Dünya

Özdemir: “Erdoğan halk iradesine saygı göstermeli”

Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı Özdemir, Erdoğan’dan 1 Kasım seçimlerinde halkın iradesine saygı göstermesini istedi, PKK’ya kalıcı ateşkes çağrısında bulundu. Özdemir, DW Türkçe’den Değer Akal’ın sorularını yanıtladı.

20 Ekim 2015 22:05


Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir, “Sayın Erdoğan, bu kez, her daim dem vurduğu halkın iradesine saygı göstermeli ve sandıktan çıkan sonuçları kabullenmeli” dedi. Özdemir, evrensel demokrasi mücadelesi verdiğini söylediği CHP ve HDP liderlerinin yanında olduklarını ifade ederken Kürt sorunuyla ilgili olarak da, “Bu ne dağda ne de kışlada çözümlenecek, gençleri silahlandırmak da yanlış dağa çıkmaya zorlamak da” diye konuştu. PKK’ya kalıcı ateşkes çağrısı yapan Özdemir, “HDP’yi illegalleştirmeye çalışanlar kanın akmasından fayda sağlayanlardır“ görüşünü aktardı. Cem Özdemir'le DW Türkçe'den Değer Akal konuştu:

DW Türkçe: Kutuplaşmanın derinleştiği, siyasi ve toplumsal gerilimin tırmandığı bir ortamda yapılacak seçimleri Türkiye demokrasisi için bir yol ayrımı olarak görenler var. Bu yorumlara katılıyor musunuz?

Evet katılıyorum. Ancak bir önceki seçimler de aslında bir yol ayrımıydı ve Türkiye demokrasisi büyük bir olgunluk göstererek, bu yol ayrımından başarıyla çıktı. Çok da kolay olmayan koşullarda, bölgenin içinde bulunduğu zorlukları da göz önünde bulundurduğumuzda, seçimlerin demokratik bir ortamda gerçekleşmiş olması, farklı kesimlerin mecliste temsil bulabilmesi, kadın milletvekili sayısındaki artış ve gayrimüslim vatandaşların mecliste kendilerine daha fazla yer bulabilmesi biz dahil olmak üzere bütün dünyaca olumlu karşılandı ve kutlandı. Ama ne oldu? Maalesef Sayın Cumhurbaşkanı aradığını bulamadı, ‘400 vekil olsaydı, böyle olmazdı’ dedi ve arkasından neler yaşandığını hep birlikte gördük. Ankara’da bazı insanlar hükümet kurulmasını engellemek için düğmeye bastı. Olan budur. Bu demokrasiye yakışan bir yaklaşım değil. Sayın Erdoğan, bu kez, her daim dem vurduğu halkın iradesine saygı göstermeli ve sandıktan çıkan sonuçları kabullenmeli.

DW Türkçe: Seçim sürecini çok yakından takip ettiğinizi biliyoruz. 1 Kasım seçim sonuçlarına ilişkin öngörünüz nedir?

Mevcut kamuoyu araştırmaları benzer sonuçları öngörüyor. Elbette Türkiye'de seçimler yapılabilirse Türkiye'nin sorunlarını çözebilecek bir hükümet çıkmalı. Bunun olup olmayacağını yeni seçilen milletvekilleri belirleyecek. Bizim asıl muhatabımız da onlar olacak. Keşke Sayın Merkel de aceleci davranmayıp, sandıktan çıkacak yeni hükümetin kurulmasını bekleyerek, kurulacak yeni hükümeti muhatap alsaydı. Türkiye'de Cumhurbaşkanı, Anayasa'ya rağmen kendini halihazırda fiilen başkan olarak addediyor, 'Ben Putin tarzı bir başkanım ve ülkeyi böyle yöneteceğim' diyor.

DW Türkçe: PKK ile çözüm görüşmeleri seçim süreciyle birlikte durdu. Kürt sorunu siyasi ve toplumsal kutuplaşmanın en çetin konularından birini oluşturuyor. PKK ateşkes ilan etti ancak gençlik yapılanmalarını kontrol etmekte güçlük çektiği iddia ediliyor. Bu konuda taraflardan beklentiniz ne?

Türkiye'nin güncel sorunların çözüm adresi ne dağ ne de kışla olabilir. Tek çözüm yeri meclis olmalı. Bir an önce akan kanın durması, durdurulması gerekli. İnsanlar daha fazla kutuplaştırılmamalı, aşırı uçlara sürüklenmemeli.Gençleri silahlandırmak ne kadar yanlış ise, onları hedef göstermek de bir o kadar yanlış. Tam işler iyiye gidiyor, müzakereler devam ediyor, silahlar sustu, Türkiye ekonomisi önemli toparlanmalar gösterdi ve Türkiye'nin uluslararası camiadaki itibarı yükseldi derken, Ankara yine eski hastalıklarına geri dönüyor. Türkiye’yi takip edenler bilirler. Bunlar yeni şeyler değil, defalarca denendi ve sonuç alınamadı. Tam tersine bu Türkiye’de yıllardır birlikte yaşayan ve yaşayacak Türkler ve Kürtlerin birlikte yaşam iradesinin altını oyuyor.

DW Türkçe: Peki, taraflardan beklentiniz ne?

Tüm taraflar kendi üzerlerine düşen görevin bilincinde olup, bu görevi layıkıyla yerine getirmeli. Bu iş silahla çözümlenemeyeceğine göre silahlar susmalı. PKK'nın ateşkes kararı olumlu bir karar. Lakin bana göre geç bile kalındı. Keşke daha önce susabilseydi. Ayrıca kalıcı ve bir daha başvurulmamak üzere susmalı. Bu sadece seçime yönelik bir ateşkes olarak kalmayıp, seçimlerden sonra da bu karar üzerinde ısrar edilmeli. Bu işin çözüm yeri meclistir diyen Selahattin Demirtaş sonuna kadar haklı.Başka bir yol yok. Kandil’de bu iş çözümlenmeyecek. HDP’yi illegalleştirmeye ve kriminalize etmeye çalışanlar, Türkiye’de kalıcı çözümü istemeyenler, kanın akmasından fayda sağlayanlardır.

DW Türkçe: Suriye’de artık bir iç savaştan çok küresel ve bölgesel güçlerin savaşına tanık oluyoruz. Reyhanlı, Suruç ve son olarak da Ankara’daki terör saldırılarıyla Türkiye’nin de istikrarsızlaşabileceği yorumları yapılıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Suriye’de yürütülen 'düşmanımı düşmanı dostumdur' politikası dibe vurdu. Türkiye uzun süre İŞİD’e göz yumdu ve hatta destekledi. Türkiye’deki basından takip edebildiğimiz kadarıyla söylüyorum bunu. Her ne kadar devlet bir şeyleri gizli tutmaya çalışsa da, vatandaş söylüyor, gazeteciler yazıyor. Bu iddialar kabul edilemez. Bu insanlar barbar ve İslam ile yakından uzaktan alakaları yok. Cumhurbaşkanı’na sormak istiyorum, sen de dindarsın ya hani, dine hakaret saydığım bu insanları nasıl desteklersin? Bu Türkiye’ye, bölgeye ve her şeyden önce Suriye halkına zarar verdi. Şu andan itibaren artık herkes, Rusya,Türkiye, Suudi Arabistan kendine göre bir strateji belirlemeyi bırakmalı. BM çatısı altında ortak bir strateji üretmeli ve bu stratejinin ana konusu da silahların susması ve insanların derhal insani yardıma kavuşması olmalı. Ardından da farklı kesimleri temsil eden ancak IŞID’i tamamen devre dışı bırakan geçici bir hükümet kurulmalı. Esad kısa vadede olmasa bile, er ya da geç yönetimden çekilmeli ve hatta Suriye’yi terk etmeli.

DW Türkçe: Seçimler öncesinde basın ve ifade özgürlüğü konusunda yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bazı muhalefet partileri seçim güvenliği konusunda endişelerini dile getiriyor, sizin düşünceleriniz nedir?

Türkiye ile AB arasındaki müzakerelerin başladığı günlerde Orhan Pamuk ‘Benim kuşağım artık cezaevine gitmeden ünlü olacak’ demişti. Ama bakıyoruz Türkiye ileriye gitmek yerine geriye gidiyor. Bugün yine gazeteciler, yazarlar, aydınlar cezaevlerine giriyor, düşüncelerini özgür bir şekilde ifade edemiyor. İronik bir durumla karşı karşıyayız. Değişimi başlatan Sayın Erdoğan ve AKP'si, ‘Yeni Türkiye'yi' kuruyoruz derken, şimdi aslında ülkeyi ‘Eski Türkiye'ye' geri döndürüyorlar. Değiştirmeyi vaat ettikleri eski Türkiye’yi yeniden inşa ediyorlar. Türkiye'de demokrasi için mücadele edenler büyük fedakarlıkta bulunuyor, yeri geldiğinde hayatlarını tehlikeye atıyorlar, Ankara’da olduğu gibi. Ama sadece şunu söylemek istiyorum, Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren insanlar yalnız değil, biz eskiden olduğu gibi gelecekte de hep onların yanındaydık ve yanlarında olacağız.

DW Türkçe: Türkiye’nin bu noktaya gelmesinde AB’nin Türkiye’nin üyelik sürecinde isteksiz davranmasının da etkisi yok mu? Bazı yorumcular, Türkiye’nin yüzü Batı’ya dönük olan, AB sürecini destekleyen, daha fazla demokrasi isteyen kesimlerinin hayal kırıklığına uğratıldığını belirtiyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ben onları çok çok iyi anlıyorum. Gerek bizler gerekse Sosyal Demokratlar, Sol Parti hatta Hristiyan Demokrat Partilerin tabanı da dahil olmak üzere bizler Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren bütün partileri destekliyor ve bunu açık ve net bir şekilde her platformda dile getiriyoruz. Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Demirtaş’ın mücadelesi sadece bir Türkiye mücadelesi değil, evrensel bir demokrasi mücadelesi. Dünyanın farklı ülkelerinde maalesef karanlık güçler ülkelerini felakete itmeye çalışıyor, iç savaşları körüklüyor, kardeşin kardeşe düşman olmasını istiyorlar. Bizlerin safı ise belli. Biz, bunlara karşı çıkanların yanındayız.

DW Türkçe: AB için Türkiye’nin demokratikleşme süreci önem taşıyorsa, o zaman 17'nci Başlık olan ekonomik ve parasal politika faslının yanı sıra, yargı, temel haklar ve özgürlüklerle ilgili olan 23'üncü ve 24'üncü başlıkların da bir an önce açılması gerekmez mi?

İşin ironik tarafı Sayın Merkel daha önce imtiyazlı ortaklıktan bahsetmiş ve yıllarca bu ısrarından vazgeçmemişken, şimdi ne hikmetse tam üyelik sürecinin hızlandırılabileceğinden söz ediyor. Gerçek şu ki Merkel üyelikten söz etse de, Erdoğan bunun gerçeklikten uzak olduğunu gayet iyi biliyor. Ama asıl hedef o fotoğrafın, o izlenimin oluşmasıydı. Nitekim o da oluştu.

DW Türkçe: AB üyesi Kıbrıs yönetimi, Türkiye’nin müzakerelerinde 17’nci fasılın açılmasına karşı olduğunu duyurdu. Bu konuda Almanya’nın söz vermesi yeterli mi?

Tam da bunu söylemeye çalışıyorum. Sayın Erdoğan’a şu ara hele ki seçim arifesinde bu tatlı vaatler yeterli geliyor, işine yarıyor. Halbuki, Sayın Merkel ile hazır görüşmüşken, ‘Kıbrıs'a da baskı yapacak mısın' diye sorabilirdi. Zaten Sayın Merkel’in kendi partisi de muhtemelen üyelik müzakerelerinin hızlandırılmasına karşı çıkacaktır. Buradan hareketle, boş sözler bunlar. Boş sözler ise Sayın Erdoğan’a şu aralar kafi.