Gündem

Özakman: Can Dündar, Atatürk'ü linç etti

Turgut Özakman ağır suçladı: Mustafa’da bir milletin kahramanının anısı ve saygınlığı yaralanıyor, incitiliyor; asıl linç bu

11 Aralık 2008 02:00
Şu Çılgın Türkler'in yazarı Turgut Özakman, Can Dündar'ın Mustafa filmini eleştirirken "Şimdiye kadar birkaç dinci ve Armstrong'dan başka hiçkimse Atatürk'ü Mustafa filmi gibi anlatmadı" dedi.
Can Dündar'ın yaptığı ile söylediğinin birbirini tutmadığını belirten Özakman "Oğlunun Atatürk'ü gerçeğe daha yakındır" görüşünü dile getirdi. Özakman Cumhuriyet'te  "Mustafa "da gördüğü yanlışlar ve eksiklikler üzerine oluşturduğu soruları şöyle yanıtladı:

Can Dündar, Hürriyet’te  Ayşe Arman’a şöyle diyor: “Benim bildiğim, benim okuduğum adam, bana anlatılan adama uymuyor. Benim oğluma anlatılan da benim bildiğim adam değil.” (9 Kasım, Pazar eki, 8. sayfa) Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

- Can Dündar’ın Atatürk’ü, Mustafa filminde anlattığı Atatürk ise bu Atatürk’ün gerçek Atatürk’le pek az ilgisi var. Can, Atatürk ve dönemini parça parça incelemiş. Geneli görmemiş. Ormana bakmıyor, ağaç dallarıyla ilgileniyor. Mesela Atatürk’ün laiklik anlayışını din karşıtlığı gibi algılıyor. Atatürk’ün içkisine, yalnız bırakıldığına takıntılı. Hele Cumhuriyet dönemini hiç anlamamış. Atatürk’ün sofracısı Cemal Granda’nın şişirilmiş, uyduruk anılarını ve benzeri anıları, doğru ile yalanı daha ayırt edemediği için gerçek sanıyor. Bu arada zaman zaman yeni tribünlere oynadığı izlenemini de alıyorum.

Atatürk'ü psikolojisiyle  anlatmak

Bir de şu var: Atatürk’ü psikolojisi ile anlatmak istiyor. Yararlı bir yaklaşım. Ama bunu bir psikolog ya da ciddi bir hobi olarak psikolojiyi seçmiş olan biri yapabilir. Can psikoloji bilmiyor. Vamık D.Volkan ile Norman İtzkowitz’in yazdığı Ölümsüz Atatürk adlı kitaptan yararlanmış. Kitabı çok başarılı buluyor. (Hürriyet, 10 Kasım, s. 6) Bir psikoloğumuz bu kitabı inceleseydi şaşırtıcı, akıl karıştırıcı, bilimselliği çok şüpheli, Atatürk’ü acayip kalıplarla çözümlemeye çalışan, tuhaf, esrarengiz bir kitap olduğu açığa çıkardı. Atatürk’ü anlamak için başvurulacak bir kitap olmadığını söyleyip bu konuyu kapatacağım. Psikoloji, amatörler için çok kaygan, karmaşık bir alandır. İnsanı gülünç eder. Dikkat!

Bu kitabın etkisiyle Can diyor ki: “Babasız büyümek, bir ülke için baba figürüne dönüşmenizde etken olabilir.” (Hürriyet, 10 Kasım, s. 6) Söz konusu kitapta işte buna benzer birçok yakıştırma var. Mesela Atatürk’ün yurtseverliği şöyle anlatılıyor: “M. Kemal anasına duyduğu sevgiyi, anasının ölümü üzerine vatanına yöneltmiştir.” (Bağlam Y., 1998, s. 290) Nasıl? Ne kadar bilimsel değil mi?)

Atatürk’ü anlamaya, anlatmaya, açıklamaya, çözümlemeye çalışan birçok dürüst, doğru, değerli çalışma var. Can bunlardan yararlanmak yerine bu komik kitaba takılıp kalmış. (Kendisine aydınlatıcı, dürüst, baba bir kitap tavsiye edeyim: Prof. Dr. Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2004)

Oğlunun Atatürk'ü gerçeğe daha yakındır

Bu nedenlerle filmde ortaya değişik bir Atatürk çıkmış. Ben oğlunun bildiği Atatürk’ün -bilgisini koruyorsa- gerçek Atatürk’e daha yakın olduğuna inanıyorum. Çünkü özellikle sevgili, sayın öğretmenler Atatürk’ü saygıyla, özenle, ona yaraşır, yakışır bir dille anlatıyorlar.

Ne yapacaklardı yani? Öğrencilerine, Atatürk’ü, filmdeki gibi özetle, ‘içkici, kadına düşkün, yalnız bırakılmış, arkadaşsız, diktatör, unutulmaktan ödü patlayan, Mussolini’yi çağrıştıran, emeklilik psikozu içinde birtakım işlere kalkışan bir adamcağız’ diye mi anlatacaklardı?

Bu mudur Atatürk?

İnsaf!

Atatürk'ü hiç anlamamışlar

Can Dündar da, ekibi de, danışmanları da, bence Atatürk’ü hiç anlamamışlar. Atatürk olgusunun yüzeyinde, uzağında kalmışlar. Bilgi yetersizliğinden kaynaklanan bazı önyargıları var ve bütün filmde hiç sevgi yok. Büyük insanlara meraklı komşu gibi, paparazzi gibi, hele softa gözüyle bakılamaz. Can nerede durduğunu, kendisini savunan ve alkışlayan bazı kalemlere bakarak kavrayabilir. Fatih Sultan Mehmet, Kadırgalı Abdullah Molla anlatılır gibi anlatılamaz.Tersi de olmaz. Biçim öze uymalı. Bu kural anlatım sanatının temel kuralıdır. Ayrıca takt diye bir şey vardır ki Türkçeye denlilik, incelik diye çevrilebilir. Bu yazık ki genç kuşakların örneğini pek az gördükleri bir tutum. Bir şeyi incelikle anlatamıyoruz. Kabalık yaygınlaştıkça yaygınlaşıyor. Oysa bilginin üslubu nazik, sesi sakindir. 

Atatürk, hiç ceberut diye nitelenmedi

 Can Dündar Atatürk’ün Armstrong’un Bozkurt kitabını hoşgörüyle karşıladığını anlattıktan sonra genele seslenerek diyor ki: “Böyle hoşgörülü Atatürk’ten siz sansürcü, ceberut bir portre yaratmışsınız ve bize onu yutturmaya çalışıyorsunuz. Ben o Atatürk’ü benim liderim saymıyorum. Ben kendi tanıdığım lideri anlatmaya çalışıyorum.” Siz ne diyorsunuz? 

- Sansürcü Atatürk ne demek anlamadım. Lafın gelişi söylemiş olmalı. Ceberut Atatürk’e gelince: Hiçbir uygar, vicdanlı, sağduyulu, gerçeğe saygılı insan, Atatürk’ü ceberut diye nitelememiş, tanıtmamıştır. Şimdi de Atatürk’ü öyle anlatan ciddi, gerçekçi tek bir inceleme, araştırma, hikâye yok. Kimse Atatürk’ü Can’ın iddia ettiği gibi ‘ceberut diye yutturmaya’ kalkışmıyor.

Atatürk’ü yakından tanıyan birçok kimse anılarını yazarak Atatürk’ü anlatmıştır. Birkaçı: Yunus Nadi, Falih Rıfkı Atay, Y.Kadri Karaosmanoğlu, Ruşen Eşref Ünaydın, Kılıç Ali, Salih Bozok, M. Müfit Kansu, Ali Fuat Cebesoy, İsmet İnönü, Celal Bayar, Damar Arıkoğlu, Fahrettin Altay, Hasan Rıza Soyak, Hüsrev Gerede, Kazım Özalp, Afet İnan, Sabiha Gökçen, Süreyya Ağaoğlu, Y. Kemal Tengirşenk, Aralov, J. Grew, Madame Gaulis, General Sherill vb... Hiçbirinde Atatürk ceberut olarak anlatılmaz, anılmaz, ima bile edilmez. Hiçbir okul kitabında da böyle bir niteleme yoktur. Çünkü Atatürk ceberut değildi. (Ceberut=acımasız, zorba) Can’ın ‘ceberut Atatürk’ iddiasının ciddi bir dayanağı yok. Kendi ileri sürüyor, kendi karşı çıkıyor. Gölge boksu yapıyor. 

Atatürk’ün ceberut olduğunu yazmaya yeltenen hiç kimse yok mu?

- İstisnasız kural olur mu? Birkaç kişi var. 

Kimler?

- Bunlar Can Dündar’ı ve Mustafa filmini alkışlayanlar arasında yer alıyorlar. Atatürk’e, “Diktatör, bütün yetkileri elinde topladı, söylediği kanundu, muhaliflerini temizledi” filan diyen, Mussolini gibi kepaze bir adamı anıştıran da Can Dündar’ın kendi ve ekibi. Filmde bir iki sahne dışında, Atatürk’ün büyük, güzel özelliklerini anlatan, yansıtan bir hava yok. Ne kadar sevgisiz bir işleyiş. Film gittikçe karamsarlaşan, olumsuzlaşan, durgunlaşan bir havayla sürüyor, final tüy dikiyor.

Yaptığıyla söylediği birbirini tutmuyor

Can’ın yaptığı ile söyledikleri birbirini tutmuyor. Şimdiye kadar, birkaç dinci ve Armstrong’dan başka hiç kimse Atatürk’ü, Mustafa filmi gibi anlatmadı. Resmi anlatımın gölgesinde kalmayayım derken, gerçeğin çok dışına, uzağına düşülmüş. Bu asla unutulmayacak bir talihsizlik.

Can Dündar Atatürk’e sansür uygulandığından yakınıyor...

- Atatürk’ü sansürlemek akla ve ahlaka aykırı bir şey. Ama koca bir hayatın içinden cımbızla birkaç cümle, birkaç ayrıntı seçip de bunları bir karakterin anahtarı diye ileri sürmek de sansür kadar akla ve ahlaka aykırı bir davranış olur.

Can’ın görmezden geldiği çalışmalar

Can Dündar Hürriyet’teki Ayşe Arman röportajında diyor ki: “Kimsenin bir Atatürk filmi yapma niyeti yok. Yapsalar 70 yıldır yaparlardı. Kimse bir şey yapma derdinde değil..” Sizce doğru mu söylüyor?

- Konuya uluslararası maceracılardan söz ederek gireyim. Biri Laurence Olivier’nin oğluydu. Allahtan bunlara bir Atatürk filmi çektirilmedi. Yalan yanlış olacağına hiç olmaması daha iyidir. Mustafa filmi bu konuda uyarıcı bir örnek. Bilmeyen, anlamayan, dersine çalışmayan bu konuya elini sürmesin!

Rahmetli Behlül Dal Atatürk’le ilgili beş-altı kısa film yaptı, Devlet Tiyatrosu sanatçıları da oynadı. Zaman zaman televizyonlarda yayımlanıyor.

Kültür Bakanlığı 1992’de Atatürk’le ilgili bir dizi film yaptıracaktı. Bu yararlı düşünceyi gerçekleştirmek için birçok yazara senaryo ısmarlandı. Fakat neden bilmem yalnız biri filmleşti: Refik Erduran’ın Metamorfoz’u. Yönetmeni Feyzi Tuna. Bu film de TRT’de yayımlanmıştır.

Son olarak TRT 1990’larda sayın Ziya Öztan’a iki dizi (ve film) yaptırdı: Kurtuluş ve Cumhuriyet. Bu çalışmalar 1921 ile 1933 arasındaki en yoğun, anlamlı, eşsiz dönemi kapsıyor. Bunlar Ziya Öztan’ın bilgisini, bilincini ve ustalığını kanıtlayan, işlediği dönemi dürüstçe ve sanatlıca anlatan çalışmalar. Çekimleri toplam üç yıla yakın sürmüş, on binlerce insanın katkısıyla var olmuşlardır. Çok büyük yankı uyandırdıklarını söylemem gereksiz.

Özellikle bu iki önemli çalışmayı bir kalemde silip geçmesini, Can Dündar’a hiç yakıştıramadım. Ustaya, emeğe, gerçeğe saygı lütfen! Ama Mustafa filminin bir yararı oldu. Atatürk filmi yapmak için çeşitli grupların çalışmalara başladığını duydum, çok sevindim. Atatürk’ü doğru anlatmak, bu olumsuz, tuhaf, gerçeğe aykırı çalışmalar, çabalar, yorumlar karşısında, bir vatan görevi, bir ahlak borcu oluyor.


Bana verdiği sözü tutmalı


Ek olarak “Biri yapsa da beynine binsek diye bekliyorlar” diyor, eleştirileri ‘linç’ diye niteliyor...

- Bazı hususlardaki eleştirilerin haksızlığını, filmde karşılıklarının bulunmadığını ben de kabul ediyorum. Bunlara tepki göstermekte haklı. Kendisine bu nedenle ‘sabır’ dilemiştim. Ama birçok ciddi eleştiri, uyarı, yerme var ki, onları ‘linç’ diye nitelemek kesinlikle doğru olmaz.

Mustafa filminin bazı sahnelerinde, bir milletin tarihi boyunca en çok saygı duyduğu, arkasından en çok ağladığı bir kahramanın anısı ve saygınlığı yaralanıyor, incitiliyor.

Asıl linç bu.

Buna tepki gösterilmemesi, doğruların açıklanmaması çok hazin, rezil, acı bir şey olurdu. Can Dündar, bu tepkilere, eleştirilere, suçlamalara katlanmalı ve hiç gecikmeden bu yanlışlıkları, eksiklikleri düzeltip filmi gerçeğe uygun, kahramanına saygılı hale getirmelidir. Yani bana verdiği sözü tutmalıdır.

Mustafa’da yeni bilgi ve belge yok

Yeni belgeler, bilgiler var mı filmde?

- Uzun yıllardır tarihimiz okullarda doğru ve yeterli okutulmuyor. Tarihimizi doğru öğrenmediğimiz, okumaya da meraklı olmadığımız için, genel izleyici bakımından birçok bilginin yeni olduğu söylenebilir. Ama bu, değerlendirme çıtasını yerden sadece bir karış yukarda tutmak demektir. Çok değil, biraz tarih bilenler için yeni bir bilgi, belge yok. Sadece iki Fransız gazetesi var. Biri hastalığından söz ediyor. Öteki Atatürk’ü diktatör olarak niteliyor. Birçok olumlu, yüceltici yabancı gazete haberi, yazı, açıklama var, ekip nedense bu yazıyı seçmiş! Filmde bu haksız nitelemeye karşı, kısa da olsa bir yanıt yer almalıydı. Çünkü diktatörlük bambaşka, korkunç bir şeydir. Nitekim Can Dündar Genç Bakış programında diyor ki: “Fransız gazetesinin diktatör nitelemesine karşı bir duruşumuz olmalıydı.” (5 Kasım gecesi, Kanal D) Filmde böyle bir karşı duruşun zerresi yok. Tersine, bu iddiayı destekleyen ifadeler var. Aşağıda belirteceğim. 

O dönemde birçok yabancı yazar, düşünür, bilim adamı ve politikacının, özellikle de mazlum milletler liderlerinin Atatürk ve dönemi hakkında yazıp söylediği birçok övücü, gurur verici açıklamalar var. Neden hiçbirine yer verilmemiş de bu Fransız gazetesinin nitelemesi seçilmiş?

- Bu soruyu Can Dündar’ın ve ekibinin yanıtlaması gerekecek. Düşündükçe birçok şey zihnimi kemirip duruyor. Nedensiz ne yaprak kımıldar, ne de bir seçim yapılır. Bu konuda Mustafacılara dört değerli kaynağı hatırlatmak istiyorum: Bilal N. Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk; Özer Ozankaya, Dünya Düşünürleri Gözüyle Atatürk ve Cumhuriyeti; S.Çiller Atatürk İçin Diyorlar ki, Varlık Yayınevi, 1965; Atatürk’e Saygı, TDK, 1969. 

Umarım okurlar...

- Bir de dayanaksız iddialar, yakıştırmalar var ki bunlara yeni bilgi demek bilgiyi aşağılamak olur.

Ya Atatürk’ün not defterleri?

- Atatürk’ün not defterlerinden ikisi Şükrü Tezer ve Afet İnan tarafından yayımlanmıştır. Harp Tarihi Dairesi’ndeki not defterleri 21 tanedir. Yeni ortaya çıkmış belgeler değildir, uzun yıllardan beri biliniyor, yayımlanıyor. Meraklıları bilir. (Toplu bilgi için: Ali Mithat İnan, Atatürk’ün Not Defterleri, Gündoğan Y., Ankara, 1969)