Prof .Dr. Esergül Balcı ve başkanlığındaki ekip, bir yıl boyunca sahada yaptığı çalışmalar sonucunda ‘Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği’ raporu hazırladı. Bu rapora göre Türkiye’de bir milyon öğrenci tarikatların elinde. İstanbul’da 445 tarikat ve kolunun faaliyet gösterdiği, tarikatlara bağlı yurt kapasitesinin 380 bini bulduğunu belirleyen çalışma, devlet okullarında okuyan öğrenci sayısının da nüfustaki artışa rağmen, 2012’den bu yana 1 milyon civarında azaldığını gösteriyor. Balcı, tarikat eğitiminde biyolojik eşe yabancılaşmanın yaşandığını ve bunun cinsel sapkınlıkları doğurduğunu ifade ederek, "Bugün duyduğumuz cinsel istismarların altında yatan gerçeklerden biri de budur" diye konuştu.
Birgün'den Meltem Yılmaz'ın sorularını yanıtlayan Balcı'nın açıklamaları şöyle:
»Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, geçen günlerde yaptığı açıklamada, İHL istemeyenlere özel okulu işaret etti. Zaten bu yönde bir eğilim olduğunu biliyoruz. Siz de raporunuzda, devlete ait okullarda okuyan öğrenci sayısının, nüfustaki artışa rağmen, 2012’den bu yana azaldığına dikkat çekmişsiniz. Bu durum ne gibi sonuçlara gebe?
Ailelerin, tarikat okulları, yurtları ve medreselerine yönelmesinin temel nedeni yoksulluk ve sahipsizliktir. Özellikle 4+4+4 uygulamasının başlatıldığı 2012 yılından bugüne kadar devlete ait dört binden fazla ilkokul kapatılmış, öğrenci sayısı da bir milyon civarında azalmıştır. Devletin eğitimden kademe kademe çekilmesi, yoksul ailelerin tarikatlara mahkûm edildiğinin göstergesidir. Devletin çekildiği yerleri tarikatların dolduracağı açıktır. Sayın Bakan İsmet Yılmaz’ın söylediği malumun ilanı. AKP 2007 yılında 625 sayılı Kanun’da özel eğitim kurumları lehine değişiklikler yaptı. ‘Vakıf üniversitelerine yüzde 45’e kadar devlet yardımı yapılabilir’ hükmünü değiştirerek, ‘devlet yardımı yapılır’ şekline dönüştürdü. Böylece yüzdelik limit kaldırılmış, yoksul kesimin aleyhine bir adım atılmış oldu. Günümüzdeki ekonomik uygulamalarla, fark uçuruma dönüştü.
»Bu fark temel olarak neye yol açıyor?
Bu bağlamda, özel okulların sayısı giderek arttı. Eğitim sistemiyle ilgili hoşnutsuzluk ve gelecek kaygısı artık hâd safhada. Ekonomik gücü olan aileler çocuklarını çağdaş, bilimsel nitelikli eğitim verdiğini düşündükleri özel okullara, orta ve alt sosyoekonomik kesim devlet okullarına, asgari ücretle açlık sınırında yaşayan kesim ise imam hatip okulları ile yatılı bölge okulları yerine geçen yatılı medrese ve tarikat okullarına gönderiyorlar. Böylece yaratıcılıktan uzak, düşünmeyen, beyni yıkanmış, bugüne değil ahirete yatırım yapan insanların yaşadığı, kolay yönetilebilen ülke yaratma hedefine ulaşmak için kaldırım taşları döşenmiş oluyor.
»Raporunuzda, Türkiye’de 1 milyon öğrencinin tarikatların elinde olduğunu, İstanbul’da 445 tarikat ve kolunun faaliyet gösterdiğine dikkat çekmişsiniz. Bunlar işin görünen kısmı, peki ya görünmeyenler? Merdiven altı medreseler, apartman katlarında örgütlenmeler derken, çocuklar üzerinde ne kadar geniş ve etkili bir ağdan söz ediyoruz?
Burada neredeyse metropollerdeki her mahallede açılmış apartman medreseleri söz konusu. Çoğunluğu kız çocuklarının kaldığı, 10-12 kişilik medreseler bunlar. Başlarında bir iki abla bulunuyor, hem ders veriyorlar hem de göz kulak oluyorlar. Gelip giden hocalar var. Biz çalışmayı yaparken halktan birileri sürekli bize adres gösteriyordu, ‘Bizim mahallede şu apartmanda çarşaflı küçük kızlar kalıyor’ diye. Ama hepsini incelememiz, hele bilgi almamız mümkün değil. Zaten çoğunu kiralayan kâğıt üzerinde o ‘ablalar’. Tıpkı FETÖ yapılanmasında olduğu gibi... Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ‘Paralel bir eğitim sistemi kurmuşlar’ dediği tam da budur. İktidar desteği, devlet desteği olmadan paralel bir eğitim sistemi kurulamaz. Çünkü eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu eğitim sistemi; artık toplumu ve devleti tehdit eden, yıkıcı bir hal almıştır.
»Tarikatlara bağlı yurtların kapasitesi 380 bin olarak karşımıza çıkıyor. Peki, bu tarikatlarda bu çocuklar fiziksel olarak ne kadar güvende? Hangi şartlarda barındırılıyorlar? Aladağ örneğinde gördüğümüz korkunç olay hâlâ hafızalardayken…
Çünkü tarikat eğitiminde biyolojik eşleriyle ilgili erkeklere öğretilenler kadının aşağı, ikinci sınıf insan olduğu şeklinde. Kızlara öğretilense erkeğe bir tür zorunlu kölelik… Biyolojik eşe yabancılaşma, cinsel sapkınlıkları doğurur. Bugün duyduğumuz cinsel istismarların altında yatan gerçeklerden biri de budur. Psikolojik hatta patolojik bir sorun. Yatılı Kuran kursları ve yurtlarında neler yaşandığını biliyoruz. Bir de ortaya çıkmayanlar var. Ama çocuklar hayatları boyunca bunlarla yaşamak zorunda kalıyorlar.
»Raporunuzda, medreselere kaydolma yaşının bazı bölgelerde 3’e kadar düştüğünü deortaya koymuşsunuz. Peki, bu derece küçük yaşta medrese eğitimi almanın çocukların pedagojik gelişimi üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Bu çocuklar adeta mutant bir ara form haline getiriliyorlar. Anne-baba şefkati yok. Aile sıcaklığı yok. Sorgulama yok. Tam bir itaat ve kör bir bağlılık var. Metafizik bir hayal âlemine hapsedilmiş, tek tipleştirilmiş insanlara dönüşüyorlar. Her türlü istismara açıklar. Düzce’de bir kız çocuğu tarikata katılıyor. Sonra eve döndüğünde ‘Hocamız böyle emretti’ diyerek tüm mobilyaları kaldırtıp yerde oturmalarını istiyor. O kadar ısrar ediyor ki; sonunda annesi salondaki koltukları kaldırıp yere minder sermek zorunda kalıyor. Sahada tanık olduğumuz bunun gibi daha pek çok olay var.
»Pek çok göç etmiş ailenin, kentte tutunamamanın ezikliğini ve yetersizliğini, en azından çocuklarının parasız eğitim aldığı düşüncesiyle tarikatlara bıraktığını görüyoruz. Bu tablo, gelenek- görenek, yoksulluk gibi temel faktörlerin yanında, tarikatlara katılımın önemli bir nedeninin de göç olgusu olduğunu gösterir mi?
Aile dört çocuğuyla taşradan büyük şehre göçmüş, üçü okul çağında... Babanın annenin işi yok. Zaten yoksulluk onları toprağından koparmış. Okutmaları mümkün değil. Adrese dayalı nüfus kayıt işlemleri kim bilir ne zaman yapılacak, belli değil. Çünkü okul ona göre seçilecek. Kültür, gelenekler ve yaşam tarzı farklı. Büyük şehrin hengâmesi gözlerini iyice korkutmuş. Namus ve töre belirleyici; çünkü geldikleri yer hemşerilerinin akrabalarının olduğu mahalle/semt. Bir çeşit getto; mikro sosyal yapılar. ‘Kızım kötü yola düşmesin, oğlum serseri olmasın’, ‘El âlem ne der’ baskısı şeklinde bir korumacılıktan söz ediyoruz. Servise, kılık kıyafete, okul harçlığına yetecek para da yok. Zaten aile karnını güç bela doyuruyor. Devreye hemşeriler, akrabalar giriyor. ‘Mahallede çok muhterem bir hocaefendi var. Dininde imanında yetiştiriyor’ yönlendirmesiyle çocuklar tarikata teslim ediliyor. Üstelik yatılı kaldıklarından sofradan bir boğaz da eksiliyor. Bu insanlar kentte tutunamamanın ezikliğini ve ekonomik yetersizliklerinin sıkıntısını ‘hiç değilse çocuğumuz parasız eğitiliyor’ düşüncesiyle azaltmaktadırlar. Bu durum bir yerde çaresizliğin çaresi halini almıştır. Kısacası, bu bütün Türkiye’nin acı gerçeğidir.
»Türkiye’de son dönemde tarikatçılık şekil değiştiriyor mu, yoksa çocuklar üzerinde hep aynı yöntemle mi örgütleniyorlar? Özellikle IŞİD’in Adıyaman başta olmak üzere kentlerdeki yapısı ve örgütlenmesinin deşifre olmasıyla birlikte bir yöntem değişikliğinden söz edebilir miyiz?
Hayır, söz edemeyiz. Aynı sosyal yapıdan besleniyorlar. Yoksul, sahipsiz, itilmiş ailelerin çocukları ilk hedef. Önce çocuklara önemli olduklarını hissettiriyorlar. Sohbet toplantılarında hocalar yeni gelenlere birer yaşam koçu gibi davranıyorlar. Kalabalıklar içinde önemli olduklarını düşündürüyorlar. Yavaş yavaş bir hedefe yönlendiriliyorlar. Onlara bir kimlik, dünyayı değiştirme vadediyorlar. Zaten bilinçaltlarında ‘Bunlar bizi eziyor’ dediklerine karşı bir öfke var. Tarikat öğretisiyle dindarlık nedeniyle ezildikleri işleniyor. Tarikatın sunduğu bu fırsatı kendilerini ezenlere karşı bir intikam aracına dönüştürüyorlar. Bu çocuklar kurtuluşu dinde ve öbür dünyada aramaya başlıyorlar. Kafa kesmeler, kendini havaya uçurmalar hep bu eğitim modelinin sonucu…
»Sahada nelerle karşılaştınız?
Sahada gördüklerimiz çok korkutucuydu. Türkiye’de tarikatlar sufi geleneğini temsil eder. Oysa bugün Selefi model sufizme baskın gelmektedir. Türban bunun sonucu yaygınlaşmış, hatta moda halini almıştır. IŞİD bunun sonucudur. Asansörde halvet, battaniyeden tahrik olmak bunun sonucudur. Diyanet ve YÖK sapkın tarikatlar ile dini terör grupları konusunda bir çalışma başlattı. Baştan söyleyeyim, bu yapılarıyla hiçbir sonuç alamazlar. Çünkü artık tarikatlar ve eğitim konusu bir milli güvenlik sorunudur.
***
"Çocuklara yeterli eğitim vermeden…"
»Raporunuzda bir de Harp Okulları ile ilgili tehlikeden söz etmişsiniz. Bu konuyu açar mısınız?
Biz çalışmalarımızda gördük ki; FETÖ, TSK’ya üç aşamada sızmış: 1980-2000 yılları arasında askeri okullara eleman yerleştirme, 2000-2008 yılları; yerleşme ve yayılma, 2008-2014 örgütten olmayanların tasfiyesi… Önce soruları çalmış, sonra kendilerinden olmayanları sistematik şekilde suçlayıp devre dışı bırakmış. Kendi adamlarını yükseltmiş ve günü gelince de darbe yapmaya kalkmış. Herkesin darbe olacağından haberi var. Birbirimizi kandırmayalım. Çünkü Türkiye’de her büyük dönüşüm öncesinde orduda tasfiyeler olur. Askeri liseler darbe bahanesiyle kapatıldı. Harp Okulları Milli Savunma Üniversitesi bünyesinde sıradan fakültelere dönüştürüldü. Ancak puanı yeterli olmayanlar bile eğitime alındı. Üniversitelerin mühendislik fakültelerinden de askeri eğitim veren kurumlara öğrenci alınıyor. Bu çocukların yeterliliği hangi kıstaslara göre belirleniyor? Bu çocuklara yeterli eğitim vermeden, savaş uçaklarını, gemileri, tankları teslim edemeyiz.
»Ama ediliyor…
Geçen yıl Karargâh Subaylığı (KARSU) sınavında da sınava girenlere kaç puan aldıkları bile söylenmedi. Kazandın ya da kazanamadın diye birer mesaj gönderildi o kadar. Kaç puan aldıkları belli değil, sicil notlarını ne kadar etkiledi o da belli değil. Mülakatlar tam bir fecaat: ‘Ensar nedir?’, ‘Kurtarman gerekirse kimi kurtarırdın, Atatürk’ü mü, Recep Tayyip Erdoğan’ı mı?’ ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en önemli sözü hangisidir?’ Ayrıca mülakat komisyonunda tek bir askeri üye bulunurken, diğer üyelerin çoğunluğu 28 Şubat döneminde irticai faaliyetlerinden dolayı TSK’dan atılmış olanlardan seçilmiştir. Bu yöntemlerle seçilmiş subayların Türk Ordusu’na kumanda etmeleri söz konusu olamaz. En zor şartlarda ve baskı altında nasıl karar verecekler? Şeyhe mi soracaklar? Açık konuşalım, yarın neyle karşılaşacağımız belli değil.