Tedavi gördüğü hastanede, 88 yaşamında hayatını kaybeden cumhuriyet tarihinin 22. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, 28 Şubat sürecinin en kritik ismiydi. Siyasi tarihe kazınan olayların yaşandığı süreçte, ordunun tepesindeki isim olan Karadayı, müebbet hapse mahkum edildiği dava kesinleşmeden yaşama veda etti. Karadayı'nın 1994-97 yılları arasında özel kalem müdürlüğünü yapan isim ise halen Milli Savunma Bakanlığı görevini yürüten, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında, karşı çıktığı darbeciler tarafından alıkonulan Genelkurmay Başkanı olan Hulusi Akar'dı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, 28 Şubat sürecinde, ordu içindeki darbeci eğilimlere karşı askeri kışlada tutan isim olarak çevresine işaret ettiği Karadayı, hem 28 Şubat süreci hem de sonrasında kamuoyu önüne en az çıkan aktörlerden de biriydi.
Karadayı, 1994'te Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturduğunda, Refah Partisi de yükseliş yıllarını yaşıyordu. 28 Şubat süreci 1995 genel seçimlerinde Refah Partisi'nin birinci parti çıkmasıyla başladı. 1996 yılında kurulan DYP-ANAP hükümeti güvenoyu alamayınca RP-DYP koalisyon hükümeti kuruldu. Necmettin Erbakan'ın başbakanlık koltuğunda oturduğu bu süreçte, Sincan'dan tankların geçişi, Genelkurmay Başkanlığı'nda hakim ve savcılara, akademisyenlere, medyaya irtica konulu brifingler verilmesi, komutanların hükümet karşıtı çıkışları birbirini izledi. Ardı ardına yaşanan bu olayların ardından 28 Şubat 1997'de tarihi Milli Güvenlik Toplantısı yapıldı. 9 saat süren bu toplantıda "irticayla mücadele" başlığı altında bir dizi karar alındı. Başta 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi olmak üzere alınan kararları imzalamak istemeyen Erbakan, başbakanlığı Tansu Çiller'e devrederek koalisyonun sürdürülmesi konusunda DYP ile anlaştı. Ancak Erbakan'ın istifasının ardından Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti kurma görevini Çiller'e değil, ANAP lideri Mesut Yılmaz'a verdi.
Komisyonda anlattı
28 Şubat süreci, tarihi MGK toplantısı, hükümete yönelik TSK'den gelen darbe tehditleri, fişleme amaçlı kurulduğu söylenen Batı Çalışma Grubu gibi yapılarıyla dönem olarak tarihe geçti.
2012'de kurulan TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'nda süreçle ilgili bilgi veren Karadayı, yasalar içinde hareket ettiklerini söylerken, Sincan'da tankların geçişinden haberdar olmadığını ifade etti. Karadayı, 28 Şubat süreci için kullanılan "post-modern darbe" ifadesine de itiraz ederek, "Postmodern darbe ifadesini kullanan fevkalade aptalca bir ifade kullanmıştır. Hani bazı insanlar vardır, ileri çıkmak, önde görünmek şeyi… Bunu kim çıkarttı, nereden çıkarttılar hâlâ hayıflanırım ve üzülürüm..." dedi.
Müebbet hapis ve aklanma talebi
Karadayı ve 28 Şubat döneminde görevde olan komutanlar hakkında Ankara Başsavcılığı, 2013'te dava açtı. Hakkında gözaltı kararı çıkartılan Karadayı, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Ancak yargılama sonunda, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir'in de aralarında olduğu 23 isimle birlikte müebbet hapse mahkum edildi. Karadayı, geçtiğimiz yıl, itiraz ettikleri bu davayla ilgili hâlâ karar verilmemesini eleştirerek, Sözcü'den Saygı Öztürk'e, hastane odasından şu açıklamayı yaptı:
"Bana ve arkadaşlarıma yönelik bu haksız suçlama, çok ağrıma gidiyor. Biz kesinlikle hukukun içinde kaldık. Darbe yapmak aklımızın ucundan bile geçmedi. Hükümet, parlamentoda değişti. Biz de emekli olup şanlı geçmişimizi yanımızda taşıyıp evimize çekildik. 20 yıl sonra, olmayan bir darbeyi olmuş sayıp FETÖ'cü polis, hakim-savcıların düzenlediği ve FETÖ'nün en son ve en pespaye kumpaslarının biri olan 28 Şubat davasını yeniden canlandırıp, bana ve 20 arkadaşıma verilen ceza aklın, hukukun, vicdanın dışındadır. Ben, ölmeden önce aklanmak istiyorum. Türk adaletine güveniyorum. Lütfen İstinaf Mahkemesi'ne bir dilekçeyle başvurarak benim ve arkadaşlarımın lekelenmeme hakkı, masumiyet karinesi ve aklanma hakkımızın bir an önce dosyamızın incelenerek teslim edilme talebimi iletiniz. Bu toplum, 1960 ihtilalini, 12 Eylül 1980 ihtilalini ve en son Türk Ordusu'na yönelik 15 Temmuz kanlı kalkışma eylemini yaşadı. Darbenin ne olduğunu, nasıl olduğunu herkes çok iyi bilir. 28 Şubat'ta hiçbir şekilde darbe olmamıştır. Kanunilik prensibi ve evrensel hukuk kuralları işletilerek hakkımız teslim edilsin. 87 yaşındayım, şerefimle bu devletin en üst seviyede rütbesini taşıdım. Bana, TSK'ya, Türk milletine ve Türk hukukuna yapılan bu haksızlık, bu ayıp giderilsin ve üzerimize atılmaya çalışılan bu haksız leke silinsin. Aksi takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk yargısına kırgın kalacağım."
Akar'la çalıştıKaradayı'nın, Genelkurmay Başkanlığı döneminde, en yakın çalışma arkadaşlarından biri, Milli Savunma Bakanı Akar'dı. Akar, Karadayı'nın 1994'den 1997'ye kadar en yakınında yer aldı ve Genelkurmay Başkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü görevini yürüttü. |
Karadayı, komisyonda, 28 Şubat için, şu ifadeleri kullanmıştı:
"Şimdi aradan on beş yıl geçti, yaşımız sekseni geçti. Tabii, zamanında not tutmadık. Bu bakımdan aklımızda olanları, bildiklerimizi sizlere objektif olarak gayet muhtasar ve gerçekçi bir şekilde anlatmaya çalışacağım. Göreve gelince ben merhum Başbakanı, Başbakan olduktan sonra ziyarete gittim. Yani bu bir nezaket ziyareti, aynı zamanda görev ziyareti. Gittim, oturduk konuştuk. Silahlı Kuvvetlerin sıkıntılarını, o yapacağı şeyleri anlattı. Hatırladığım kadarıyla bir buçuk saat kadar konuştuk, sonra bana iki defa teşekkür etti.
Yavaş yavaş Başbakandaki, merhum Erbakan'daki tavır da değişmeye başladı, bazı farklı ifadeler ortaya atmaya başladı ama bunları espri olarak mı anlattı, attı, yoksa gerçek bir düşünce olarak mı ortaya attı, onu bilemem. Sonra Libya gezisi ortaya çıktı. Libya gezisi biliyorsunuz, hâlâ tartışılan bir konudur. Bu biraz Türkiye'nin itibarını sarstı. Hatta, bunu tam net olarak şey yapamadık, bana bilgilerden bir tanesi, daha evvel Cezayir'e gitmiş, orada radikal bazı gruplarla da görüşmüş diye bazı ifadeler aklımda kaldığı kadarıyla bunlar söylendi.
Türkiye'de bazı yerlerde rejim karşıtı bölücü içerikli beyanatlar ortaya çıktı. Tarikat liderlerinin, sarıklı, cüppeli, sakallı, şalvarlı, rejim karşıtı bazı görüşleri Başbakanlık şeyine intikal etti. Bu, kamuoyunda büyük bir rahatsızlık yarattı, hâlâ da tartışılan bir konudur. Anadolu'nun muhtelif yerlerinde vaazlar verilmeye başlandı. Bu vaazlar tabii rejim karşıtı vaazlar. Ondan sonra, bölücü, gerici faaliyetler, laflar başladı. Bunlar tabii, bizi üzdü, bizi değil bütün Türkiye'yi üzdü. Bizim görevimiz belli. Yollarda trafik kesilmek suretiyle yollarda namaz kılmalar başladı. Bunları gazetelerde, televizyonlarda gördünüz. Bunlar tabii, yavaş yavaş itibar sarsıcı tablolar ortaya çıktı. Bazı belediye başkanlarının cumhuriyet karşıtı konuşmaları, isim vermiyorum, tekrar ediyorum, biliyorsunuz, bazı belediye başkanlarının oldu. Sincan'daki Kudüs gecesi, Filistin halkına destek yönünden çıkıp rejim karşıtı olaylar hâline döndü. Ondan sonra, İran Büyükelçisi geldi, orada konuşmalar yaptı. Orada televizyon habercisi bir kadın da dövüldü ve bu suretle orası bayağı bütün kamuoyunun ilgisini çekecek bir duruma geldi, kamuoyunu rahatsız etti. Hâlâ söylenir. Bu arada tabii, cihat çağrıları oldu. Türk Silahlı Kuvvetlerine iftiralar atılmaya başlandı. Dinsizlik suçlamaları, ordu aleyhine söylentiler, Atatürk karşıtı eylemler başladı. Her kışlada cami olmasına rağmen her nedense asker dinsiz çıktı ortaya. Bunlar bazı gazetelerde, televizyonlarda açık açık yayınlandı. Fakat o arada ayrıca pompalı tüfeklerin bazı yerde toplandığına dair bilgiler oldu. Yani pompalı tüfeklerin bir yerde toplanmış olması demek, ileride içte bir sıkıntı olacak anlamına gelen bir ihbardı. Bunlar bizi endişeye kaptırdı.
"Fasa fiso" dedi
Sonra, tam o sırada, maalesef, büyük bir şansızlık olarak tankların oradan geçmiş olması. Bu tesadüftü yani bazı şeyler ters zamanda ters iş, ters rastlantı. Ters zamanda ters rastlantı. Şimdi orada Sincan olayları oluyor, şunlar oluyor, bunlar oluyor, bir de tanklar oradan geçiyor. Tabii, kamuoyu o zaman ne yaptı, bazı yanlılar? Darbe söylentileri ortaya çıktı. "Darbe olacak, tanklar yürüdü. Şimdi aslında, bu tankların yürüyüşünden benim haberim yoktu. Ondan sonra, Aczmendilerin Ankara yürüyüşü çıktı, Hizbullah cinayetleri ortaya çıktı ve başladı. Çeşitli cemaatlerin laikliğe aykırı beyanatları, ifadeleri var. Sonra, ekonomide bir İslam Birliği lafları. Bunların hepsi bir araya geldiği zaman acaba Türkiye nereye gidiyor diye insanlar düşünmeye başladı. Merhum Başbakanın bu konuda üzerindeki tepkileri şöyle oldu: Bunlar "Faso fiso" dedi. "Faso fiso" demedi mi? Dedi. Bundan sonra, işte "Gulu gulu dansı" lafı ortaya çıktı. Sonra gene bir ifade "Kanlı mı olacak, kansız mı olacak? Bu rejim kanlı mı değişecek, kansız mı değişecek?" Bu çok vahim bir ifade. Ne demek "Kanlı mı olacak, kansız mı olacak.
"Haberim yoktu"
28 Şubat'taki MGK'den üç ay on sekiz gün, dört ay sonra istifa ettiğini duydum. Şimdi, bazıları bana soruyor: "Ya Paşam hakikaten bilmiyor muydun?" Hem vallahi hem billahi bilmiyordum, yani böyle bir şeyin olacağını bilmiyordum. Şimdi, bu olaylar buraya kadar devam etti ve Başbakan istifa etti. Ben bir kitapta okuduğum, ismini veremeyeceğim bir şeyi…
Efendim, biraz evvel Türk Silahlı Kuvvetlerinin öneminden bahsettim, yani dünyadaki Türkiye'nin rolünden bahsettim, bunu anlatırken bir şeyi unuttum: Türkiye çok kritik bir yerde olduğu için silahlı kuvvetlerin, ekonominin, siyasetin çok güçlü olması lazım. Silahlı kuvvetler güçlü olduğu sürece bu kadar düşman arasında biz rahat yaşayabiliriz. Demirel'in bir lafı vardır, bana söylemiştir: "Ben silahlı kuvvetlerin öneminin o kadar farkında değildim, silahlı kuvvetler bölünürse Türkiye bölünür." demiştir, bana bunu söylemiştir. Ben şunu söylüyorum, daha ileri gidiyorum: "Silahlı kuvvetler siyasetten çekilmeli, siyasete katiyen bulaştırılmamalı çünkü siyaset silahlı kuvvetleri yıkar, yıkmaktır." Bunu, elli üç sene hizmet etmiş bir insan olarak söylüyorum, 27 Mayıs ihtilalini görmüş bir insan olarak söylüyorum, 12 Eylülü görmüş bir insan olarak söylüyorum."