebilirliği gelişmiş ülkelere kıyasla 10 kat fazladır.
Başbakan ‘Kesinlikle kaçak yapıları yıkacağız’ dedi. Doğru bir yaklaşım değil mi?
1994’te Başbakan, İstanbul Belediye Başkanıydı. O zamandan bu yana geçen sürede İstanbul’un hala cazibe merkezi olması politikalarını kim geliştirdi? Marmara ve İstanbul sanayi açısından cazibe merkezi olduğu sürece göç alacaktır. Böylece kaçak yapılaşma artıracaktır, artmaktadır. CHP olarak önerimiz Türkiye geneline cazibe merkezleri kurmak. Her bölgede cazibe merkezleri yaratmamız lazım. Kayıpları azaltmanın aşamalarına ‘Afet öncesi, afet anı ve sonrası’ olarak bakmamız lazım. Biz bugüne kadar mevcut yasa ve yönetmeliklerle maalesef hep yara sarma anlayışla afetlerle mücadele etmeye kalktık ki bu yanlıştır. 1999’da ders aldık ama ev ödevimizi yapmıyoruz. Mücadele edemediğiniz için yıkalım diyorsunuz. İstanbul’da 1 milyon 600 bin konut stoku var. Bunun senaryolarda yüzde 1’i anında yıkılacak olan binalar. Son 10 senede bunlarla ilgili ne yaptık? Marmara’daki sanayi Türkiye genelindeki cazibe merkezleriyle azaltılmalı. Hem göçü azaltırsınız hem kentleri kurtarırsınız. Avrupa’da özendiğimiz kentlerde sanayiler yüzde 15’i geçmez. Biz yüzde 40’tan söz ediyoruz.
Yıkmaya başlamak çözüm olmaz mı?
İstanbul hala sanayi ve hizmet sektörü açısından cazibe merkezi. Nüfus artışı hala yüzde 3.5. Hem makro politika geliştirmiyor hem de ‘ben istanbul’a iki şehir kuracağım, kanal yapacağım’ diyerek nüfusu 30 milyona çıkaracak kararlar veriyorsunuz. Sonra da iş için gelen insanın kafasını sokmak için yaptığı konutu ‘Kaçak’ diye yıkacağım diyorsunuz. Ülkenizdeki makro politikalar yanlışsa müsebbibi vatandaş mı? Şu anda düzgün bir yasası olmayan mütehahhitlik sistemi içinde bu insanlar ziyan olacak, kentler ziyan olacak. İmar planları ranta kurban gitmiş. Binlerce imar tadilatlarıyla mevcut planları bozuluyor. İstanbul’un çevre düzeni planı yapıldı ama içinde üçüncü köprü yok, kanal yok.
3. köprüden, Kanal İstanbul’dan ve iki şehir projesinden vazgeçmek mi gerekiyor?
Tabii. Yarın öbür gün Marmara denizinde büyük deprem olduğunda Türkiye sanayisinin yüzde 40’ı ciddi zarar görecekse onca yıldır söylenenler havada mı kalacak? İstanbul nüfusu itibariyle bir ülke kadar. Çılgın projeler yapılmaya kalkılırsa çevre gidecek, nüfus 30 milyona çıkacak. Öngördükleri projeler nüfusu 30 milyona çıkarınca yeni gelenleri nereye yerleştireceğiz, mevcutları ne yapacağız? Deprem riski olan kentlerde nüfus artışının stabilize olması lazım.
Kentsel dönüşüm projeleri uygulanmaya başladı. Etkisi olacak mıdır?
Deprem Odaklı Kentsel Dönüşüm olarak başlayan ifade ‘Kentsel dönüşüm’e dönüştü. Deprem odaklı lafı kalktı. Belediye Başkanı AVM, rezidans, kule yapıyor, ‘kentsel dönüşüm yaptım’ diyor. Deprem odaklıysa AVM ile ne alakası var? İstanbul’da şu anda deprem odaklı kentsel dönüşüm yapıldığına dair bir örnek ben göremiyorum. Yasanız da yok. Öncelikle kurumsal ve hukuksal alt yapısının olması lazım. İstanbul’da envanteri yapılmış, dönüşüm bekleyen Fatih, Çekmece, Bakırköy gibi ilçeler var. Ancak buralarda eski yapı stokunun nasıl dönüştürüleceği konusunda fazla bir şey bilinmiyor. Bir model yaratmamız lazım. Bakın İstanbul deprem master planı 2003’te tartışıldı. Bin sayfalık kitap halinde belediyenin arşivinde duruyor.
İstanbul’da binaların yüzde 1’i yıkılacak dediniz. Buna kesin gözüyle mi bakılıyor?
Yapılan deprem senaryolarında yüzde 1’e yakını semtlere göre değişse de Van’da gördüğünüz toptan göçme türünde yıkılabileceğini görüyoruz. Bakın bu ağır hasar da değil. Normalde hasar sınıflaması hafif, orta ve ağır olarak ayrılır. Bunun ötesinde bir durumla karşı karşıyayız. Erciş’te 60, Van’da 10 bina toptan göçmeye uğradı. Bu tamamen mühendislik hizmeti almamanın, kurallara uymamanın sonucudur.
Kerpiç yapıdan kurtulmalıyız
Van’da incelemeler yaptınız. Köylerde manzara nedir?
Çok kötü. Türkiye’nin kurtulması gereken kerpiç yapı stoğu ve hayvan barınakları var. Kerpiç yapı ihtiyacını başka bir yere çevirmeliyiz. Bir son vermemiz lazım, kurtulmamız lazım. Van’da kerpiç yapıların yıkıldığını ama hemen yanındaki betonarme yapıların çizik almadığını gördük.
Bakıyorsunuz bir bina yok olmuş ama yanındaki sapasağlam...
Ayakta duranlar mühendislik kurallarına göre yapılmış olanlar diğerleri ise yönetmeliklere uymadan yapılmış binalardır. Eğer bir binanın betonunu elinize alıp sıktığınızda toz haline geliyorsa zaten depremde ayakta durması mümkün değil. Öyle yapılan binaların yıkılmaması mucizedir.
Ama kız öğrenci yurduna ‘depreme dayanıklı’ deniliyor o da yıkılıyor....
Esas yapılması gereken şey afet öncesi hazırlık ve önlem döneminde bu tür yapıların yapılmamasıdır. Kuralları bellidir. Türkiye 1940’lardan beri deprem yönetmeliği çıkaran bir ülke. Böyle bir kültürü var. Ama deprem yönetmeliklerini uygulattırmanın bir yolu olması lazım.
Hasar tespiti en acil yapılması gereken iştir
İlk 24 saatte büyük bir kargaşa yaşandı. Böyle durumlarda organizasyonu kim yapmalı?
Sorun olayı afet anı ve sonrası olarak görme kültüründen kaynaklanıyor. Riskleri önceden azaltamadığımız için karşımıza büyük kayıplar çıkıyor. Müdaheleyi de yönetemiyoruz. Çünkü bölge yoğun yapılaşma alanıysa talepler patlıyor. Erciş’te hasar tespitleri bitmedi. Çökenleri çöktüğü için sayıyorlar da ama binaların bazıları ağır hasarlı. Yarısı orta hasarlı deniyor. Bu bütün o nüfusun açıkta kalması demektir. Hasar tespitlerinin bir kere deprem sonrası en hızlı yapılması gereken şeydir. Çünkü ona göre insanlar evlerine girecek veya girmeyecek. Ama şimdi hepsi sokakta. Hafif hasarlısı da var henüz bilmediği için çadır istiyor. 100,120 bin çadır...Dünyada hiç kimse bunu karşılayamaz.
Kızılay çadır meselesinde haklı mı yani?
Ama siz de ülke şartlarına göre hazırlıklı olmalısınız. Demek ki birinci derece deprem bölgelerinde ciddi çadır stokları bulundurmanız lazım. Ülkenin yüzde 46’sının birinci derece deprem bölgesi olduğu belli. O zaman Van’daki çadır ihtiyacı İstanbul’dan karşılanmamalı. Bu bölgelerdeki il ve ilçelerde, bakımı yapılacak çadır stokları bulundurmalısınız. Valilikler anında dağıtmalı.