Emin Çeşmebaşı
Paris’te Pompidou Kültür Merkezi’nde Anselm Kiefer retrospektif sergisi düzenlenmişti. Bu önemli çağdaş sanatçıyı izlemek için büyük bir fırsattı. Sergiye girer girmez gözlerim “İç mekân” adlı eserini aradı; mimar Albert Speer’in Hitler için özel tasarlamış olduğu başkanlık sarayı Reichs Kanzlei’ın resmi. Huzura çıkanları daha makam odasına ulaşamadan penceresiz, çok yüksek sütunlu, upuzun koridorları ile ürküten ve baskı altına alan o mekânın resmi.
Sergide sadece küçük boyutlu suluboya bir örneği vardı. Ama hayal kırıklığım uzun sürmedi. Birkaç oda ileride peş peşe yıkık sarayların ve anıtların resimleri karşımdaydı. En küçüğü 4x2 metre, bazısı 3,80x5,60 metre büyüklüğünde. Totaliter iktidarın mimarı Speer’in hayali bu anıtsal yapıların, binlerce yıl sonra aynı anıtların harabelerini görenlerde de hayranlık hissi uyandırmasıydı.
Hele sonuncusunda karşımızda duran asırların, güneşin, rüzgârın güneşte pişmiş tuğlaları, kerpiçi toza dönüştürdüğü devasa bir ziggurat.
Ama bu harabelerin çoğunu tarih değil, 2. Dünya Savaşı’nı ve kötülüklerini unutma isteği yok etmiş. Harabeye dönmüş sözde ihtişamın eserlerini hatırlama/hatırlatma ve Alman ulusu için hafıza olma görevi gene sanatçıya düşmüş. Bir de yeniden kurulan Almanya’ya saygı duymamak mümkün değil. Yeni birleşik Almanya, Hitler’in yaktırdığı ve bir daha kullanmadığı ünlü Reichstag’ın, yani Alman parlamentosunun restorasyonunu bir İngiliz mimar olan Sir Norman Foster’e tasarlatmakta hiçbir beis görmediği gibi parlamentonun yeni kabul salonlarından bir tanesine, Papa XVI. Benedikt’in de ağırlandığı salona, Anselm Kiefer’in gene maziye gömülmüş yıkık dökük, toz olmuş abide saraylar konulu devasa bir tablosunu astırmış. Tabloda ünlü Avusturyalı yazar ve şair Bachmann’ın “Sürgün” adlı şiirinin şu dizelerinden ilham alınmış:
“... sadece rüzgâr ile, zaman ile, ve ses ile...”
Araştırabildiğim kadarı ile Paris sergisinde şairin adını taşıyan eser ile aynı ebatlarda ve çok benzeri.
Diğer eserler arasında geziniyorum. Çoğu Alman tarihini, düşünce tarihini ve Alman vicdanını sorgulayan eserler. Bir tanesi “Dünya Bilgeliğinin Yolları” adlı. 305x500 cm ebatlarında. Kapkara; üzerinde 19. yüzyılda Alman vicdanının gelişimini etkilemiş olan, ama sonradan Naziler tarafından da kullanılan, Fichte’den Rilke’ye, Heidegger’e kadar 13 dünyaca ünlü Alman yazar, şair ve düşünürün kabaca kazınmış portreleri.
Eserin bir diğer adı ise “Hermann Muharebesi”, yani Almanların imparator Augustus zamanında Roma İmparatorluğu’na karşı kazandıkları, Almanya’nın kurucu efsanesine konu olan muharebe. Benzer bir eserde, bu sefer bir salon büyüklüğünde bir enstalasyon, Alman vicdanını oluşturmuş onlarca düşünür kumdaki mantarlar olarak temsil edilmiş. İlk eser kadar etkilenmedim. Ama kimse Kiefer’e “ecdadını küçük düşürüyor” diye baskıda bulunmamış.
Soykırım konularındaki takriben 3x4 metre ölçülerindeki iki eser ise Paul Celan’ın şiirinin etkisi ile ortaya çıkmış: “Margarethe, senin saçların” ve “ Sulamith, senin saçların.” Bütün bu eserler insanı Kiefer ikonografisini öğrenmeye zorluyor.
Sergiden çıktım. Beynimde bir sürü düşünce. Ferahlamak için Louis Vuitton Vakfı’nın Boulogne ormanındaki yeni kültür merkezine gittim. Merkezin tüm tasarımı 21. yüzyıl kültür mabetlerinin belki de en ünlü mimarı olan Frank Gehry’ye sipariş edilmiş. İçerde çağdaş Çin sanatından seçmeler vardı. Büyük salonlardan birindeki eserler sanki Kiefer etkisinde: Duvarlarda herbiri 286x1080 cm ebatlarında tuval üzerine kül ile yapılma iki devasa resim. Gene totaliterliğin ve baskıcı erkin eleştirisi. Birinde Mao’nun “İleriye Büyük Hamle”si sırasındaki makina kullanılmadan inşa edilen, yıllar süren ve şiddetli açlık dalgalarına ve ölümlere neden olan kanal yapımı. Diğer eserde sanatçı gene aynı dönemlerde, devasa Tiananmen Meydanı’nda Çin Halk Cumhuriyeti’nin onuncu kuruluş yıldönümü kutlamasını resmediyor. Ama iyice yakından bakıldığında kutlama katılımcıları arasından toz dumanın göklere yükseldiği fark ediliyor.