Yazar Oya Baydar, Kürt sorununun çözümüne ilişkin “Barış nutukları atmak kolay da kalıcı barış hiç kolay değil. Yol hem uzun hem de tuzaklarla, engellerle dolu. Sürecin önündeki en büyük engel siyasi hesapların, iktidar kaygılarının ağır basması” dedi.
Ediz Hun, Atilla Dorsay, Oya Baydar ve Lale Müldür barışa giden yolda düşüncelerini anlattı. Akın Özçer röportajının son bölümü ile İspanya’daki müzakere sürecini aktarıyor. Oral Çalışlar ise Kürt sorununun tarihini anlatmaya devam ediyor.
Ediz Hun: O çocuklar bizim çocuklarımız
Devam eden müzakereleri nasıl buluyorsunuz?
Ayşen Gruda, çok doğru, çok güzel söyledi, tebrik ediyorum. Ayşen Gruda ile birlikte o çocukları ikna etmek için ben de giderim. Bu benim için şereftir, onurdur. Yeter ki barış hâsıl olsun. O çocuklar bizim çocuklarımız. Bu ülkenin tüm çocukları bizim çocuklarımız. Elbette ki onlar da bizim filmlerimizle büyüdüler. Daima kavgadan uzak sevgi dolu adımlarla barışa ulaşabiliriz.
Barışın dili nasıl olmalıdır?
Barışın dili sevgi olmalıdır. Atatürk’ün dediği gibi: “Yurtta sulh cihanda sulh.” Umudum var. İnsan denen bu üstün varlık mutlaka doğruyu yanlıştan ayırır. Umutsuzluk hiçbir sorunu çözmez.
Barışın önündeki engeller nelerdir?
Barışın önünde hiç engel yok gibi ama bu başta olanlar, barışı geciktiriyorlar. Çok şehit verildi. Şehitlerin acılarını paylaşıyoruz. O ayrı bir konu. Hiçbir şey bizim bağrımızın eski haline dönmesini sağlayamaz. Bağrımız yanık. Yine de barışın çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bütün şehitleri rahmetle anıyorum. Onlar da bizim çocuklarımız. Anaların babaların acılarını paylaşıyorum ama artık barışın gelmesi lazım.
Oya Baydar: Kimsenin yeni hayal kırıklıklarına tahammülü yok
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ne zaman barış sürecinden söz edilse lümpen mafyacıların “Adamı mermi manyağı yaptık” sözünü hatırlıyorum. Çünkü barış diye diye barışı katlettiğimiz yılların birikimiyle kendimi “barış umudu manyağı”na dönüşmüş hissediyorum. Bu yüzden ihtiyatlı bir beklenti içindeyim, biraz da korkuyorum. Korkuyorum; çünkü artık hiçbirimizin, Türküyle Kürdüyle kimsenin yeni hayal kırıklıklarına tahammülü yok. Bu defa da başaramazsak, ülkenin bölünmesinden çok daha vahim ve derin olan duygu ve yürek bölünmesi tamir edilemez noktaya varacak.
Barış nutukları atmak kolay da kalıcı barış hiç kolay değil. Yol hem uzun hem de tuzaklarla, engellerle dolu. Sürecin önündeki en büyük engel siyasi hesapların, iktidar kaygılarının ağır basması.
Bir aydın olarak bu sürece nasıl katkıda bulunabilirsiniz?
Türkiye’nin özgürlükçü, barışçı aydınları Kürt halkının gasp edilmiş haklarının iadesi, kimliklerinin ve eşit yurttaş statülerinin tanınması, yıllardır çiğnenen onurlarının tamiri ve ortak yaşama iradesinin yok olmaması için çabalıyorlar. “Aydınlar ellerini taşın altına koymuyorlar, sesleri çıkmıyor” türünden eleştirilere katılmıyorum. Kürt meselesinde söz söylemenin, barışçı çözüm istemenin kolay olduğu bugünlerde, benzer eleştiriler yöneltenlerin geçmişte, mesela bir Ahmet Kaya olayındaki tavırlarını, yazılarını ibretle hatırlıyorum. Yine de, onların bile bu noktaya varmış olmaları, barış yolunda azımsanmayacak bir ilerlemedir ve bunda en azından on yıldır, iğneyle kuyu kazarcasına çalışan barışçıların payı vardır.
Daha önceki barış süreçlerinde ne gibi hatalar yapıldı?
Daha önceki barış denemelerinde yapılan hataların ana kaynağına gitmek gerek. Barışın bizatihi (kendinde) bir değer ve amaç olarak kavranmayıp iktidar, oy, seçim uğruna araçsallaştırılması, sürecin kesintiye uğramasının temelindeki nedendir. Barışı iktidar amacı ve siyasetin aracı olarak kavrarsanız, yani insani ve vicdani bir değer olarak içinize sindirmezseniz, yürünmesi gereken zorlu yolda sürekli tökezlersiniz. İktidar, seçim ve oy hesapları bazen barış sürecini saptırabilir, durdurabilir. Bunları sadece Türk siyasi hareketi, iktidar ve muhalefet partileri için değil Kürt silahlı ve siyasi hareketi için de söylüyorum.
Barışın önünde ne gibi engeller var?
Bu ülkede milliyetçilik, iktidarıyla muhalefetiyle siyasi kadroların genlerine kazınmış sanki. Siyaseten birbirine hasım kesimler, sağ veya sol, her biri kendi ideolojik meşreplerinde karşılık bulan bir milleti hakime (egemen ulus) zihniyetiyle maluller. Kendilerini egemen ulusun üyesi görenler egemenliği paylaşmaya ve diğer halklarla eşitlenmeye direniyorlar. Ancak tam da bu noktada iyimserim. Giderek büyüyen bir halk çoğunluğu “Ne yaparsanız yapın bu savaşı bitirin” diyorsa -ki bütün kamuoyu yoklamaları ve gözlemlerimiz buna işaret ediyor- umutlanmak için bir neden var. Şoven, milliyetçi, militarist, savaşçı zihniyetin etkisi altındaki azınlık gruplar bir yana, Türk ve Kürt, ülke nüfusunun çoğunluğunun birlikte yaşam ve barıştan yana taraf olduğunu, en azından toplumsal dokumuzu harap eden bu savaşın bitmesini yürekten istediğini düşünüyorum. Barış sürecinin ilerletilmesi için bulunmaz bir fırsat bu. İş ki heba edilmesin, iş ki barışa cesaret edilebilsin...
» YARIN: YAŞAR KEMALMEHMET BEKAROĞLU - OKTAY KAYNARCA - EZEL AKAY, ZEYNEP TANBAY-HAYDAR ERGÜLEN
Lale Müldür: Oksijen var kanallar yok dileğim kanalların açılması
Devam eden müzakereleri nasıl buluyorsunuz?
Önceden gizliydi şimdi daha açık ve net. Başbakan kendi Mit görevlisini çözüme yakın görevlendirip bunu halkın karşısında açıklayabiliyor. İnsanların maskelerden uzak tenlerindeki renkten arınmış, baskı altında olmayan bir coğrafyada nefes almaları için bu şart. Müzakere açılımına Kürt halkından oy alan milletvekillerinin de katkıda bulunması gerekmektedir. Bunun olmadığı takdirde bir bütünlük söz konusu değildir. Ruhun kurtuluş savaşından çıkıp beynimizin filizine oturması yakındır.
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İkisinin arasında oksijen var fakat kanallar yok. Kanalların açılması, beyinlerin açılması dileğimdir. Işık göründü, ışığa yol lazım. Yüz var, yüzün açığa çıkması için derin bakan gözlere ihtiyaç var. Barış denen o şeyin, bulunması için samimiyete ve açık suların parlayan mercanlarına bakın. Orada ne meclisteki oturum kavgalarına ne de sokaktaki patlamalarda ölen çocukların cesedine ihtiyaç var. Bakmayı da görmekle karıştırmayın tabi. Sürecin barışla tamamlanması için uygun ortamın, yani parlak görüşlü insanların yurdun dört bir yanına dağılmasına ihtiyaç var.
Barışın önündeki en büyük engeller nelerdir?
Ateşin insanların aydınlanması için kullanılması gerekli, kanların parıltısı için değil. Bir gün herkes bir şekilde güneşin rahmine girecek yine. Bir sonbahar ışığında görebilmeliyiz gerçek yüzlerimizi.
Atilla Dorsay: Öcalan’ın kilit adam olduğunun anlaşılması devrim niteliğinde
Devam eden müzakereleri nasıl buluyorsunuz? Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uzun yıllardır ilk kez bir çözüm umudu belirdi. Bu işe gönül koyan ve barışı gerçekten isteyen siyasilerin bir satranç ustalığıyla hareket etmeleri gerekiyor. Öcalan’ın kilit adam olduğunun nihayet kabul edilmesi başlı başına bir devrimdir. “Dersim’de silah bırakma” kararının ise çok önemli bir simgesel değeri olduğuna inanıyorum.
Sanatçı olarak katkıda bulunabileceğinizi düşünüyor musunuz, katkıda bulunabileceğiniz alanlar nelerdir?
Kültür adamı olarak elbette katkıda bulunmak isterdim. Ama bana sıra geleceğini sanmıyorum.
Hangi hatalardan kaçınmak gerekir?
Baş koşul, birilerine, bir ırka, bir halka, bir azınlığa lütufta bulunduğumuz, ona bir büyük jest yaptığımız düşüncesine katiyen kapılmamak. Sürekli empati halinde olmak ve yapılanın/yapılmak istenenin yüzyıllardır süregelmiş bir yanlışlığı düzeltmek, yüzyıllardır iç içe yaşadığımız bir halka en doğal haklarını vermeye çalıştığımızı ve zaten bunun yapılması gereken tek şey olduğunu bilmek.
İspanya’da sorun nasıl çözüldü... / AKIN ÖZÇER
İspanya’da ayrı devlet kurmak kolay değil
Farklı olduklarını söyleseler de ulusalcıların da, milliyetçilerin de söyledikleri aynı şey var, bunlar ayrılmak, ayrı devlet kurmak istiyor diyorlar... İspanya’da durum nasıl?
Katalan ve Bask milliyetçiler kendi kaderini belirleme hakkını kullanmak istiyor. Bu hakkı ölçmek için de Québec’te olduğu gibi referandumlar düzenlemek gibi bir arzuları var. Bunları söylemek ifade özgürlüğü ama gerçekleştirmek imkânsız zira anayasada öngörülmüyor. Anayasa referandum hakkını merkezi hükümete veriyor.
İspanya’da görüşme süreci nasıl gelişti ve sonuca ulaştı?
İspanya’nın ETA’ya silah bıraktırma görüşmeleri yaptığı bir gerçek. Eğer 1981-82 döneminde ikinci ETA’nın (ETAPM) siyaset hakkına karşılık silah bırakmasını saymazsak, ilk görüşmeler “Cezayir görüşmeleri” olarak anılır. Bu görüşmeler biraz Mitterrand’ın telkinleriyle yapıldı. Fransa, İspanya’nın Avrupa Birliği’ne üyeliğine sürekli engel oluyordu. Mitterrand’nın üyeliğe yeşil ışık yakarken “oturun görüşün bu adamlarla” diye telkinde bulunduğu söylenir. İlk iki görüşme gizli yapılıyor. 1986 sonu ve 1987 başlarında ETA’yı temsil eden güvercin kanattan Txomin İturbe başkanlığındaki heyet ile görüşülüyor. Öcalan gibi o da barıştan yana tutum alıyor. Ancak iki görüşmeden sonra adam esrarengiz şekilde ölüyor. Bunun üzerine heyete başkanlık edecek ılımlı bir adam aranıyor ve Dominik Cumhuriyeti’nde gözlem altında tutulan Antxon bulunuyor. Haydi bakalım bu sefer ona deniliyor ki, “sen gel, heyete başkanlık et”. 87 yılının Ağustos ayında dönemin Dışişleri Bakanı Javier Solana ETA ile “bir takım gizli görüşmeler yaptık” diye açıklıyor. Ama “bunlar görüşme değil, temastı” diyor. Halktan ters tepki gelmeyince görüşmeler aleniyet kazanıyor.
1988’de heyetler karşılıklı masaya oturacakken, Bask milliyetçi partiler ayağa kalkıyor. Diyorlar ki, “siz onlarla siyasi konuları görüşemezsiniz, biz seçilmişiz, bizlerle görüşmeniz gerekir. Onlarla nasıl görüşürsünüz, onların elinde silah var”.
Bunun üzerine 1988 yılı başında Ajuria Enea Paktı adıyla bilinen anlaşma ortaya çıkıyor. Ellerinde silah olanlarla siyasi konuların görüşülmeyeceği de yazılıyor bu anlaşmanın içeriğine. İlginçtir ama Cezayir görüşmeleri tam da bu nedenle, yani ETA’nın siyasi koşullar öne sürmekte direnmesi yüzünden başarısızlıkla sonuçlanıyor. ETA ile Antxon üzerinden temaslar daha sonra da devam ediyor. 1998’de ilan edilen başarısız bir ateşkes dönemi daha var. O zaman iktidarda Aznar hükümeti var. Silah bırakma üçüncü deneme başarısız kaldıktan sonra gerçekleşiyor.
Geçmişten günümüze Kürt sorunu / Oral Çalışlar 5
12 Eylül günleri ve sonrası...
Soldaki ve sağdaki şiddet yanlısı tırmanış, askerlere darbe zeminini hazırlamıştı. Darbecilerin sağın ve solun içine ajanlar soktuğu da, darbe sonrasında gözler önüne serilecek,netlik kazanacaktı.
Darbe döneminde baskıların en korkuncu Kürtler üzerindeydi. Görüşlerinin ne olduğuna bakılmadan Kürt aydınlarının ve siyasetçilerinin neredeyse tamamı tutuklandı. Diyarbakır cezaevinde gerçekleştirilen baskılar sonucu bir çok genç kendini yaktı, işkencelerde yaşamını yitirdi.
PKK, 1984’te Siirt’in Eruh İlçesi’nde karakolu basarak silahlı ayaklanmanın işaretini verdi. O günden sonra Kürtlerin yaşadığı bölgelerde hayat tamamen alt üst oldu.
“Felaketler dönemi”, 2000’lerin başına kadar sürdü. Binlerce Kürt köyü boşaltıldı, milyonlarca Kürt zorunlu olarak göç ettirildi, binlercesi tutuklandı, 40 bin insan yaşamını yitirdi. Ne tarım kaldı ne de hayvancılık...
1990’larda PKK, “devlete karşı ayaklanma”nın bölgedeki en etkili gücü haline geldi. Öcalan, 12 Eylül’den sonra Suriye’ye geçti. Hafız Esad desteğinde Bekaa vadisinde Kürt gençlerine silahlı eğitim veriyordu. PKK ile mücadele, “terörle mücadele” olarak ele alınıyor, “Kürt sorunu” sözcüğünün dile getirilmesi bile suç sayılıyordu.
1990’lar tam bir “devlet terörü” dönemiydi. Önde gelen Kürt aydınları, evleri basılarak kaçırılıp öldürüldü. MGK’da, Kürt işadamlarına yönelik listeler hazırlandığı gazetelere yansıdı. Çok sayıda Kürt işadamı başta İstanbul’da olmak üzere Türkiye‘nin dört bir yanında kaçırılıp işkence edilerek öldürüldü.
PKK bu ortamda bir kaç kez “ateşkes” ilan etti. 1993’te ilan edilen “ateşkes”, çözüm konusunda umutları artırmıştı. Genel Af tartışılıyor, devlet yetkilileri tarafından Öcalan’a yönelik “daha yumuşak” ifadeler kullanılıyordu. Bu günlerde, silahsız bir otobüs asker Bingöl yolunda durduruldu ve PKK güçleri tarafından 33 asker kurşuna dizildi. 33 askerin öldürülmesi, her iki taraftaki savaşın devamını isteyen güçler tarafından örgütlenen bir provokasyonun söz konusu olduğu şüphesini beraberinde getirdi.
Öcalan’ın yakalanması: Yeni dönem
9 Ekim 1998’de, Öcalan, Türkiye’nin baskısı ve Suriye’deki Hafız Esad yönetiminin isteğiyle Suriye’yi terk etmek zorunda kaldı. 18 yıldır Suriye’nin koruması ve denetimi altında geçen hayatının yeni bir safhası başlıyordu.
Öcalan hapiste devlet yetkilileriyle sürekli görüşmeler yapacaktı. Aslında görüştüğü askeri yetkililerdi.
Çok yakın döneme kadar, “PKK konusu”, temelde askerin inisiyatifindeydi. İmralı’daki Öcalan’la, görüşmeleri de asıl olarak askerler yürütüyordu. Ama AK Parti’nin devlet içindeki gücü arttıkça, PKK ile olan görüşmelerde hükümetin rolü ağırlık kazanacaktı. Kürt sorununda inisiyatif AK Parti’ye ve Başbakan Erdoğan’a geçiyordu... Başbakanın açıklamasına da yansıyan KCK tutuklamaları ise hala ciddi bir “sorun”. Şehirdeki yasal mücadele ile illegal örgütlenme arasındaki ilişkiler bir hukuk ve güvenlik sorunu olarak devam ediyor.
» YARIN: KÜRT AÇILIMI’NDAN KCK TUTUKLAMALARINA