Cumhuriyet gazetesinde Mustafa Halif mahlaslı yazar, başarılı performansıyla hem Türkiye hem de dünya piyasalarında saygın bir konum elde eden ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın son dönemde partizanlaşmaya başladığını öne sürdü. Halif, uluslararası bir analistin Babacan hakkında şunları söylediğini aktardı:
“Bu olumsuz şartlara rağmen Babacan hâlâ bir güvenceydi. Eski halini arıyoruz. Bu olumsuz şartlara rağmen Babacan hâlâ bir güvenceydi. Eski halini arıyoruz. İyi bir başlangıç yapmıştı Babacan. Uzun yıllar da iyi gitti. Ama jübileye yakın farklılaştı. Partizanlaştıkça 'babacanlığını' kaybetti."
Mustafa Halif’in Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (24 Nisan 2015) nüshasında yayımlanan, "Partizanlaştıkça 'babacan'lığını kaybetti" başlıklı yazısı şöyle:
AKP iktidara geldiğinde ekonominin başına getirdiği isim o kadar gençti ki kimileri ona soyadından hareketle “Bebecan” dedi. Ancak Ali Babacan özellikle 2002- 2007 arasında öyle başarılı bir performans sergiledi ki; hem Türkiye’deki piyasalar hem dünya piyasaları onu kısa sürede benimsedi. Dışişleri Bakanlığı yaptığı kısa süreyi saymazsak ekonominin başında kabinenin en uzun soluklu ve en güvenilir bakanı olarak kaldı. Hatta seçim sonrasında eğer AKP iktidarda kalırsa üç dönem kuralına takıldığı için ona özel “dışarıdan bakanlık” bile planlandı. Babacan arada yaptığı “hukukun üstünlüğü, demokrasinin kutsallığı” konuşmalarıyla, giderek otoriterleşen iktidarın içindeki “farklı ses” olarak da algılandı.
Ancak ne yazık ki Babacan da değişmeye başladı. Bu değişim onun dilini de değiştirdi. “Konuşmalarında partizan vurgular” öne çıkmaya başladı. Son örneği ekonomi yazarlarının katıldığı bir yemekte verdi. Habertürk’ten Serpil Yılmaz’dan aktarayım:
Türkiye’nin nitelikli işgücü çekim merkezi olma potansiyeline de işaret eden Babacan’a insan kaynakları uzmanı Şerif Kaynar’dan soru geliyor: “Ukrayna Sağlık ve Eğitim Bakanı’nı biz bulduk. Türkiye’deki İSKİ, Kızılay, Devlet Demir Yolları gibi şirketlerin tepe yönetimlerine geniş açı ile bakmayı ne zaman öğreneceğiz?” Bakan, Ukrayna örneğinden devam ederek “Dengeyi iyi tutturmak lazım. Dışarıdan atamalar doğru olmayabiliyor, siyaseten yerel sorunlara hâkim olmak gerekiyor. Tabii liyakat çok çok önemli. Son 2-3 yıl içinde talihsiz olaylar yaşadık; bu da bize insan kaynağı seçiminde daha ihtiyatlı bir duruş getirdi. Atamalarımızda, ihanet etmeyeceğinden emin olmak önemli bir vasıf haline geldi” yanıtını veriyor.
Serpil Yılmaz’ın yazısı böyle. Yani Babacan “atamalarda ihanet” diye bir kavram getiriyor. Neye ihanet, kime ihanet? Çalıştığı şirkete mi yoksa atayan partiye mi? Sadakat şirkete değil de partiye olursa o şirketin “başarı kriteri” ne ile ölçülür? Babacan’ın kafasıyla gidilirse başta THY gibi kurumların sonu ne olur? İhanet gibi ne olduğu belirsiz kriterler bu ülkeyi nereye sürükler?
Bir diğer açıklaması. Otomotivdeki iş bırakma eylemleri. Ne diyor bakan?
“Otomotiv sektöründeki sorun şirketler ve sendikalar arasındaki konu. İlgili bakanlar tüm taraflar ile görüşüyorlar. Önümüzdeki günlerde çözüleceğini düşünüyorum. Ancak eylemin zamanlaması biraz manidar.”
Bir bakan düşünün. Türkiye’deki binlerce işçi “hakkı için” sokakta. O içeriğinden çok zamanına takmış.
Dün uluslararası bir analist “Babacan’ın yeni hali”ni şöyle tanımlıyordu:
“Özellikle 2011’den sonra, düzenleyici kurullar, torba yasalarla özerkliğini kaybetti. İhale yasası onlarca defa değiştirildi. Siyaset ve piyasa ekonomisinin işleyişi arasındaki hassas denge bozuldu. Büyüme hızı da yüzde 3’ün altına düştü. Bu olumsuz şartlara rağmen Babacan hâlâ bir güvenceydi. Eski halini arıyoruz.”
İyi bir başlangıç yapmıştı Babacan. Uzun yıllar da iyi gitti. Ama jübileye yakın farklılaştı. Partizanlaştıkça “babacanlığını” kaybetti.