Gündem

Avrupa Parlamento Üyesi Harms: Türkiye'ye bakınca bir 'gazeteciler cezaevi' görüyorum

P24, Mhemet Ali Birand Konuşmaları Serisi'nin altıncısını düzenledi

04 Mayıs 2019 14:12
Merve Bavra

Bağımsız Gazetecilik Platformu P24, altı yıldır gerçekleştirdiği “Mehmet Ali Birand Konuşmalar Serisi”ni bu yıl 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde İsveç Konsolosluğu’nda gerçekleştirdi. Konuşmacılar arasında yer alan Avrupa Parlamento Üyesi Rebecca Harms, Türkiye’nin gazeteciler için bir cezaevi haline geldiğini söyleyerek, “Türkiye’ye baktığım zaman bir ‘gazeteciler cezaevi’ görüyorum. Gazeteciler en korkunç durumda ama yine de burada yazmaya devam ediyorlar” sözlerini kaydetti.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2019 basın özgürlüğü raporu verilerini hatırlatarak Türkiye’nin basın özgürlüğünde 180 ülke arasından 157. sırada olduğunu belirten T24 yazarı gazeteci Hasan Cemal, altı yıl önce yaşamını yitiren Mehmet Ali Birand'a, "Bugünlerin tanığı olsaydın, biliyorum kahrolurdun" diye seslendi. Cemal konuşmasının devamında, "Çünkü çok iyi bilirdin: Basın özgürlüğü olmayan bir ülkede demokrasi olmazdı. Ve basın özgürlüğünden yoksun bir ülkede ne mi olurdu? O ülkenin hapishaneleri gazeteci milletiyle dolu olurdu; o ülkede iktidara biat etmeyi reddeden gerçek gazeteciler işsiz kalırdı" ifadelerini kullandı.

17 Ocak 2013’te yaşamını yitiren Usta Gazeteci Mehmet Ali Birand’ın anısına düzenlenen programın açılışını P24 kurucularından gazeteci Andrew Finkel gerçekleştirdi. Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde düzenlenen programa T24 yazarı gazeteci Hasan Cemal, Mehmet Ali Birand’ın eşi Cemre Birand, Avrupa Parlamento Üyesi Rebecca Harms, hukukçu Sarah Clarke ve Diyarbakır’ın Sur ilçesinde 16 Aralık 2015’teki sokağa çıkma yasağı protestosunu izlerken ‘heyecanlı’ olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan ve 3 ay 16 gün hapis yatan gazeteci Beritan Canözer konuşmacı olarak katıldı.

Andrew Finkel: Zamanın, gündemin, özgürlüğün ruhunu yakalayanlar...

Açılış konuşmasını gerçekleştiren Andrew Finkel, cezaevinde 140 kadar meslektaşının bulunduğunu ve gazetecilerin hapsedilmek yerine sahada işlerini yapmaları gerektiğini söyledi. “Bugün elimizde olmayanlara üzülmenin yanı sıra sahip olmak istediklerimiz için protestolarda bulunmak amacıyla P24 olarak her yıl zamanın, gündemin, özgürlüğün ruhunu yakalamış, serbest bir şekilde düşüncelerin ifade edilmesinin ne anlama geldiğini aktarmak için önemli isimleri ağırlıyoruz” diyen gazeteci Finkel, davete katılan insanların çarkı tersine çevirmeye çalışan bireyler olduğunu kaydetti. Finkel konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Burada bulunanların çoğu bedelini de ağı bir şekilde ödediler. Gazeteciliği bedelini de ağır bir şekilde ödüyorlar. Dolayısıyla burada sizlere hoş geldin demekten mutluluk duyuyoruz. Bizim bugün daha önceki senelerde olduğu gibi aramızda Cemre Birand var. Cemre Birand Mehmet Ali Birand’ın simini taşıyan ve onu temsil eden bir insan. Mehmet Ali Birand bizim akıl hocamızdı. O gerçek gazeteci diyebileceğimiz bir insandı. Dolayısıyla Cemre’nin burada olması bizim için çok önemli. Aramızda gerçek gazeteci diyebileceğimiz diğer bir isim olan Hasan Cemal de bulunuyor. Kendisi son derece ileri gelen bir isim. Rebecca Harms, Almanya’da yeşilleri temsil eden Avrupa Parlamentosu temsilcisi olarak burada bulunuyor. Kendisi P24ün bir dostu olmuştur. Dolayısıyla kendisinin bu görevden ayrılacağını görmek bizim için üzücü. Yaptığı son işlerden biri olarak da buraya geldi. Sarah Clarke de bize katılacak. Kendisi bir hukukçu, avukat ve içinde bulunduğumuz durumu çok iyi anlayan gazetecilerin dostu bir kişi. Burada konuklarımıza kısa bir şekilde söz vereceğiz ama öncelikle ev sahibimiz Therese Hyden’e söz vermek istiyorum. Kendisine çok teşekkür ediyoruz."

İsveç İstanbul Başkonsolosu Therese Hydén: Bugün kutlamaya vesile olacak bir gün değil

Finkel’in ardından kürsüye gelen Hydén, “P24’ün bu etkinliğine altıncı kez ev sahipliği yapıyor olmak bizim için gurur ve mutluluk verici” dedi. Konuşmalar için seçilen 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nün öneminden bahseden Hydén, şöyle konuştu:

“Bugün kutlamaya vesile olacak bir gün değil. Bu ülkede her an gazetecileri baskılayan bir şeyler yaşanıyor” diye konuştu. Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde bir araya gelmenin çok önemli olduğunu söyleyen Hydén, “Bir geçmişi paylaşmak ve içinde bulunduğumuz durumun değerlendirmesini yapmak için bir araya geldik. Her geçen gün demokratik kuruluşlara olan güven azalıyor. Sivil toplum örgütlerinin çalışma alanı da giderek azalıyor. Önümüzdeki günlerde İsveç Hükümeti özgür basın konuşma ve fikir özgürlüğü gibi konulara da odaklanarak gündemine alacak. Beritan Zanözer’in bizlerle birlikte olması beni ayrıca gururlandırıyor.”

Cemre Birand: Lütfen, cezaevindeki hastalara ve bebeklere odaklanın

Mehmet Ali Birand’ın eşi Cemre Birand, eşinin ölümünün üzerinden altı yıl geçtiğini ancak kendisinin hâlâ öncülük yaptığı işlerle yaşamaya devam ettiğini kaydetti. Mehmet Ali Birand’ın asla korkmayan bir insan olduğunu, ne olursa olsun gerçeğin peşinden gitmekten asla vazgeçmediğini söyleyen Cemre Birand, “Dizlerimin üstünde, elimde çocuğum ‘Ne olur gitme’ diye ağlardım. Üstümden atlayıp geçerdi. Haber için ne olursa olsun geçip giderdi. Mehmet Ali dönemin başbakanına, ‘Kanser misin?’ diye soran tek kişiydi. Artık bu soruları soracak kişiler görmüyoruz. Bazıları ülkelerinden edildi, bazıları cezaevinde, bazıları da evlerinde ne hata olduğunu anlamaya çalışıyorlar” diye konuştu. Hâlâ ümidinin olduğunu belirten Cemre Birand, “Avrupa’daki dostlarımız ‘Şöyle, böyle yapılmalıdır’ diye ifadeler kullanıyor ancak bunun bir faydası yok” dedi.

Müebbet hapis cezasına çarptırılan ve 1000 güne yakın süredir cezaevinde olan gazeteci ve yazar Ahmet Altan’ın Dünya Basın Özgürlüğü Günü dolayısıyla gönderdiği mektuptaki bazı ifadelere değinen Cemre Birand, “Ahmet Alatan’ın da bugün cezaevinden gönderdiği mektubunda söylediği gibi, ‘Özgürlüğümüz için başka bir cümle kurmamız gerekiyor” ifadelerini kaydetti. Cemre Birand sözlerini, “Lütfen cezaevindeki hastalara bebeklere odaklanın” sözleriyle bitirdi.

Hasan Cemal'den Mehmet Ali Birand'a: Bugünlerin tanığı olsaydın, kahrolurdun

Ardından sahneye çıkan gazeteci Hasan Cemal, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2019 basın özgürlüğü raporuna göre Türkiye’nin 180 ülke arasından 157. Sırada olduğunu belirterek sözlerine başladı. “Ne kadar hazin” diyerek bu durumdan dolayı yaşadığı üzüntüyü dile getiren Cemal, Mehmet Ali Birand’a, “Bugünlerin tanığı olsaydın, biliyorum kahrolurdun. Çünkü çok iyi bilirdin: Basın özgürlüğü olmayan bir ülkede demokrasi olmazdı. Ve basın özgürlüğünden yoksun bir ülkede ne mi olurdu? O ülkenin hapishaneleri gazeteci milletiyle dolu olurdu; o ülkede iktidara biat etmeyi reddeden gerçek gazeteciler işsiz kalırdı” diye seslendi.

Yazdığı 14. Kitabının yayınevinin son anda vazgeçmesinden dolayı basılamadığını hatırlatan Cemal şöyle konuştu:

“Sevgili Mehmet Ali; benim durumum da parlak sayılmaz. 75 yaşına geldim. Meslekte 50. yılındayım. Hâlâ davalarım var. Hakkımda son olarak terör örgütü propagandasından 9 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Haftaya savunma yapacağım. Bir kötü haberim daha var sana: 14. kitabım geçen yılbaşında çıkacaktı. Yayınevi son anda basmaktan vazgeçti, tehlikeli buldu kitabı.”

"Mesleğimiz bugün çok büyük bir çöküşü yaşamakta"

Cemal konuşmasının devamında şunları kaydetti:

“Sevgili Mehmet Ali; seni kıskanırdım. Beni epeyce atlatmıştın bu güzel meslekte. Kitaplarınla, röportajlarınla birçok işe imza atmıştın Türkiye’de. Ama zamanla ben de sana yetişmiş, seni atlatmaya başlamıştım. Gazetecilik heyecanı içindeki itiş kakışlarımıza, hatta kavgalarımıza, sevgili Cemre tanıktı. Ne güzel günlerdi. Sevgili Mehmet Ali; güzel mesleğimiz bugün çok büyük bir çöküşü yaşamakta. Bu çöküşe tanık olsaydın, biliyorum, kahrolurdun.

"İktidardakilerin ana muhalefet liderinin linç girişimine uğramasına tepkisiz kaldığı bir ülkede neyin hukukundan bahsediyoruz!"

İstanbul’daki seçim sonuçlarının bir ay boyunca resmileşmediği bir ülkede hukukun üstünlüğünden bahsedebilir misiniz? İktidardakilerin ana muhalefet liderinin linç girişimine uğramasına tepkisiz kaldığı bir ülkede neyin hukukundan bahsediyoruz? Sevgili Mehmet Ali, Değerli arkadaşlarımız Nazlı Ilıcak ve Mehmet Altan hâlâ hapishanede. Susturmak için Selahattin Demirtaş hâlâ cezaevinde. Yakın zamana kadar Cumhuriyet gazetesini yöneten meslektaşlarımız tekrar hapis cezasına çarptırıldı. Sevgili arkadaşımız Osman Kavala sivil toplum için yaptığı aktif çalışmalar sebebiyle Silivri’de tutuluyor. Bakın buradaki genç meslektaşımız Berivan, insanlarının acı çektiğini haber yapmaya çalıştığı için hapse atıldı. Bu demokrasi olabilir mi? Evet, seni çok özlüyorum."

Avrupa Parlamento Üyesi Rebecca Harms: Türkiye'ye bakınca bir 'gazeteciler cezaevi' görüyorum

Avrupa Parlamento Üyesi Rebecca Harms, Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde pek çok yerde önemli etkinlikle olmasına karşın Türkiye’ye geldiğini ifade etti. Türkiye’nin gazeteciler için bir cezaevi haline geldiğini söyleyen Harms, “Türkiye’ye baktığım zaman bir ‘gazeteciler cezaevi’ görüyorum. Gazeteciler en korkunç durumda ama yine de burada yazmaya devam ediyorlar” sözlerini kaydetti.

5 yıldan az cezası olan eski Cumhuriyet çalışanları Güray Öz, Musa Kart, Hakan Karasinir, Mustafa Kemal Güngör, Önder Çelik ve Yusuf Emre İper’in 25 Nisan'da yeniden cezaevine girmesinin ardından yeniden başlatılan Adalet Nöbeti’ni hatırlatan Harms, “Daha dün adliyede birlikte büyük bir protestoda yer aldılar. Çok cesur insanlar bunlar. Kafalarının üzerinde aslında bir tehlike olmasına rağmen, çalışmaya ve protestoya devam ediyorlar. Ve müthiş bir belirsizlik var. Bu davalar sonuçlanınca nereye gideceği belli değil. Nazlı Ilıcak Mehmet Altan, ağırlaştırılmış cezalar aldılar. Ve bu davanın nereye gideceği belli değil” dedi.

“Şunun sözünü veriyorum size; Avrupa Birliği ülkelerinde bunun unutulmaması için ne yapılması gerekiyorsa yapacağım” diyen Harms, sözlerinin devamında şu ifadelere yer verdi:

“Bu gerçekten en son noktada alarm zilidir. Biz insan hakları mahkemesinin bu tür davaları olayları görmezden gelmesine izin veremeyiz. Bu tür konular için yerel bir çare yok. Çünkü hukukun üstünlüğü söz konusu değil. Bundan dolayı da sizlere yaptığınız bütün çalışmalardan dolayı teşekkür ediyorum."

Beritan Canözer: Ölüm elbette kötüdür ama nasıl öldüğümüz çok daha önemli

Son olarak söz alan Diyarbakır’ın Sur ilçesinde 16 Aralık 2015’teki sokağa çıkma yasağı protestosunu izlerken ‘heyecanlı’ olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan ve 3 ay 16 gün hapis yatan gazeteci Beritan Canözer, kürsüye çıktı. Diyarbakır'da gazetecilik yapmanın zorluklarını, mesleki hayatında karşılaştığı zorlukları ve gözaltına alınma sürecini anlattı. 

Beritan Canözer'in konuşmasından satır başları şöyle:

"1994 yılında yayın hayatına başladıktan 239 gün sonra 3 Aralık 1994'te Özgür Ülke gazetesinin İstanbul Kadırga'da bulunan teknik binası, Cağaloğlu'nda bulunan merkez bürosu ve Ankara bürosu aynı anda bombalı saldırıya uğradı. Saldırıda bir kişi yaşamını yitirirken, onlarca kişi yaralanmıştı. Olayın faillerine hiçbir şey yapılmaz iken, saldırıda yaralananlar hastanede gördükleri tedavilerinin ardından gözaltına alındı. Saldırıya dair açılan soruşturmada ise 24 yıldır herhangi bir sonuç alınamadı. 24 yıldır ne değişti? Hiçbir şey.

"Kutuplaştırıcı politikaların toplumun kılcal damarlarına zerk edildiği böyle bir ortamda, gazetecilik yapmak oldukça zor. Haberlerimizden çok yaşadığımız baskıyı, katliamları, hak ihlallerini, cezaevlerini, saldırıları konuştuğumuz bir dönemdeyiz. Sınır Tanımayan Gazetecşler Örgütü'nün 2018 yılı Basın Özgürlüğü sıralamasında Türkiye'nin 180 ülke arasında 157'nci olması bu gerçekliği yansıtan ensomut halidir.

"Örneğin Metin Göktepe, örneğin Uğur Mumcu, örneğin Apê Musa, örneğin Hrant Dink, örneğin Rohat Aktaş..."

"Bugün burada Mehmet Ali Birand'ı anarken, katilleri bulunmalı, yargı önünde hesap vermelidir," cümlesini kurmuyor olmanın mutluluğunu ve rahatlığını yaşıyorum. Ölüm elbette kötüdür ama yaşanmışlıkları düşününce nasıl öldüğümüz çok daha önemli bir boyut kazanıyor. Örneğin Metin Göktepe, örneğin Uğur Mumcu, örneğin Apê Musa, örneğin Hrant Dink... Ve çok daha yakın tarihte yaşadığımız, tanık olduğumuz Gazeteci Rohat Aktaş'ın ölümü.

"Biz birilerinin bize gazetecisiniz demesiyle gazeteci, teröristsiniz demesiyle terörist olmuyoruz"

Biz birilerinin bize gazetecisiniz demesiyle gazeteci, teröristsiniz demesiyle terörist olmuyoruz. Mesleki kimliğimizi birilerinin ağzından çıkacak iki kelimeyle belirlemiyoruz. Basın özgürlüğünün olmadığı bu ülkede her gün tehditlere, saldırılarına rağmen arkadaşlarımız haber yapıyorlar. Yaptığımız her haberin bedelini ya canımızla ya da özgürlüğümüzle ödüyoruz. Bu bedeli kimse sırf tanınmak için ödemedi. Heyecanlı olduğum için tutuklanan bir gazeteci olmasaydım yine bunları yaşamış olacaktım ama kimsenin tanımadığı bir Berivan Canözer olacaktım. Yalnızca Kürt basınının tanıdığı, bildiği bir Berivan. Oysa ki Kürt basınında ismi hiç. duyulmamış ama en ağır koşullarda bedel ödeyerek çalışan onlarca gazeteci var.

"Uğur Mumcu'nun gözlüğü, Apê Musa'nın kalemi, Metin'in fotoğraf makinası, Hrant Dink'in inancıyız"

Bu ülkede basın dayanışmasına ihtiyaç var. Ancak birlikte durarak baskıyı kırabilriiz. Bunalrı her zaman söylüyoruz, her zaman konuşuyoruz. Konuşmakla kalmayıp pratiğe dökmeliyiz. Kürt basınının bölgede yaşadığı zorluklar yalnızca bir haber olarak görüşmemeli. Bizler en değerli mirası devralmış bir nesiliz. Bir mirasa sahip çıkmak boynumuzun borcudur. Burada son kez şunu belirtmek istiyorum, kimse bizden daha güçlü değil. Elimizdeki kameralarla, fotoğraf makinalarıyla biz onlardan daha güçlüyüz. Biz onlarda olmayan bir cesarete sahibiz, çünkü biz cesaretimizi doğrulardan alıyoruz. Uğur Mumcu'nun gözlüğü, Apê Musa'nın kalemi, Metin'in fotoğraf makinası, Hrant Dink'in inancıyız.