Gündem

‘Pavyondaki namuslu kadın’ Taraf gazetesini bıraktı

Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Altan’ın Roni Margulies ve Oya Baydar hakkında yaptığı “pavyondaki namuslu kadın” benzetmesi ayrılık getirdi.

09 Mayıs 2009 03:00
Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’ın Roni Margulies ve Oya Baydar hakkında yaptığı “pavyondaki namuslu kadın” benzetmesi ayrılık getirdi.

Ahmet Altan'ın yazısının tamamı

30 yıl aradan sonra 14 Şubat 2009 tarihinden itibaren Taraf gazetesinde yazmaya başlayan Oya Baydar, son yazısıyla okurlarına veda etti.

Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’ın 7 Mayıs 2009 tarihinde yayımlanan yazısı, Baydar’ın gazeteden ayrılmasına neden oldu.
 
Altan, ayrılığa neden olan yazısında, "Her ne kadar Roni’yle Oya’da ‘liberallerin’ arasına ‘düşmekten’ dolayı zaman zaman hafifçe Türkan Şoray filmlerini andıran ‘pavyondaki namuslu kadın’ huzursuzlukları tezahür etse de burada sağlam bir ‘solculuk’ tartışması yaşayacağımızı ümit ediyorum” görüşlerine yer vermişti.

Son yazısına  “Pavyondaki kadının vedaı” başlığını veren Baydar, Ahmet Altan'ı sert bir şekilde eleştirdi.

İşte 30 yıl aradan sonra kendi isteğiyle Taraf’ta yazmaya başlayan Oya Baydar’ın yazısının (9 Mayıs 2009) tamamı…

“Pavyondaki kadın”ın vedaı

Teşbihte hata olmaz, dense de teşbihte sık sık hata olur; bunlar çoğunlukla bilerek yapılan, en azından bilinçaltının yansıması olan hatalardır. Taraf’ın Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’ın, “övündüğü yazar kadrosu”ndan söz ederken “sıkı sosyalistler” olarak nitelediği Roni Margulies ve Oya Baydar’da, “liberallerin” arasına “düşmekten” dolayı “Türkân Şoray filmlerini andıran ‘pavyondaki namuslu kadın’ huzursuzluklarının tezahür ettiği” saptaması, işte bu türden teşbihlere, ya da şakalara, ya da üslup hoşluklarına iyi bir örnek. (bkz. Taraf, 7 mayıs)

Öncelikle, Taraf’ta yazmam için kimsenin beni davet etmediğini, kapıyı kendim zorladığımı söylemeliyim; yani Genel Yayın Yönetmeni’nin tabiriyle bu “pavyon”a “düşmemde” kendimden başka kimsenin günahı yok. Taraf’ın vesayete, militarizme, darbeciliğe karşı verdiği, bedel ödemeyi göze almış mücadeleyi benimsediğim için “dayanışma” amacıyla yazmak istedim. Otuz yıl aradan sonra yeniden yazmaya başlamamın tek nedeni, Türkiye’ye gerekli ve yararlı bu çorbada tuzumun bulunması isteğiydi. İçine sürüklendiğimiz cepheleşme ve cinnet ortamında, bu hale gelmemizin baş nedeni saydığım darbeci, vesayetçi, militarist, izolasyonist, ayrımcı zihniyete ve bu zihniyetin taşıyıcı güçlerine karşı, kendilerini liberal sayanlarla birlikte yürüyebileceğim bir yol olduğunu düşünmüştüm.

“Vicdan Yazıları”, kendi çapımda küçük taşlar döşeyerek bu yolu kolaylaştırmayı amaçlıyordu. Sandıktan ibaret olmayan tam demokrasiyi kazanmak için geniş bir birliktelik oluşturabileceğimizi, bu aşamada ikincil olan sorunlara ve ayrılıklara vurgu yapmadan ve yol boyu birbirimizi de değiştirip dönüştürerek, aramızdaki farklılıkları yumuşatarak epeyce ileri gidebileceğimizi sanıyordum. Bizi çifte standartlardan koruyacak, günübirlik siyasetin sivri köşeli karşıtlıklarından uzaklaştıracak, ehveni şer’e razı olmaktan kurtaracak, eril ve militarist iktidar dili yerine barış ve uzlaşma dilini hep birlikte öğrenmemizi sağlayacak bir süreç hayal ediyordum.

İflah olmaz bir saflığım vardır benim, yürekten gelen sözün gücüne inanırım; Taraf’ta yazmam da bunun bir parçası. Yazılarımda iki kez, iki-üç sözcükle kendi mahallemdekilerin bunu yadırgadıklarını ima ettim; sanırım Sayın Ahmet Altan “pavyondaki namuslu kadın” benzetmesini bu yüzden yaptı. Hemen söyleyim, bu imalar da mahalleleri yaklaştırmak, mahalleler arası iyi komşulukların mümkün hatta zorunlu olduğunu anlatabilmek içindi.

Taraf’ta yazma maceram boyunca –ki pek uzun değil-, pavyonda çalıştığım izlenimine hiç kapılmadım; kaldı ki, insan her yerde kendi iç tutarlılığını ve “namusunu” koruyarak çalışabilir. Altan’ın bence çok talihsiz “pavyonda çalışan namuslu kadın” teşbihinden buram buram yükselen erkek iktidar dilinin de içimi ürperttiğini itiraf etmeliyim.

Altan’ın yazısında kullandığı “sıkı” sosyalist nitelemesinden ne kastettiğini anlayamadım. 1917’ye takılmış nostaljik beton kafalardan söz etmek istiyorsa, bir yayın yönetmeni olarak yazarlarının yazılarını okuyup okumadığı sorusu takılıyor kafama. Bir gazeteyi, hele Taraf gibi bir gazeteyi yönetmenin ne belalı iş olduğunu bilirim; işlerinin yoğunluğundan olmalı, demek ki dikkatinden kaçmış: Yazdığım bütün yazılarda, 1917 veya 1923’te takılıp kalmanın yanlışlığını, bunun Marksizmi de çağı da anlamamak olduğunu, proletarya diktatörlüğünün de diktatörlükler arasından bir diktatörlük türü olarak reddedilmesi gerektiğini, Marksizmi bir nas (dogma) olarak değil toplumu değişimle açıklayan bir yöntem olarak kavramanın gereğini, karmaşık toplumsal gerçekliği emek-sermaye çelişkisine indirgemenin yanlışlığını ifade eden düşünceler Vicdan Yazıları’nda ifadesini buldu. Tabii bir gazete köşesinin elverdiği ölçüde.

Solculuk tartışmalarına gelince... Bunu; Marksizmi kitapların arka kapaklarından ya da ikincil aktarımlardan değil temel kaynakları okuyarak, özümseyerek ve evet, eleştirerek öğrenmiş olanlarla; bu da yetmez, Marksizme son kırk yılda –hatta Frankfurt Ekolü’nden bu yana alırsak son atmış yılda- içerden getirilen eleştirileri de bilenlerle yapmakta gerçekten büyük yarar var. Liberal dostlarımız da bu tartışmalarda dışardan söyleyecek söze sahiptirler kuşkusuz, tartışmalara katkı getirmeleri yararlı olur.

Giderayak toparlarsam, “pavyondaki namuslu kadın”, Taraf’ta “çalıştığından” hiç pişman değil. Vicdanın bir sözü vardı söyleyecek, sanırım yetersiz de kalsa bir ölçüde söyleyebildi. Mesela çelişkiler yumağında emek-sermaye çelişkisinin unutulmaması gerektiğini vurgularken; toplumu ve bireyi cendereye sokan, özgürlükleri kısıtlayan vesayetin sadece geleneksel darbeci asker-bürokrat iktidarından ibaret olmadığını, bireyin ve toplumun gerçek bağımsızlaşma ve özgürlüğünün aşiret, cemaat, tarikat, töre gibi her türlü vesayetten bağımsızlaşarak sadece kendi ahlak ve vicdanına karşı sorumlu olmak olduğunu yazarken; çifte standartlara karşı çıkalım diye yırtınırken hep namuslu ve kendisiyle tutarlı kalmaya çalıştı. Peki neden ayrılıyor “pavyon”dan?

Siyasal anlamda itiş kakışların ortasında yetişmiş; birbirini lafla dövmeyi, polemikçiliği marifet saymış; uzlaşmayı değil çatışmayı, barışın dilini değil eril iktidar dilini devrimcilik bellemiş bir kuşağın sütten çıkmış ak kaşık sayılmayacak bir üyesi olarak, bu üsluplardan artık yoruldu da ondan.

İşlevine hâlâ inandığım için Taraf okuru olarak kalacağım. Türkiye’de merkez veya sağ liberal bir çizginin oluşmasını gerçekten önemsiyorum. Ancak, sol ve Kemalizm ne kadar yaşlılık hastalıklarından muzdaripse, liberallerin de bir o kadar çocukluk hastalıkları yaşamakta olduklarını düşünüyorum. 21. yüzyılda, liberallerin dili de tıpkı özgürlükçü sosyalizmin dili gibi değişmeye, eril iktidar dilinden kopup uzlaşmanın, buluşmanın dili olmaya muhtaç.