Dünya

Partizanlık Trump’la başlamadı; azil süreçlerinde Cumhuriyetçiler zaten partizandı!

“En iyi Başkan” Nixon’ı Beyaz Saray’da tutmaya çalışanlar kendi koltuklarından olmuştu

04 Aralık 2019 14:59
Derin Koçer

ABD Başkanı Donald Trump’ın azil sürecinde Cumhuriyetçilerin elde edilen bütün delilleri yok saymaya çalışarak Cumhuriyetçi Başkan’ın yanında durmaları “partizanlığın ulaştığı boyut”u ABD’de sürekli gündemde tutuyor. Özellikle sosyal medyanın kutuplaştırıcı etkisi ve Trump’ın ayrıştırıcı söylemi Cumhuriyetçileri bir arada durmaya zorluyor. Fakat “partizanlık” bugün icat edilmedi, Twitter ile hayatımıza girmedi; rakibinin kampanya merkezini dinleyen Richard Nixon’ın azil sürecinde de sahnenin en önemli oyuncularından biriydi partizanlık. Ama ‘Nixon’ın adamları’ da Nixon da tarih önünde yargılanmaktan kaçamadı.

Vanity Fair’ın 2019/2020-Holiday sayısında Trump ile Nixon’ın azil süreçlerini karşılaştıran bir yazısı yayımlanan Kevin M. Kruse, 1974’ün Mayıs’ında, yani Watergate skandalının ortaya çıkmasının ardından ABD Kongresi kapalı görüşmelere başladığında kamuoyunun yüzde 53’ünün başkanın görevden alınmasını desteklediğini hatırlatıyor. Yüzde 38 ise başkana tam destek veriyordu. Gazetelere yollanan ‘destek mektupları’nda Nixon’dan “Tarihin en iyi başkanı” diye bahsedenler de vardı; azil sürecini “siyasi darbe” olarak nitelendirenler de. Elbette bu bölünmüş kamuoyu fikrinin, siyaset üzerinde de etkisi oldu.

Temsil ettikleri bölgelerde Nixon’a ‘vefa’ duyan Cumhuriyetçiler’in yaşadığı Kongre üyeleri, kendi siyasi gelecekleri ile dürüst fikirleri arasında karar vermek zorunda kaldıklarında, büyük çoğunlukla kendi geleceklerini seçtiler. Cumhuriyetçi siyasetçi Edward Hutchinson, “Her ufak azillik suç için Nixon’ı sorumlu tutmamalıyız” demişti. California’nın muhafazakar bir bölgesini temsil eden Carlos Moorhead azil sürecini “asla onaylayamacağım koca bir şaka” olarak tanımlıyordu. Eski Demokrat, taze Cumhuriyetçi Kongre Üyesi Tren Lott ise “Hayatımda daha iyi bir Başkan görmedim” diyordu.

Öte yandan partinin belli bir azınlığı Nixon’ın karşısında durma cesaretini de gösteriyordu. Örneğin, uzun süre Nixon’ın arkasında duran Kongre Üyesi Lawrence Hogan, “Başkanım defalarca yalan söyledi” diyerek azil yönünde oy kullanacağını açıkladı. Hoş, bunun üzerine Lott “Yanıltıcı ifadeler sebebiyle başkanları görevden almaya mı başlıyoruz artık” diyerek Nixon’ı savunmaya devam ediyordu.

Zaman Kongre’de azil için oy verme zamanı olduğunda ise Hogan dahil yalnızca yedi Cumhuriyetçi Kongre Üyesi partilerinin izlediği “vefa politikası”nı kırma cesaretini gösterdi. Her biri ‘geleceklerinin tehlikeye gireceği’ yönünde uyarılmışlardı. Zira kapıda seçim vardı. Ama tarih, ‘vefa’nın değil, ‘dürüstlüğün’ ödüllendirildiği bir neticeye vardı: Hogan hariç bütün ‘asi’ Cumhuriyetçi siyasiler tekrar tekrar yeniden seçildi. Azile tamamen karşı çıkan 6 Cumhuriyetçi’den yalnızca biri tekrardan seçim kazandı.

Azil oylamasının ardından ortaya çıkan ses kayıtlarında Nixon’ın Watergate skandalında doğrudan rol aldığı, ‘emri verdiği’, açıkça duyuluyordu. Nixon’ın savunulacak bir yanı kalmamıştı; böylece Nixon ABD tarihinin ilk (ve şu ana kadar tek) istifa eden başkanı olarak tarihe geçti. Kendisi hapse girmekten kendisinin ardından gelen başkan Lyndon Johnson’ın ‘affı’ ile kurtulmuş olsa da Watergate’te adı geçen birçok yakın çalışma arkadaşı yargılandı; kimi hapse girdi. Cumhuriyetçi Parti bu süreçten öylesine yara aldı ki kimi siyasal stratejistler ‘Muhafazakar Parti’ adında yeni bir siyasi partiyle sahneye çıkmanın daha iyi olabileceğini bile düşündüler. (Hoş, Ronald Reagan’ın liderliğiyle parti yeniden şaha kalkacaktı.) Watergate’in ardından yapılan seçimlerde Cumhuriyetçiler 48 koltuk kaybetti. Nixon’ın bıraktığı, iyi bir miras değildi.

Bugün de ortadan ikiye ayrılmış bir kamuoyuna karşı Trump ve Cumhuriyetçiler, partilerini ve başkanlarını korumaya çalışıyor. Oysa Trump’ın Ukrayna Devlet Başkanı’ndan 2020 seçimlerinde rakibi olma ihtimali yüksek olan Joe Biden hakkında soruşturma başlatmasını istediği konuşmada, Başkan’ın başka bir devletten kendi siyasi geleceği için yardım istediği açıkça gözüküyor. Fakat Trump, başkanlığını toplumun yüzde 48’i ‘onayladığı’nı sevinçle paylaşan bir figür. Bölerek yönetiyor. Cumhuriyetçiler de başkanlarının, yani ‘siyasi geleceklerinin’ peşinden gidiyor.

Fakat Kruse’nin makalesinde hatırlattığı gibi Nixon’ın azil süreci için “Beni ‘gerçekler’le uğraştırmayın. Benim düşüncem belli; başkanım ile beraber bu binadan çıkarılıp vurulmamız istense bile onun yanında durmaya devam edeceğim” diyen Earl Landgrebe’in hikayesini unutmamak lazım. Makaleyi şöyle bitiriyor Kruse: “Onu vurmadılar ama seçmen, Landgrebe’in siyasi hayatını bir sonraki seçimde bitirdi.”

Yarının ne getireceği belli olmuyor.