Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, Türkiye'nin yüzde 85'inin yeni yılı evde karşıladığını söyledi. "1970'lerde yılbaşı, TRT demek olduğu kadar 'PTT' (Pijama, terlik, televizyon) de demekti" diyen Atay, "Pek çok belediyenin halk için kolları sıvama girişimine cevaz vermeksizin 'Eğlendirmezük' nidalarıyla insanları evlerine kilitlediler" ifadesini kullandı.
Atay'ın "AKP’nin yılbaşı PTT’si" başlığıyla (1 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Ülkenin yüzde 85’i yeni yılı evde karşıladı. Sokaklar, caddeler, meydanlar ise devletin kolluk kuvvetlerinin oldu.
Türkiye yeni yıla adeta bir polis devleti edasıyla girdi.
Buna iki dayanak var: Bir, geçen yılki Reina katliamı işaret edilerek, gerekçe gösterilerek dillendirilen güvenlik endişesi. İki, dinbaz iktidarın koçbaşı haline gelmiş sivil milislerce sokaklarda, meydanlarda ve sosyal medyada yürütülen “yılbaşı kutlamak haram” propagandası.
Kısaca, “hem haram, hem de teröre vesile” demeye getirdiler ve pek çok belediyenin halk için kolları sıvama girişimine cevaz vermeksizin “Eğlendirmezük” nidalarıyla insanları evlerine kilitlediler.
Televizyon tek çareydi ve evet, imdada yetişti.
Bir bakıma 1970’lere geri döndük.
Günde 20 kişinin canından olduğu sağ-sol davasının, ülkenin dünyadaki “Soğuk Savaş”a sıcak zemin haline geldiği iç çatışma atmosferinin sokağı hepimize haram kıldığı o kasvetli 1970’lere…
O zaman da televizyon, yılbaşında eğlenceye tek medetti.
Mazimden pek çok kesit barındırdığı için okurken hüznü bal eğleten “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek: 70’li Yıllarda Hayatımız” adlı güzel kitabında Ayfer Tunç hepimize hatırlatır: Yılbaşı, o zaman kesitinde TRT demek olduğu kadar “PTT” de demekti. “Pijama, terlik, televizyon” yani…
Elbette ekonomik nedenler de vardı; enflasyon, hayat pahalılığı falan… Bugün de toplumun önemli bir kesimi için evde yılbaşı karşılaması, aynı nedenlerin sonucu.
Ama 1990’lardan itibaren özel televizyonların yarattığı enerji eşliğinde popüler kültürle sarmaş dolaş şekilde sokağın hareket, renk ve neşesine de açılan Türkiye’de şehir meydanlarında kitlesel yılbaşı coşkusu yaşamak da âdet haline gelmişti.
Elbette topluma bu bir yudum zevki zehir etmek için yırtınanlar hiç eksik olmadı. Refah Partili bazı belediyelerin hindi satışlarını yasaklama girişimleri meşhurdur mesela. Yine de 1996’da RP’li belediye başkanının hindi satışını yasakladığı Ankara’nın Sincan ilçesine 2003’te gittiğimizde hindi satışlarında patlama tespit etmiştik. Azımsanmayacak sayıda yapma çam ağacı satışı da vardı.
Esasen Türkiye, 2010 dönümüne kadar laik kesimleriyle olduğu kadar dindar kesimleriyle de yılbaşını nerdeyse Ramazan ve Kurban’dan sonra bir üçüncü bayram gibi yaşar hale gelmişti.
Sonrasına AKP ve liderinin “mutlak iktidar” bozulması eşliğinde “Yeni Türkiye” hezeyanına kapılması damga vurdu.
Dini kendi bildiklerince yaşamın tek ölçüsü yapmaya dönük totaliter anlayışla her türden kültürel (yaşam-biçimsel) tercihi reddetmeye ve yok etmeye dönük siyasetleriyle ürettikleri tablo bu.
AKP, Türkiye’yi 12 Eylül (1980) öncesi dönemin sokağa kapalı, karanlık günlerine çıkardı. Yeni yıl coşkusunu öldürdü, yılbaşını bayram gibi değil kâbus gibi, mutsuz, umutsuz, kötümser karşılama noktasına getirdi tüm toplumu.
Sadece laiklerin değil, dindar kesimlerin, özellikle dindar genç kuşakların da içini karartan bir geleceğe çıkardı ülkeyi AKP.
Çünkü o gençler de dinî yaşantılarına özen gösterirken hayatın neşesini, coşkusunu, eğlencesini topyekûn yok saymaktan yana değiller. Dindarlığı, hayatın seküler ritmi ve temposuyla uyarlı yaşıyorlar. Sosyalleşmeleriyle, arkadaşlık biçimleriyle, flörtleriyle, sinemaya, konsere, futbol maçlarına, televizyon şovlarına, realite yarışmalara rağbetleriyle böyle bu…
Sokakta, okulda, sınıfta, kantinde, kafede görüyorum, izliyorum, gözlemliyorum, öyleler.
Ve “yılbaşı karartması”, inanın, onları da vuruyor!..
Peki, sokakların yılbaşı gecesinde topluma değil, devlete ait olduğu bu durumun sosyo-politik tercümesi nedir?
Bu olsa olsa “toplumsuz bir devlet”e doğru yürüdüğümüzün işareti sayılabilir.
Siyasal antropolojide anlatırız: Devletsiz toplumlar vardır.
Ama hiçbir yerde “toplumsuz bir devlet” karşınıza çıkmaz.
Olsa olsa toplumun devlette eridiği durumlar vardır ki faşizan rejimler bunun en karakteristik örnekleri olarak insanlık tarihinde yerlerini almıştır.
Toplumun devlette eridiği, eritildiği sosyo-politik durum olarak faşizmin tarihsel sicili bellidir ve sürdürülebilirliği de yoktur.
Aynı minval üzere, faşizan-dinbazlığın da sürdürülebilirliği yoktur. Zararı ise çoktur.
En büyük zararı da “din”edir.