Ekonomi

Prof. Dr. Boratav: Ciddi bir krizin başlangıç aşamasındayız

"Yozlaşmış ve yerleşmiş bir iktidar yapısı ile anti-kriz seçenekler tartışılamaz"

10 Eylül 2018 12:53

Türk Lirası'nın ADB Doları karşısında tarihi değer kaybetmesiyle başlayan kur krizine ilişkin olarak Prof. Dr. Korkut Boratav “Ciddi bir krizin başlangıç aşamasındayız" dedi. 

Fakat bu kriz türünün Türkiye’ye özgü olmadığını da ekleyen Boratav, İleri Haber'den Meryem Yıldırım'a konuştu. Boratav, “Emperyalist sistemin bağımlı çevresinde yer alan ülkelerden bir bölümü, neoliberalizme geçişin belli bir aşamasında sermaye hareketlerini de tamamen serbestleştirdi” diye ekledi. Boratav, yaşanan süreçte sonucun söz konusu ekonomilerin yeni bir çevrime sürüklenmesi olduğunu belirterek şöyle devam etti:

“Yüksek tempolu dış kaynak girişlerinin yol açtığı canlanma; bu akımlarda “sert durma veya tersine dönme” koşullarında durgunlaşma veya kriz… Olumsuzlaşan ortamlarda krize kimler sürüklendi? “Canlanma” döneminde dış kırılganlıkları artan ülkeler…”

1980’li yıllarda Latin Amerika’da başlayan bu kriz türünün, 1990 sonrasında üçüncü dünyanın diğer coğrafyalarına da taşındığını paylaşan Boratav, Türkiye’nin bu kriz tipine 1994, 1998-99, 2001 ve 2008-2009’da olmak üzere dört kere sürüklendiğini söyledi.

Boratav, şunları söyledi: “2001 krizi içinde Kemal Derviş yönetiminde IMF programlarıyla oluşturulan neoliberal yapıyı 2003 sonrasının AKP iktidarı olduğu gibi benimsedi; 2015’e kadar sızlanmadan uyguladı ve bugünkü krizin sorumluluğunu da üstlenmiş oldu.”

IMF programlarının ana unsurları

“Bu neoliberal yapının ana unsurlarını hatırlatayım” diyen Boratav, o unsurları tek tek şöyle sıraladı:

“(1) Türkiye ile dış dünya arasındaki sermaye hareketleri üzerinde tam serbestlik; (2) Merkez Bankası’nın bağımsızlığı; (3) “Bağımsız” Merkez Bankası’nca “enflasyon hedeflemesi” ilkesini üstlenilmesi. Bu ilke, “serbest” döviz piyasaları (veya döviz kurunu dalgalanmaya bırakılması) ve “sıkı” para politikaları (Merkez Bankası’nın politika faizinin enflasyonun üstünde belirlenmesi) anlamına gelir.”

“Bu “paket”in ana hedefi, emperyalist sistemin çevresinin finans kapitalin denetimine girmesidir. 2000 sonrasında merkez bankacılığının resmî doktrini haline getirilmiştir” diyen tecrübeli iktisatçı şöyle devam etti: “Ancak, çok sayıda Asyalı ülke (başta Çin) ve zaman zaman Arjantin, Brezilya gibi ihtiyatlı ülkeler bu doktrine mesafeli durdular.

AKP ise bu modeli tamamen benimsedi ve AKP, 2003-2007’de uluslararası sermaye hareketlerinin coşkulu seyretmesinin uzantılarını yaşadı: Ucuzlayan döviz, yüksek TL faizi…Sonuç aşırı dışsal kırılganlıklar oldu: TL’nin reel olarak hızla değerlenmesi; üretimin ithalata bağımlılığını yapısal hale gelmesi; kronik ve giderek büyüyen cari işlem açıkları; dış borçların dört nala tırmanması ve özel, kısa vadeli borçların  ağırlığının artması…Bu nedenle, ABD’de patlak veren ve merkez ülkelerde yoğunlaşan 2008-2009 krizinden sert etkilenen az sayıdaki çevre ekonomisinden biri Türkiye oldu.”

"AKP’nin 'eseri' olan krize girmekteyiz"

Sırada bekleyen birkaç ülke daha var diyen Boratav, şöyle açıkladı:

“2010’dan itibaren Batı merkez bankalarının uluslararası likiditeyi hızla genişletmesi, AKP iktidarını aynı “rehavet” ortamına tekrar teslim etti; Türkiye’nin dış kırılganlık göstergeleri daha da bozuldu;  ülkemiz, “beş kırılgan yükselen ekonomi” grubunun kalıcı bir mensubu oldu. 2017’de uluslararası likiditenin daralma eğilimi ortaya çıkınca, finans kapital, “Güney” coğrafyasının en zayıf, kırılgan halkalarından çıkmaya başladı. Dış kaynak hareketlerinde yukarıda değindiğim “sert durma ve/veya tersine dönme” olgusu Türkiye’de de Mart 2018’de başladı. AKP ise aynı tarihlerde seçim ekonomisi dürtüsüyle kamu maliyesinin sürüklediği yüksek tempolu bir iç talep pompalamasını sürdürmekteydi. Enflasyon ve cari açık tırmandı; dış finansman gereksinimlerinin karşılanamayacağı Mart sonrasında ortaya çıktı. Önce Arjantin, sonra Türkiye kriz ortamına sürüklendi. Sırada bekleyen birkaç ülke daha var.

Şimdi, tüm unsurları ile AKP’nin “eseri” olan krize girmekteyiz. Reel ücretlerin, üretimin, istihdamın, milli gelirin gerilemesi biçiminde gerçekleşen ekonomik bunalım, bankaları da kapsayan finansal bir krize de dönüşebilir.”

Boratav, “Albayrak ve benzerlerinin her fırsatta iman tazeler gibi tekrarladığı “serbest piyasa ekonomisi” söyleminde, yani neoliberal felsefede, “karaborsa” kavramına, olgusuna yer yoktur” diye belirterek, şunları söyledi:

“İktidar çevreleri bu “resmî neoliberal söyleme” paralel ikinci ve yanıltıcı bir söylem daha sürdürüyor: Komplo senaryoları…Bu senaryoların 'lanetlenesi aktörleri' içinde faiz lobisi, siyonistler, bölücüler, Türkiye’nin düşmanları, (içeriği belirsiz tutulan) emperyalistler, ihanet şebekeleri yer alır. Sözü edilen “zam fırsatçıları, et baronları, karaborsacılar” da aynı “ihanet şebekeleri”nin öğeleridir. Bu sahte komplo senaryolarına kesinlikle karşı çıkmak; sahteliğini, yapaylığını teşhir etmek gerekiyor.”

"Yozlaşmış ve yerleşmiş bir iktidar yapısı ile anti-kriz seçenekler tartışılamaz"

Prof. Dr. Boratav, “Bir ‘çözüm reçeteniz’ var mı? Muhalefete bir çağrınız olsa ne söylerdiniz?” sorumuza ise yanıtı şöyle oluyor:

“Sol ve sosyalist meşrepli iktisatçıların, kriz karşı çözüm reçeteleri önermesini yararsız, hatta zararlı görüyorum. İktisat tartışmaları,  iktidarı eleştirmekle sınırlı kalmalıdır. Bu da, tüm geçmiş ve kesintisiz bilançosu ile AKP iktidarının finans kapitale, yani emperyalizme tam teslimiyetinden kaynaklanan kriz sorumluğu üzerinde odaklanarak gerçekleşebilir.

Somut politika öğeleri önerilmeye başlandığında, farkına varılmadan iktidarla beyhude diyaloga girilmiş olunur. Örneğin solculardan gelen “dış borçların askıya alınması” önerisi, “yarenlerin kurtarılması” ile sınırlı borç yapılandırma formülleri ile dejenere edilir. “Sermaye hareketlerinin denetlenmesi” önerisi,  emir-komuta zincirine (“yukarıya”) bağlanan döviz tahsisleri, transfer uygulamalarıyla karıştırılır. Sermaye çevreleri arasında, kapkaççı, keyfî, kayırmacı, cezalandırmacı uygulamalar, AKP geleneği ile uyumludur. Yozlaşmış ve yerleşmiş bir iktidar yapısı ile anti-kriz seçenekler tartışılamaz.

Buna karşılık sosyalist partiler, sendikalar, meslek örgütleri, ilerici dernekler, kriz ortamında emekçilerin savunulmasına öncelik vermelidir. Hızlanan enflasyon tüm ücretleri, maaşları, emekli aylıklarını, çiftçi alacaklarını aşındırmaktadır. Endeksleme (“eşel mobil”) gündeme getirilmelidir. İşsizlik sigortasının yağmalanması önlenmeli, kapsamı hızla genişletilmelidir. Toplu işten çıkarmalar önlenmelidir. Krizi fırsat bilen iş çevrelerinin kayıt-dışı istihdama kayması frenlenmelidir. Artan işsizlik ve pahalılık ortamında emekçilerin dayanışma ağları şimdiden tasarlanmalı; örnek uygulamalar başlatılmalıdır.”