Gazete Duvar yazarı Ahmet Murat Aytaç 24 Haziran'daki baskınn seçimleri değerlendirdi. Aytaç yazısında HDP'nin barajı geçmesi hâlinde Meclis'te sekiz parti olacağı için ortaya çıkacak parti sisteminin, eğer seçim sonuçları sürdürülebilir dengeler yaratırsa, “iki kutuplu çok partili sistem” olarak adlandırılacağını ifade etti.
Aytaç Cumhurbaşkanlığı Seçimleriyle ilgili olarak ''iki turlu ve mutlak çoğunluk kuralına dayalı'' derken Genel Seçimlerinin ''tek turlu ve nispi temsil ilkesine dayalı'' olacağını yazdı.
Ahmet Murat Aytaç'ın Aşırı 'hâkim parti sistemi': Parçalanmadan kutuplaşmaya başlıklı yazısı şöyle:
2002 ile 2017 arasındaki 15 yıla yayılan sürecin başat aktörü AKP olmuştur. Bu dönemde yapılan seçimlerin sonuçları açık bir sistem değişikliğini işaret ediyor. Süreç boyunca beş genel seçim, üç yerel seçim, üç halkoylaması ve bir cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmıştır. Yapılan seçimlerin hepsini, yani on iki seçimi birden AKP kazanmıştır. AKP’nin 2002 yılında elde ettiği seçim zaferi, sonrakilere nispetle bayağı mütevazı sayılır. Oysa mecliste elde edilen sandalye sayısı bakımından AKP daha sonraki seçimlerde elde edemediği bir başarıyı bu seçimde kazanmıştı. Bu asimetri, önceki dönemde aşırı parçalanmış olan siyasal hayatın bir yan etkisi olarak değerlendirilebilir. Diğer partiler oy bölünmesi yüzünden baraja takılınca, toplam oyların sadece yüzde 54,7’si mecliste temsil edilme olanağına kavuşmuş, bu durum da AKP’nin işine ziyadesiyle yaramıştı.
Tek bir partinin seçim başarılarındaki bu süreklilik, birbiriyle ilişkili olan iki dönüşümün hem nedeni hem de sonucu olarak görülebilir. İlk dönüşüm, parti hayatının, bazılarınca “hâkim parti sistemi” olarak adlandırılan biçimde yeniden şekillenmesi oldu. İkinci dönüşümse, siyasetin mantığının “kutuplaşma” eğiliminin etkisi altına girmesi oldu. AKP’nin 2007 sonrası kazandığı seçim zaferleri, seçmen kitlesinin ezici bir çoğunluğunun kutuplara itilmiş olmasından bağımsız anlaşılamaz. Kutuplaşma, siyasal toplumu bölen nerdeyse her eksende etkisini hissettiğimiz güçlü bir eğilim. Seçmenlerin siyasal bilgilenme ve “ötekine güven” ölçütleri açısından yabancılaşması, bu tarz bir kutuplaşmanın ana belirtisini oluşturuyor. Bu tarz bir yabancılaşmanın sonucu, toplumun birbirine teğet geçen kamplara ayrışması, müzakere ve etkileşim yokluğudur. Toplumdaki çatışma dinamiklerini de güçlendiren bu mantık, seçim zaferlerini garantiye almak için AKP tarafından sınır tanımaz bir şekilde kullanıldı.
Hâkim parti sistemleri, seçimleri devamlı tek bir parti kazansa da, iktidarı seçim yoluyla değiştirmenin mümkün olduğu gerçekten çoğulcu ve rekabetçi sistemleri anlatır. Lakin mevcut kutuplaşma eğiliminin seyri, yürürlükteki parti sisteminin demokratik yapısına ciddi kısıtlamalar getirmiştir. İlk evresinde ılımlı bir şekilde uygulanan kutuplaşma siyaseti, özellikle 2011 seçimlerinden sonraki evrede şiddetini giderek artırmıştır. Erdoğan tarafından “ustalık dönemi” olarak adlandırılan bu evrede, siyasi rekabetin koşulları giderek sertleşmeye, muhalefet ve protesto kriminalize edilmeye başlanmıştır. Siyasi iktidarın rekabet ve çoğulculuğu mümkün kılan özgürlükler üzerindeki denetimi bu yoldan artmış ve rejim nispeten otoriter bir karakter kazanmıştır. Belki de, bu otoriter eğilimini belirginleştirecek bir “aşırı” sıfatını, “hâkim parti sistemi” başlığının önüne getirmek, günümüz parti sistemini anlatmak açısından en uygun yoldur.
Parti sisteminde yaşadığımız dönüşümün başlangıç noktasını 7 Haziran 2015 genel seçimleri oluşturur. Çünkü AKP’nin hâkim olduğu ve giderek otoriterleşen parti hayatının sınırlarına 7 Haziran’da varıldı. AKP, diğer seçimler gibi, bu seçimden de birinci parti olarak çıkmıştı. Lakin ilk defa seçim sonuçları tek başına iktidar olamayacağını gösteriyordu. Hükümet için koalisyon zorunluluğu veya teşekkülü, hâkim partinin seçmenleri ile geri kalan seçmenlerin kutuplaştırılması üzerine kurulu olan sistem mantığına kısa devre yaptıran önemli bir unsur oldu. Eğer gereği yapılsaydı, bu seçim zaten uygulamadaki parti sisteminin sonunu kendiliğinden getirecekti. Ama AKP, seçim sonuçlarının gereğini yapmak yerine, dengeleri hükümet gücünü kullanarak kendi lehine çevirme yoluna gitti. Haliyle kısa bir süre sonra yapılan yeni seçimleri kazandı ve hâkim konumunu tekrar pekiştirdi. İktidarın bu yönelimiyle, “seçim yoluyla iktidarın değişebileceği” yönündeki temel varsayım da tartışmalı hale geldi. Kısacası, çanlar artık iyice baskıcı bir karakter kazanan bu parti sistemi için çalmaya başlamıştı.
AKP ve Erdoğan’ın siyasi iktidarını pekiştirecek yeni bir sistem arayışı, parti sisteminin içine girdiği bu kriz koşullarında gerçekleştirilme koşullarını buldu. Öncelikle bir süredir dillendirilen başkanlık sistemine geçiş için ihtiyaç duyulan “çoğunluk mutabakatı” 7 Haziran seçimlerinin bir başka etkisi sayesinde mümkün hale geldi. Kanımca, HDP’nin bu seçimlerden üçüncü parti olarak çıkması ve süreç içinde yapılan koalisyon hesaplarının içine dahil olabileceğini göstermesi milliyetçi-mukaddesatçı kesimlerin “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne razı edilmesindeki temel amillerinden biridir. HDP, o dönemde sadece aldığı yüzde 13,1 oranındaki oyla değil, potansiyel seçmen desteğiyle de bir parlamenter sistem mantığı içerisinde bastırılabilecek bir güç olmaktan çıkmıştı. Oysa seçmen desteğinin yüzde 50 + 1’i formülüne göre işleyen iki turlu bir başkanlık sisteminde, bu sınırlar içinde kalan bir gücü, devletin yürütme erki dışında tutmak her zaman mümkün görünüyordu. HDP’nin “sistem karşıtı” muhalefetinin etkisini , sadece yasama faaliyetleri düzeyine çekerek izole edebilme imkânının görülmesiyle, bugün kendini “Cumhur İttifakı” adı altında lanse eden ve FETÖ karşıtı olma paydasında bütünleşen bu siyasi blokun temel çatısı kurulmuş oldu. Sistem dönüşümünün başlangıcı olması bakımından 15 Temmuz, 7 Haziran’a kıyasla tali kalmış gibi gözükmektedir.
Bütün bu gelişmeleri toparladığımızda karşımıza şu tablo çıkıyor: 24 Haziran’da biri iki turlu ve mutlak çoğunluk kuralına, diğeri tek turlu ve nispi temsil ilkesine dayalı iki seçim bir arada yapılacak. Seçimlerde, mevcut ittifaklar sayesinde kurulan iki büyük blok karşımıza çıkacak: Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı. Bunlardan ilki, başkanlık sisteminin kazanımlarını kurumlaştırıp pekiştirmeyi, ikincisiyse parlamenter sistemin restorasyonunu vaat ediyor. HDP bu blokların dışında tutuluyor. Diğerleri için fiilen anlamını yitiren baraj, HDP önüne dikilmiş bir engel. Eğer HDP barajı geçerse mecliste sekiz parti olacağı için, meclis çok partili bir yapı kazanacak. Başkanlık seçiminin iki turlu yapısıysa, parti sistemini mevcut bloklar ekseninde kutuplaşma yönünde etki edecek gibidir. Bu durumda ortaya çıkacak parti sistemini, eğer seçim sonuçları sürdürülebilir dengeler yaratırsa, “iki kutuplu çok partili sistem” olarak adlandırmak mümkün. Bu yeni sistem, ilk dönemdeki parçalanma eğilimini, ikinci dönemin kutuplaşma eğilimiyle bir araya getiriyor. İki çözümsüzlüğün toplamındansa doğacak tek bir sonuç vardır: Daha büyük çözümsüzlük.
Yazının tamamı için tıklayınız.