T24 - İktisat profesörü Erdal Tanas Karagöl, Türkiye'nin ekonomik krizlik bir durumu olmadığını belirterek, "bu ülkede krizden para kazananlar var. Bunlar, AK Parti’nin iktidardan gitmesini istiyor. Kriz çıkarsa, gene paradan büyük paralar kazanacaklar"bu ülkede krizden para kazananlar var. Bunlar, AK Parti’nin iktidardan gitmesini istiyor. Kriz çıkarsa, gene paradan büyük paralar kazanacaklar" dedi.
Taraf gazetesi yazarı Neşe Düzel'in "Merkez Doları 1,70 hedefliyor" başlığıyla yayımlanan söyleşisi şöyle:
Merkez Doları 1,70 hedefliyor
"Merkez Bankası’nın hedeflediği bir dolar kuru var. 1.70 dolayında bir kur bu. Doların fiyatı yükselmez, bundan sonra dolar düşer. Bir hafta içinde dolar 1.70 dolaylarına gelir 1.65 -1.70 arası bir kur makbuldür"
"Türkiye’nin krizlik durumu yok. Ama kriz bekleyenler var tabii! Çünkü bu ülkede krizden para kazananlar var. Bunlar, AK Parti’nin iktidardan gitmesini istiyor. Kriz çıkarsa, gene paradan büyük paralar kazanacaklar"
"Şu anda, ekonomide bir ısınmadan değil, Türkiye’de yaşanan bir zenginleşmeden söz edebiliriz ancak. Ekonomi, yeni orta sınıfın tüketimiyle büyüyor. Türkiye’de yaşanması gereken bir süreç bu. Sosyal dönüşümden kaçamazsınız"
NEDEN ERDAL TANAS KARAGÖL
Dünya ekonomisi zengin devletlerin yaşadığı borç kriziyle altüst oluyor. 1994 ve 2001’de bizim yaşadığımız borç krizlerinin aynısını şimdi gelişmiş ülkeler yaşıyor. Yalnız arada bir fark var. Bizim ekonomik krizimiz onları krize sürüklememişken, onların krizi şimdi bütün dünyayı küresel bir krizle tehdit ediyor. Döviz piyasaları, altın, hisse senedi ve mal borsaları sallanıyor. Zengin ülkelerin pazarları yaşadıkları krizle daralacağı için, bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri, “Ben ihracatımı nereye yapacağım? Nasıl döviz kazanacağım?” diye korkutuyor. Zengin ülkelerde yaşanan kriz, Türkiye’yi de bir ekonomik krize sürükler mi? Türkiye zengin ülkelerin krizinden etkilenmeden yol alabilecek mi? Vatandaş ne yapacak? Kendini dış şoklardan, dalgalanmalardan nasıl koruyacak? Dolar ne olacak? Enflasyonlu günlere geri mi dönülecek? Altın nereye gidecek? Emlak piyasası düşecek mi? Konut ucuzlayacak mı? Vatandaş parasını nereye yatırmalı? Türkiye’nin ciddi boyutlara varan cari açığı kriz yaratır mı? En büyük dış pazarımız olan Avrupa Birliği’nde yaşanan krizden Türkiye nasıl etkilenecek? En can acıtıcı sorun olan işsizlik ne olacak? Bütün bu soruları iktisat profesörü Erdal Tanas Karagöl‘e sorduk. Yüksek lisansını ABD’de University of Connecticut’da, “Dış Borçlar ve Ekonomik Büyüme İlişkisi ve Dış Borç Öteleme Riski” üzerine doktorasını da İngiltere’de University of York’da yapan ve son seçimlerde AKP’den milletvekili adayı olan Balıkesir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Karagöl, yeni dünya kriziyle ilgili olarak hükümeti özellikle işsizlik ve Avrupa’da yaşanan krizin yaratacağı sonuçlar konusunda uyardı. Türkiye’nin tek kurtuluşunun bir an önce yeni pazarlar bulmak olduğuna dikkat çekti.
Amerikan devleti borçlarını ödemekte zorlanırken, Avrupa ülkelerinin bir kısmı borçları yüzünden batarken, geçmişte daima borçlarını ödemekte zorlanan ve bu yüzden krizlere giren biz, böyle büyük bir başarı göstermeyi nasıl sağladık da onlar gibi bir krizde değiliz?
Biz krizde değiliz çünkü Avrupa ülkeleri ile Türkiye arasında büyük bir fark var. O da, Türkiye ekonomisinde yaşanan kamu bütçesi dengesi. İspanya, Portekiz, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Belçika gibi Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunda, çok büyük bütçe açıkları var. Bu devletler yıllarca harcadılar, büyük kamu harcamaları yaptılar, AB’den aldıkları yardımları sorumsuzca dağıttılar. Türkiye ise aynı dönemde tam tersini yaptı.
Ne yaptı?
Bizde devlet, ayağını yorganına göre uzattı. Çünkü her devletin belli bir geliri ve gideri vardır. Hükümet, fazla borçlanmadan, topladığı gelirlerle yetindi ve kamu harcamalarını, bu gelirleri etkin kullanarak yaptı. Eğer kamu harcamaları, kamu gelirlerini çok aşsaydı ne yapacaktı? Borçlanacaktı. Her borçlandığınızda ise, size verilen kredilerin maliyeti artar yani faizler yükselir. Sonunda bir yüksek faiz döngüsüne girersiniz. 90’ların Türkiye’sinin problemi buydu. Devletin kaynağı olmadığı halde, siyasetçiler, sağdan soldan yüksek faizlerle borçlanıp harcama yaparlardı ve devletin gelirleri giderlerini karşılamazdı. Toplanan vergiler yüksek faiz ödemelerine giderdi. Ve sonunda Türkiye her defasında bu yüzden krize girerdi.
Bugün devletin topladığı gelirler harcamalara yetiyor mu peki?
Yetiyor. Son on yılda devletin harcamaları kısıldı. Kamu maliyesi çok iyi yönetildi. Bütçe açığı iyice küçüldü. Bakın, şu anda Türkiye’nin cari açığı çok yüksek. Eğer devletin bir de bütçe problemi olsaydı, yani bütçe açığı yüksek olsaydı... Bugün Türkiye krizlere çok açık hale gelirdi. Biz de Avrupa ülkeleri gibi krize girmiş olurduk. Onlar, devletin maliyesi kötü yönetildiği için krize girdiler. Türkiye, bugün Avrupa’nın yaşadığı krizi 1994 ve 2001’de yaşadı.
Bütçe dengesini sağlamak için bizde hangi harcamalar kısıldı?
Mesela savunma harcamaları kısıldı. GSMH içindeki payı yüzde 6-7 iken, yüzde 3- 4’e düşürüldü. Çünkü savunma harcamaları verimsizdir. Asker beslersiniz, silah satın alırsınız ama sonrası yok! Bu harcamalar ekonomiye fayda getirmez. Silah alımları 2000’den sonra düştü, sağlık ve eğitim harcamaları arttı. Tarihte ilk kez eğitimin bütçedeki payı, savunma harcamalarını aştı. Bu çok önemli. Çünkü eğitim ve sağlık harcamaları ekonomide verimliliği arttırır. Nitekim Türkiye’de verimlilik arttı. Kişi ve saat başına düşen üretim yükseldi. Üretim arttığı halde istihdamın sınırlı artıyor olmasının bir sebebi belki de bu. Verimlilik artınca çok kişi istihdam edilemiyor.
Türkiye, bu yılın ilk üç ayında yüzde 11 oranında büyüdü. Dünyada en hızlı büyüyen ekonomi oldu. Çin’i bile geçti. Türkiye bu hızlı büyümeyi sürdürebilir mi?
Sürdüremez tabii. Cari açık problemi olan Türkiye’nin sürdürülebilir bir büyümeyi tutturması lazım. Türkiye’nin bu hızlı büyümeyi nasıl gerçekleştirdiğine gelince... Biz, geçmişe göre daha çok üretiyoruz ve daha çok ihraç ediyoruz ama... Şu da bir gerçek ki, iç talep de çok güçlü. Ekonomideki hızlı büyümenin bir nedeni de bu iç talep. Türkiye’de hem büyük bir nüfus var hem de geliri artan büyük bir orta sınıf var. Bu insanlar, daha önce satın alamayacakları malları şimdi talep ediyorlar. Zenginleşen orta sınıfın yaptığı bu tüketim, ekonomik büyümeyi destekliyor. Mesela eskiden on kişi bir evde otururken, zenginleşme sonucunda şimdi üç, dört evde oturuyorlar. Zaten demir, çelik, elektrik kullanımlarına da baktığınızda, büyük artış görüyorsunuz.
İç talepteki artış bazılarını çok korkutuyor. Ekonominin çok ısındığını ve bu yüzden krize gireceğini söylüyorlar. Ekonomi böylesine ısınınca krize girmez mi?
Türkiye ekonomisi ısınmadı... Şu anda ekonomide bir ısınmadan değil, Türkiye’de yaşanan zenginleşmeden bahsedebiliriz biz ancak. Türkiye’de yaşanması gereken bir süreçtir bu. Sosyal dönüşümden kaçamazsınız. Orta sınıf genişledi ve zenginleşiyor. Türkiye’de ekonomiye ve topluma eski kalıplarla bakamazsınız. Bakarsanız, yanılırsınız. Türkiye eski Türkiye değil. Yeni Türkiye ısınmıyor, zenginleşiyor bugün.
Ama Türkiye ekonomisindeki bu hızlı büyüme, cari açığı arttırıyor. Türkiye’nin büyük bir cari açığı var. Bununla da ilgili çeşitli görüşler ileri sürülüyor. Cari açık, ekonomik bir krize yol açar mı?
Yüksek cari açık, kriz yaratmaz şu anda. Bir kere dünyada bugün yaşanan kriz, Türkiye’deki cari açık riskini azaltıyor. Türkiye’nin cari açığı dünyadaki krizle birlikte küçülecek. Çünkü Türkiye’de hem ekonomik büyüme yavaşladı, hem de sıcak para girişi azaldı. Bu arada yükselen döviz kurları da ihracatı arttırıyor. Daha da önemlisi, Türkiye’nin yüksek cari açığı finanse etmekte bir sorunu yok. Çünkü Türkiye’nin geçmişteki gibi bir borç problemi yok. Bizde devletin borcu az. Kamu borcunun GSMH içindeki payı yüzde 40’ın altında. AB ülkelerinde ise bu oran yüzde 100’ün üstünde. Bu çok önemli. Devlet çok tutumlu davrandı ve alınan borları çarçur etmedi.
Özel sektör cari açığı nasıl arttırıyor?
Yüksek faiz-düşük kur nedeniyle ucuzlayan ara malı ve girdileri, özel sektör, Türkiye’de üretmek yerine ithal ediyor. Pek çok malı Çin’de ürettiriyor. Türkiye’deki işçiyi kullanacağına dışarıdaki işçiyi kullanıyor. Tabii sonunda da cari açık ortaya çıkıyor. Bu arada, genişleyen ve zenginleşen orta sınıf da, yüksek faiz-düşük kur nedeniyle ucuz olan ithal malları bolca tüketiyor. Cari açık dediğiniz nedir? Ürettiğinizden daha fazla harcamanızdır. Ürettiğinizden daha çok tüketirseniz, tüketiminizin kalan kısmını ithalatla dışarıdan sağlarsınız.
Cari açıkla gerçekleşen büyüme sağlıklı bir büyüme mi? Yoksa bedeli daha sonra ödenecek sorunlu bir büyüme mi?
Böyle giderse sorunlu tabii... Türkiye’de cari açık rakamıyla büyüme rakamı paralel gidiyor. Yüksek büyüme, cari açıkla sağlanıyor. Ama bu yüksek cari açık ve büyüme rakamları böyle gitmeyecek zaten. Merkez Bankası politikasını değiştirdi. Türkiye’nin bundan kurtulması gerekiyordu ve nitekim Türkiye şimdi, döviz kurlarının yükselmesi ve faizlerin düşürülmesiyle bu paradokstan kurtuluyor. Piyasa riski gördü ve döviz kurları arttı. Merkez Bankası, “düşük kur-yüksek faiz” politikasından vazgeçti. Çünkü ihracatın artması lazım. İhracat-ithalat dengesi sağlanarak cari açığın dizginlenmesi lazım... Bu yıl IMF, Türkiye için yüzde 10.5 gibi çok yüksek bir cari açık tahmin ediyor.
Cari açık bu yılın ilk altı ayında 45 milyar dolar olarak açıklandı. Dünyada kriz yaşanırken, Türkiye bu açığı sürdürebilir mi?
Rahatlıkla sürdürebilir çünkü ikinci altı ayda cari açık gittikçe azalacak ve 20-25 milyar dolara inecek. Toplam cari açık rakamı 70 milyar dolar olacak. Bugünkü yüksek cari açığı, düşük kur politikası beslemişti. Artık kurun yükselmesi, ihracatı arttıracak, ithalatı da dizginleyecek. Yani cari açığı azaltacak ve büyüme yüzde 6-7’ye gerileyecek. Türkiye şu anda o süreçte... Yüzde 6-7’lik büyüme sağlam ve sağlıklıdır. O zaman da çok yüksek cari açık olmaz. Anlayacağınız Türkiye’nin bir krizlik durumu yok. Ama kriz bekleyenler var tabii!
Onlar niye kriz bekliyorlar?
Krizden hâlâ medet umanlar var. Çünkü krizden para kazananlar var. Bunlar, AK Parti’nin iktidardan gitmesini istiyorlar. Kriz çıkarsa, gene paradan büyük paralar kazanacaklar. Biz bu filmi 1990’larda gördük. Devlet gene gidip onlardan yüksek faizlerle para isteyecek. Bunlar, Türkiye’de büyük para kazanmaya alışmışlar. Bu yüzden de Türkiye’de hep kriz üzerine bir senaryo var. Gazetelerdeki yazılara, televizyonlara bakın, hep bir kriz beklentisi var. Aslında bir krizde, para satanlar dışında bütün toplum kaybediyor.
Cari açığı göze almadan Türkiye büyüyebilir mi?
Türkiye’de mutlaka cari açık olacak. Cari açığın çok düşük olmasına da gerek yok, 5-6 olabilir. Çünkü bizim büyümeye ihtiyacımız var. Türkiye cari açık olmadan büyüyemez. Bizim üretim yapabilmemiz için ithalat yapmamız gerekiyor. Düşünün ki, ithalatımızın yüzde 20’si petrol gibi enerji girdilerine gidiyor. Enerjide yüzde 75 oranında dışa bağımlıyız. Dolayısıyla ithalat olmadan büyüyemeyiz. Biz, cari açıkla büyümeye devam edeceğiz. Ama biz şu hatayı yaptık. “Düşük kur-yüksek faiz” politikasını abarttık. Uzun yıllar TL çok değerli oldu ve Türk mallarının ihracatta rekabet gücü çok düştü. İthalat ucuza geldiği için de içerde üretebileceklerimizi bile ithal ettik biz. Ama şimdi durum değişti. Yükselen kurlarla şimdi Türkiye’nin ihracatta rekabet gücü olacak ve içeride üretilebilecek mallar artık Türkiye’de üretilecek.
Peki, işsizlik ne olacak?
Türkiye’de işsizlik azalıyor, yüzde 9’a düştü ama işsizlikle ilgili çok büyük problemler var. Cari açık ve büyüme düşünce, öbür tarafta patlayan bence işsizlik olacak. Türkiye’de böyle bir problem var. Ekonomide birkaç değişken var. İkisini tercih ettiğinizde diğeri patlayabiliyor. İşsizlikle ilgili çok büyük bir sorunla karşılaşabilirsiniz.
Siyasi iktidarların başarısını ölçmede en önemli rakam işsizliktir. Cari açığı düşürmek yerine işsizliği azaltmak tercih edilemez mi?
Şu anda ikisi arasında bir tercih yapılamaz. Bu büyük bir lüks olur Türkiye için. Yapılacak olan tercih cari açığı düşürmektir. Türkiye, geçmişte hep cari açık ve devlet bütçesindeki dengesizlikler nedeniyle krizlere girdiği için en korkulan şey bizde cari açık ve ekonomik krizdir. Büyüme oranı yüzde 5-6’ya düşünce, işsizlik yükselecek.
Dünya yeni bir krize girer mi?
Amerika değil ama AB krizde şu anda. Fransa’nın da uzun dönemde sağlam duramayacağı ortaya çıktı. Yunanistan, İspanya, İrlanda gibi ülkeleri için alınan önlemlerin sonuçları olumlu olursa AB yoluna devam eder ama aksi olursa AB dört, beş yıl sonra hem ekonomik hem siyasi büyük bir krizle karşı karşıya kalabilir. AB’nin bir, iki yıl içinde borç konusunu halletmesi ve ciddi reformlar yapması lazım.
Avrupa’nın ekonomik krizi Türkiye’ye nasıl yansır?
Avrupa’daki büyük bir kriz bizi çok etkiler. İhracatımızın yüzde 50’den fazlasını oraya yapıyoruz. Dolayısıyla oradaki daralma sonucunda dış ticaret dengesinde oluşacak açığı düşünürseniz, inanılmaz rakamlara ulaşırız. Cari açığın büyük bir kısmı dış ticaret dengesinden kaynaklanıyor. Yeni pazarlar keşfetmemiz şart. Şu andaki konumu itibarıyla Türkiye bunu yapabilir. Türkiye’yi, Avrupa’nın krizinden yeni pazarlara yerleşmek kurtarır. 2008 krizinde de en büyük sorunumuz bu ülkelerdeki krizdi. İhracat daralınca içerde bir daralma oldu ve eksi büyüme oranlarıyla karşı karşıya kaldık. Hâlâ sanayide kapasite kullanımı 2008 düzeyine varamadı. İhracat da 2008 krizinden önceki rakamlara ulaşamadı. Bu yüzden hiç zaman kaybetmeden yeni pazarlar bulmalıyız. Başka çaremiz yok.
Dolar yükseliyor. Bunun bizim için sonuçları ne olur?
Dolardaki yükselme çok fazla sürmez. Merkez Bankası, dolar bazlı bir politika izlemese de, hedeflediği bir dolar kuru var. 1.70 dolayında bir kur bu. TL’nin daha fazla değer kaybetmemesi için gerekli önlemler alınıyor, döviz satışı yapılıyor. Bir hafta içinde 1.70 dolaylarına gelir dolar kuru. Dolardaki yükselmenin sonuçlarına gelince... İhracatı ve istihdamı arttırır bu. İthalat azalınca içerde üretim yapılır. Yalnız doların çok yüksek olması enflasyonist bir etki yapabilir. 1.75’in üzerine çıkan bir dolar kuru enflasyonu arttırır. Ama şu anda Türkiye’de bir enflasyon problemi yok. Zaten enflasyon sorunu olsaydı, Merkez Bankası faizleri indirmezdi. Yüzde 5-7 marjında devam eder enflasyon.
Doların fiyatı nereye kadar yükselir?
Yükselmez, bundan sonra düşer. 1.65 - 1.70 arası bir dolar fiyatı bence makbuldür.
Altın neden yükseliyor?
Yatırımcı, Amerika’ya ve Avrupa’ya bakıyor. Dünya ekonomisindeki olumsuz algı sonucunda da, “En sağlam yatırım aracı altın” diyor. Haklı da çıkıyor. Borç limitini arttırma konusunda Amerika’da 2012’nin sonuna kadar bir anlaşma yapıldı ama insanlar 2012’den sonrasına da güvenemiyor ve altına olan talep sürüyor.
Daha yükselmeye devam eder mi?
Altın doyma noktasına gelmeye başladı. Çok hızlı yükseldi ve bir dönem durabilir, artışını yavaş bir trendle sürdürebilir.
Bizde konut sektörü çok hızlı büyüdü. Hâlâ da büyüyor. Amerika’nın başı bu konut sektöründen derde girdi. Bizde de konutlar elde kalır mı? Emlak piyasası çöker mi?
Hayır. Halen büyük talep var. Belki belli yerlerde konut fiyatları aşırı doymuş olabilir ama genelde, üretenler, konutları hâlâ iyi fiyatlardan ve çok rahatlıkla satıyorlar. Türkiye’de yeni konuta ihtiyaç var. Çünkü konut problemi hâlâ çözülmedi. İnsanların hâlâ kaliteli eve ihtiyacı var. Zaten konut satın alan da içinde oturuyor. İnsanlar insani koşullara yaşamak istiyorlar. Konuta talep sürüyor ve konut hâlâ para ediyor. İnsanlar emlaki hâlâ bir yatırım aracı olarak görüyor. Bence emlak fiyatları düşmez. Neden düşsün ki? Düşmesi için çok konutun yapılması lazım. Çoğu yerde çok konut yok.
Türkiye ekonomisinin en sorunlu alanı hangisi?
En sorunlu alan enerji çünkü yüzde enerjide 75 dışa bağımlı bir ülke normal bir ülke olamaz. Doğalgaz akışı kesilse ne yapacağız? Türkiye güneş, rüzgâr, hidroelektrik gibi yenilenebilir enerji çalışmalarını hızlandırmak zorunda. Yılda enerji ithalatına petrol, doğalgaz ve kömüre 40 milyar dolar para ödeniyor.
Ekonominin en sağlam yanı hangisi?
Kamu bütçe dengesi... Yani devletin bütçesi, en sağlam yanı ekonomimizin. Bizi geçmişte hep devletin bütçesindeki zayıflık krize sokmuştu, tarihte ilk defa 2,9 milyar lira fazla verdik. Bu büyük bir dönüşüm. Zaten Türkiye’yi kurtaracak bir kalem bu. Sadece “bütçe dengesi” deyip geçmeyelim. Bütçe dengesindeki sorun, başka kalemlerle birleşince Türkiye ekonomisi büyük bir belayla karşılaşabilirdi ama bugün böyle bir ihtimal yok çünkü devletin bütçesinde bir sorun yok. Başbakan doğru söylüyor. Ayağımızı gerçekten yere sağlam basıyoruz.
Dünya sermayesi Türkiye’ye neden daha fazla yatırım yapmıyor?
Üretim, işsizlik, teknoloji ve sermaye sorununu çözmek için Türkiye’nin dünya sermayesinin doğrudan yatırımlarına çok ihtiyacı var ama Türkiye’nin doğrudan yabancı yatırımlarla ilgili bir stratejisi, hedefi, planı yok. Hükümet, yabancı yatırımlarla ilgili mutlaka bir yol haritası çizmeli. Cari açığı finanse etmenin sağlam bir yoludur bu.
Peki, yaşanan bu küresel kriz ortamında vatandaş olumsuz etkilerden korunmak için tasarruflarını nasıl değerlendirmeli? Altın, döviz, mevduat, gayrımenkul hangisini tercih etmeli?
Bu tür durumlarda önemli olan vatandaşın borcunun olmamasıdır. Bir kere vatandaş gelirinden fazla borçlanmamalı. Krizin en fazla vurduğu kesimler, gelirinden fazla gideri olanlardır. Borcunuz yoksa, krizden çok fazla etkilenmezsiniz. Eğer dövizle borçlanmışsanız, bir krizde en fazla etkilenen siz olursunuz. Döviz cinsinden borçlanmamak lazım. Paranın nereye yatırılacağına gelince... Bence vatandaş TL’de kalsın. Altını varsa satmasın, ama şu anda satın da almasın!
Biraz da gelecekten söz edelim. Dünya yepyeni bir teknolojiye geçti. Bu teknolojiye uygun üretim yapıyor. Türkiye ise henüz o üretim biçimine geçemedi. Bu, ileride sorun olur mu?
Cari açığın kapatılmasıyla ilgili yapılması gerekenlerden biri de bu zaten. Türkiye’nin daha kaliteli ve katma değeri yüksek teknoloji ürünlerini mutlaka üretip ihraç etmesi gerekiyor. Türkiye’nin bir TIR dolusu tekstil ürünü satmasıyla, İsrail’in bir TIR dolusu ileri teknoloji ürünü satması arasında büyük bir fark var. Tekstilden vazgeçilmemeli ama kaynaklar da etkin dağıtılmalı. Sanayi Bakanlığı, Sanayi Strateji Belgesi yayınladı. Katma değeri yüksek ileri teknoloji ürünlerinin üretilmesinden bahsediyor.
Araştırma ve geliştirmeye para harcamadan, yüksek katma değerli ürün üretmemiz mümkün mü?
Mümkün değil. Gayrı Safi Yurtiçi Hâsıla’nın daha yüzde 1’ine bile ulaşmadı bizdeki araştırma geliştirme harcamaları. Bu rakam binde 75-80 oranında hâlâ.
Madem bütçe ve kamu maliyesi bu kadar iyi yönetiliyor, devlet, gelirlerini geçmişe göre çok daha etkin kullanıyor, savunma harcamalarını kısıyor, niye araştırma ve geliştirmeye para harcamıyor?
Türkiye’nin yapması gereken bir dönüşüm bu ama bizde hâlâ “çok basit yollarla üretimi arttırabiliriz” gibi bir düşünce var. Biz, uzun dönemli üretim artışının araştırma, geliştirme ve eğitimden geçtiğini pek anlayamadık. Araştırma, geliştirmeye para ayırmamak ileride Türkiye için bir sorun olacak. Yüzde birin altında bir harcamayla bir yere varılmaz çünkü. Ama siyaset yatırdığı paranın karşılığını hemen almak istediğinden, araştırma geliştirme çok tercih edilen bir harcama olmuyor. Bir sosyal yardımın karşılığını hemen alırsınız ama araştırma, geliştirme harcamasının karşılığını 10-20 sene sonra alırsınız.
Neden biz hâlâ arabada ve buzdolabında kaldık? Neden biz de bilgisayar çağının mallarını üretemiyoruz?
Biz arabada, buzdolabında kaldık çünkü strateji olarak bir şey belirlemedik. Sanayi Bakanlığı, Sanayi Strateji Belgesi’ni yeni açıkladı. Bu belge de ayrıntılı değil. Hangi malı, nereye üretmemiz ve satmamız gerekir diye bir strateji belirlememiz lazım bizim. Hindistan’da yazılım konusunda inanılmaz yatırımlar ve tasarımlar yapılırken, Türkiye’de böyle bir şey yok. Siyasetçi bu konuda hedef koymalı. Özel sektörün de yatırım yapması lazım tabii.
Anadolu sermayesinin durumu ne?
Anadolu sermayesi gelişiyor. Eskiden sermaye, üretim, ihracat, iş dünyası deyince akla sadece TÜSİAD gelirdi. Şu anda bu ülkede bir milyar doların üzerinde ihracat yapan 14 il var. Anadolu sermayesinin düzeyi ve gücü TÜSİAD kadar olmasa da, ülkeye yayılma açısından ileride. Bunlar, Anadolu’nun çoğu ilinde güç ve pay sahibi. TÜSİAD gibi sadece İstanbul ve Marmara’da değiller. Zaten AK Parti’nin aldığı oylarla da bu yaygınlığı ve gelişmeyi ölçebilirsiniz. Anadolu’da insanlar zenginleştikçe, bunun AK Parti’ye etkisi olumlu oluyor. Çünkü AK Parti’nin sınıfsal tabanıyla Anadolu sermayesi çok iç içe geçmiş durumda.
Anadolu sermayesi geliştikçe AK Parti de güçleniyor mu?
Evet. Bunları anlayan, cesaretlendiren, destek veren AK Parti oldu. Anadolu sermayesini engellemek için arkasından işler çevirmedi AK Parti.
Anadolu sermayesi, İstanbul sermayesiyle rekabet edebilecek düzeye ulaştı mı?
Hayır. Kısa sürede ulaşması kolay değil. Anadolu sermayesinin tarihi daha yeni. 1983’ten sonra Özal’la başladı. 28 Şubat’ta “yeşil sermaye” suçlamalarıyla büyük bir darbe yedi. 2000’den sonra yeniden gelişti. Diğer sermayeyi düşünün. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri varlar ve devletin madde destekleri ve teşvikleriyle büyüdüler. Kısa sürede arayı kapatmaları zor. Ama şu da var. Anadolu’da insanların zenginleşmesi, orta sınıfın oluşması, o sınıfın çocuklarının özel okullara üniversitelere gitmesi, eski zenginlerle aynı mekânlarda oturmaları, aynı uçaklarda uçmaları çok önemli. Eskiden bu durumu kabullenmeme vardı. Şimdi bir kabullenme süreci yaşanıyor. Çünkü artık bu durumu reddedemezler!