7 Ekim 2023, Orta Doğu’da dengeleri altüst eden, yeni çatışma ve gerilimlere kapı aralayan bir tarih oldu. Bölgedeki mevcut gerilimler, 7 Ekim’den sonra ya şekil değiştirdi ya da derinleşti. Orta Doğu’da yıllardır süren askerî, diplomatik ve siyasi belirsizlikler yepyeni bir boyut kazandı; o günden itibaren Orta Doğu, bölgedeki müttefiklerin ve ezelî düşmanların, eskiye oranla daha net karşı karşıya ya da yan yana gelişlerine sahne oldu. 7 Ekim, yalnızca Orta Doğu’nun kritik tarihi olmadı; dünyayı, hatta 5 Kasım’da yapılacak ABD seçimlerinin sonuçlarını bile etkileyebilecek bir dönüm noktası haline geldi.
Hamas militanlarının sınır çitlerinden İsrail topraklarına girerek başlattığı "Aksa Tufanı Operasyonu"nun ardından İsrail ordusu tam 1 yıldır Gazze Şeridi'nin tamamında yoğun hava ve kara saldırıları gerçekleştiriyor. Hamas tarafından koordine edilen ve diğer Filistinli silahlı grupların da katıldığı 7 Ekim saldırısında bin 200'den fazla İsrailli hayatını kaybetti; 253 kişi de Hamas tarafından rehin alındı. İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarında 41 bin 870 Filistinli öldürüldü; yaklaşık 100 bin yaralı var. İsrail işgali altındaki Batı Şeria'da da 7 Ekim'den bu yana gerçekleşen İsrail saldırılarında 701 Filistinli öldürüldü. Gazze Şeridi'ndeki binaların yüzde 66'sı İsrail bombardımanları nedeniyle yerle bir oldu. Gazze'deki 36 hastanenin 31'i kullanılamaz durumda.
7 Ekim 2023’ün üzerinden tam bir yıl geçti ve şimdi bir yıl öncesine göre çok daha karmaşık durumdaki Orta Doğu'nun topyekûn bir bölgesel savaşın eşiğinde olduğu değerlendirmeleri yapılıyor. Gazze savaşının ilk günlerinde dahi canlı olan ateşkes umudu, İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmalar ve İsrail ordusunun Lübnan’ın güneyine yönelik kara harekâtı sonrası neredeyse rafa kalkmış durumda. 7 Ekim 2023’ün Orta Doğu, bölgesel dengeler ve uluslararası siyasete muazzam etkileri savaşın genişlemesi ve yayılmasıyla daha üst seviyelere ulaşmış gibi görünüyor.
Peki savaş, bombalar, açlık, savaşın tırmanması ve yayılması, bölgesel savaş riskiyle birlikte bundan sonra ne olacak?
Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Bilgehan Alagöz, misilleme saldırılarının İran'ın askerî kapasitesiyle ilgili önemli ipuçları verdiğinin altını çiziyor ve "İran’ın direniş ekseni siyaseti, ilk olarak ABD’nin 2003 Irak Savaşı ve 2011’de başlayan Suriye iç savaşı sonrasında yaşadığı lale devrini uzun bir süreliğine unutmak zorunda kalacak" değerlendirmesinde bulunuyor. ODTÜ'den Dr. Öğretim Üyesi Derya Göçer, "Kasım 2024 ABD seçimlerine kadar İsrail’in mevcut izleğini devam ettireceğini ve diğer aktörlerin beklemede kalacağını düşünüyorum. ABD seçimleri sonuçları belli olunca ABD ile bölgedeki Körfez ülkeleri ve İran’ın dahil olduğu yeni arka kapı diplomasi atakları olabilir" diyerek önümüzdeki süreçte yaşanabileceklere işaret ediyor. Türkiye'nin son Şam Büyükelçisi Ömer Önhon da bölgedeki durumun Türkiye ve İsrail arasında asimetrik çatışma gibi etkileri olabileceği uyarısında bulunuyor.
Dönüm noktalarıODTÜ'den Dr. Öğretim Üyesi Derya Göçer, bir yıllık sürecin askerî ve siyasî açıdan dönüm noktalarını şöyle sıraladı: - Husilerin İsrail’in Gazze’ye saldırılarını protesto etmek amacıyla Kızıldeniz’den geçen gemi trafiğine saldırıları önemliydi. Kasım 2023’te bu saldırılar başladı. 2024’ün yaz sonunda Husiler artık İsrail’in kendisine de saldırmaya başladı. Bu saldırılar Avrupa’daki otomotiv sektöründen Türkiye’deki ihracat girdilerine kadar birçok alanda aksamalar yarattı. İran’ın genel olarak temkinli ve tırmandırıcı olmayan tutumuyla da bir tezat oluşturdu. ABD ve İngiltere bir yandan, AB ülkeleri bir yandan farklı misyonlarla bu saldırıları durdurmaya çalıştılarsa da tam anlamıyla başarılı olamadılar. - İsrail ve İran’ın karşılıklı saldırıları her ne kadar büyük bir zarar yaratmasa da bölgesel bir savaşın başlangıcı gibi yorumlanmaya açık olduğu için dönüm noktaları oluşturdu. Nisan 2024 ve Eylül/Ekim 2024 bu dönüm noktalarından oldu. İsrail yönetimi çok çeşitli şekillerde kendisine yönelik tehdidin baş mimarı olarak çerçevelediği İran rejimini doğrudan savaş için kışkırtmaya çalıştı. Bu açıdan Şam’daki İran büyükelçiliğine yapılan saldırı tam bir kışkırtmaydı ve karşılığında İran ilk defa İsrail’e doğrudan saldırdı. Burada diğer bölgesel aktörlerin bu kışkırtma çabalarına karşı nispeten soğukkanlı kaldığını ve çatışmayı tırmandıracak söylemsel hamleler yapmadıklarını da not etmek önemli. - Lübnan’a hava ve kara saldırısı da kuşkusuz bölgesel açından önemli bir dönüm noktası. Hizbullah’ın liderinin öldürülmesi bu dönüm noktasının sembolü oldu. İsrail yönetimi yeni bir insani ve ekonomik kriz yaratmaktan çekinmediğini tüm bölge ülkelerine gösterdi. Körfez İşbirliği Teşkilatı bu saldırının ardından toplandı ve İsrail’in Lübnan’dan çekilmesi gerektiğine dair ortak bir deklarasyon yayımladı. |
Bundan sonra ne olacak?
Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Bilgehan Alagöİran ile İsrail arasında 7 Ekim'den önce de "örtülü bir savaş" olduğunu vurgulayarak iki ülkenin doğrudan karşı karşıya gelme ihtimalini şunları hatırlatarak değerlendirdi:
"Hatta bu doğrultuda İsrail, Naftali Bennett’in 2018’de Savunma Bakanı olduğu dönemde Ahtapot Doktrini'ni geliştirmişti. Buna göre İsrail, İran’ın bölgesel vekil ağları ile mücadele etmek yerine direniş ekseninin beynini temsil eden ahtapotun başını; yani İran’ın kendisini hedef almalıdır. Bu doğrultuda özellikle 27 Kasım 2020’de İran'ın nükleer programının mimarı olarak görülen nükleer fizikçi Muhsin Fahrizade’nin Tahran’da öldürülmesi önemli bir adım olmuştur. İran 2020’de hem direniş ekseni siyasetinin en önemli temsilcisi olan Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’yi kaybettiğinden hem de İsrail’in bu yeni askeri stratejisinden ötürü içeride güvenlik zafiyetleri ile karşı karşıya kaldığından İsrail karşısında defansif bir siyasete döndü ve direniş ekseni bir gerileme dönemine girdi. Bu bağlamda 7 Ekim İran tarafından stratejik kuşatılmışlık algısını yenebileceği bir fırsat olarak değerlendirildi. 13 Nisan 2024’te İsrail’e yapılan doğrudan saldırılar bu algıya dayalı olarak gerçekleşti. Ancak 30 Temmuz 2024’te Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından Fuad Şükür'ün, bir gün sonra Tahran’da Hamas lideri İsmail Haniye’nin, 27 Eylül 2024’te ise Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın ve DMO komutanı General Abbas Nilfuruşan’ın İsrail tarafından öldürülmesi İran’ı tekrar defansif bir siyasete sevk etti. 1 Ekim’deki saldırıların İsrail tarafında caydırıcılık yaratma maksadı taşıdığını belirtmek gerekir."
İran "direniş ekseni" siyasetinden vazgeçmediğinin ama ciddi bir kan kaybı yaşadığının altını çizen Alagöz, bundan sonraki sürecin "İsrail’in İran’la topyekûn bir savaşa hazır olup olmadığına bağlı olarak" gelişeceğini düşünüyor.
"Misilleme saldırıları İran'ın askerî kapasitesiyle ilgili önemli ipuçları veriyor"
İran'ın Şam'daki konsolosluk konutuna yönelik İsrail saldırısının ardından 13 Nisan'da ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın öldürülmesinin ardından 1 Ekim'de yaptığı misilleme saldırılarının İran'ın askerî kapasitesiyle ilgili önemli ipuçları verdiğini aktaran Alagöz, İran'ın her iki saldırıda da çok sayıda balistik füze kullandığını ve bunun İran'ın geniş bir füze stokuna sahip olduğunu ayrıca da bu füzeleri etkin bir şekilde kullanabildiğini gösterdiğini ifade ediyor:
"Bu tür füzeler, daha hızlı fırlatma ve daha az bakım gerektirmesi nedeniyle stratejik bir avantaj sağlar. İran, saldırılarda büyük sayıda füze kullanarak, İsrail'in hava savunma sistemlerini aşmayı hedeflemiştir. Bu, İran'ın hava savunma sistemlerini aşma konusunda bir strateji geliştirdiğini ve bu konuda deneyim kazandığını göstermektedir. Saldırılar, İran'ın askeri ve istihbarat kapasitesinin iyi bir şekilde koordine edildiğini de göstermektedir"
"İran'ın direniş ekseni siyaseti Suriye iç savaşı sonrası yaşadığı lale devrini unutmak zorunda kalacak"
Yalnızca askerî kapasite ekseninde bakıldığında İran'ın İsrail ile bir savaşa kendini hazırladığını ifade eden Alagöz, "İran’ın ülke içindeki ekonomik, siyasi ve sosyolojik köklü sorunlar sebebiyle" İsrail'le bir savaşa hazır olmadığını düşünüyor.
İran'ın bölgedeki müttefik ve vekilleriyle ilişkilerinde yaşanabilecek değişimler hakkında konuşan Alagöz, "Irak ve Suriye’de İran hala güçlü diyebiliriz; ancak oralarda da Arap üst kimliği tekrar daha önemli hale geliyor ve mezhep farklılığı üzerinden İran’ın sızabildiği alanlarda bugün yeni rol sahibi olmak isteyen Körfez sermayesini görüyoruz" dedi ve şöyle devam ediyor:
"Esad’ın Arap Ligi’ne dönüşü, Irak’ın 33 yıl sonra Suudi Arabistan ile sınırı açması gibi önemli dönüşümler var. Bu sebeple İran’ın direniş ekseni siyaseti, ilk olarak ABD’nin 2003 Irak Savaşı ve 2011’de başlayan Suriye iç savaşı sonrasında yaşadığı lale devrini uzun bir süreliğine unutmak zorunda kalacak. Stratejik olarak İran şu an kendi sınır güvenliği ve siyasi bütünlüğüne odaklanıyor diyebiliriz. Ancak bulduğu ilk fırsatta vekillerle ilişkilerini kuvvetlendirme ve yeni vekiller tesis etmeye çalışacaktır"
"İsrail, ABD'nin desteğini alamadığı bir ortamda İran'a sınırlı eylemde bulunacaktır"
Mevcut gelişmelerin gelecek için umutlu bir tablo çizmediğini söyleyen Alagöz, "İran’ın 1 Ekim’deki saldırılarına İsrail'in vereceği yanıt kapsamında bahsi geçen en iyi senaryoda bile İran’ın petrol ve elektrik üretim sahalarına yönelik olası saldırılar dillendiriliyor. Kötü senaryo ise İsrail’in ABD’nin de desteğini alarak İran’ın nükleer tesislerine dönük bir hava saldırısı başlatması. Henüz ABD’de bu ihtimal için kapı aralanmadı" ifadeleriyle İsrail'in mevcut koşullarda ABD desteğini alamadığı bir ortamda İran'a yönelik daha sınırlı eylemlerde bulunacağını tahmin ediyor. Göçer ayrıca İran’ın tüm bunlar karşısında nükleer silah ürettiğini ilan etmesinin de "kötü senaryo kapsamında" karşımıza çıkabileceğini söylüyor.
"Yeni arka kapı diplomasi atakları olabilir"
ODTÜ'den Dr. Öğretim Üyesi Göçer, "bölgesel savaşı İsrail yönetiminde karar verici olan Netanyahu ve bir ölçüde Yemen’de Husiler dışında hiçbir aktörün tercih ettiğini düşünmediğini" söyleyerek bundan sonra karşımıza çıkabilecekler konusunda "yeni diplomasi atakları"na işaret etti:
"Kasım 2024 ABD seçimlerine kadar İsrail’in mevcut izleğini devam ettireceğini ve diğer aktörlerin beklemede kalacağını düşünüyorum. ABD seçimleri sonuçları belli olunca (ki aslında Ocak 2025’te iktidar değişimi tam ve barışçıl bir şekilde gerçekleşene kadar belli olmayacak gibi) ABD ile bölgedeki Körfez ülkeleri ve İran’ın dahil olduğu yeni arka kapı diplomasi atakları olabilir"
Savaşın bölgesel aktörleri yalnızca güvenlik açısından değil ekonomik açıdan da sıkıştırdığının altını çizen Göçer, "İsrail eğer İran’ın petrol rafinerilerini hedeflerse, enerjiyle ilgili sadece taşıma değil arz krizi de ortaya çıkabilir. Bu durumda Kızıldeniz’den gemilerine geçiş muafiyeti elde etmiş olan Çin duruma daha fazla dahil olabilir. Zira İran petrolünün çok önemli bir kısmını Çin satın alıyor" diyor.
ABD’nin Ortadoğu’dan nispeten "çekildiği" son yıllarda bölgesel ülkeler arasındaki iletişim ve diplomasinin arttığına dikkat çeken Göçer, "normalleşen" bir Orta Doğu'da 7 Ekim saldırının ve sonrasında İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının "insan hayatını hiçe sayan bir anomali" oluşturduğunun altını çiziyor:
"Bölgesel aktörler ve rejimleri aslında değişmedi, iki sene önceye göre hala aynı. İsrail’in Lübnan saldırıları sonrası tırmandırıcı tavırlarının bölgesel aktörleri kendi aralarında müzakereye ve anlaşmaya yaklaştıracağını ancak devlet dışı aktörleri de tam tersi cesaretlendirip şiddet kullanmakla ilgili teşvik edeceğini düşünüyorum. Bu aktörlerin en önde geleni kuşkusuz Husiler. Husilerin şiddet kullanma biçimlerinin çeşitlenmesi ve artması ile İsrail’in kullandığı şiddet arasında bir korelasyon var. Ayrıca IŞİD gibi bölgesel sınırları aşarak operasyon yapabilen diğer devlet dışı aktörlere bu şiddet ortamı maalesef bir zemin sunuyor."
"Her iki tarafta da kitle imha silahı var"
Türkiye’nin ilişkiler kesilmeden önceki son Şam Büyükelçisi Ömer Önhon, bölgeyi nelerin beklediğinin bilinmediğini ancak olması gerekenin bir an evvel durması gerektiğini kaydediyor. Önhon, bölgede barış ve uzlaşının sağlanması gerekirken savaşın giderek tırmandığını ve yayıldığını ifade ederek bunun endişe verici bir noktaya geldiğini vurguluyor.
Bölgedeki aktörlerin önümüzdeki günlerde ne yapacağının belirsizliğini koruduğunu aktaran Önhon, "İsrail ve İran birbirini vuruyor ancak topyekûn doğrudan bir savaşa girmediler. Öyle bir savaşa girmenin maliyeti her iki ülke açısından çok ağır olur hem de bölge açısından ağır olur. Her iki tarafta da kitle imha silahı var, onu da unutmamak lazım" uyarısında bulunuyor.
Türkiye ne yapacak?Marmara Üniversitesi'nden Dr. Öğretim Üyesi Alagöz, Türkiye'nin bu tablodaki konumunu şöyle açıkladı: "Türkiye sınırlarında sıcak bir çatışma istemediği gibi nükleer silah sahibi bir komşu da istememektedir. Dillendiren kötü ya da iyi senaryoların her biri için Türkiye de kendi kırmızı çizgilerini belirlemektedir. Bu doğrultuda Türkiye’nin önceliği Irak ve Suriye’de PKK/YPG unsurlarıyla olan mücadeleyi devam ettirmek olacaktır." Türkiye’nin hem farklı Arap ülkeleri hem de İran’la iletişim kanallarını açık tutması, ancak bağımsız konumunu korumasının önemli olduğunun altını çizen Göçer, Türkiye, ABD ve AB ülkeleri gibi müttefikleriyle bu konu özelinde daha fazla iletişime ve diplomatik müzakereye katılmasının bölgesel güvenliğe katkı sağlayacağına işaret ediyor. Ayrıca Türkiye'nin İsrail’i eleştirirken değerler ve uluslararası yasalar zemininde güçlü bir ses çıkarması ve "o ya da bu Filistin örgütünden ziyade Filistinlilerin ve artık Lübnan’daki sivillerin insan haklarını koruyan bir platformdan konuşması"nın yararlı olacağının altını çiziyor. |
"Bölgedeki durumun Türkiye ve İsrail arasında asimetrik çatışma gibi etkileri olabilir"
Türkiye'nin çatışmaların başladığı günden bu yana İsrail'e karşı sert bir tavır aldığını hatırlatan Önhon da "Son dönemlerde de vadedilmiş toprakların bir ucunun Türkiye'ye uzandığı ve bunun Türkiye için doğrudan bir güvenlik tehdidi teşkil ettiği ifade edildi ama İsrail'in bir NATO ülkesine bu şekilde doğrudan hedef almasının gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. İki ülke arasındaki gerginliğin asimetrik çatışma anlamında yani İsrail'in Suriye'nin kuzeyinde PKK uzantısı yapılanmaya destek vermesi, Doğu Akdeniz'de Türk çıkarlarına karşı çıkması gibi etkileri olabilir. Bunu zaman gösterecek" diyor.
Orta Doğu’yu paramparça eden gün: 7 Ekim7 Ekim sabahı, Hamas, Gazze’den İsrail’e yaklaşık 5 bin roket atarak “Aksa Tufanı Operasyonu”nu başlattı. İsrail istihbaratının güvenlik zafiyeti nedeniyle Hamas’ın silahlı kanadı El Kassam Tugayları, sınırı aşarak İsrail yerleşim yerlerine girmeyi başardı. Hamas militanları sınır çitlerini aşarak paramotorlar ve sürat tekneleriyle İsrail'e karadan, havadan ve denizden saldırdı. Bu sızma esnasında bir müzik festivaline de saldırıldı ve buradan da rehin alınanlar oldu. Saldırı sonucu bin 200'den fazla İsrailli hayatını kaybetti; bu, 1948'de İsrail'in kuruluşundan bu yana en ölümcül gün olarak kaydedildi. Hamas ayrıca aralarında asker ve sivillerin bulunduğu 253 kişiyi rehin aldı. Yaklaşık 100 rehinenin hâlâ Gazze Şeridi’nde tutulduğuna inanılıyor; bunların yaklaşık üçte birinin de öldüğü düşünülüyor. 253 rehinenin bir kısmı kasım ayındaki geçici ateşkes anlaşmasıyla serbest bırakılmıştı. İsrail, 7 Ekim’de Hamas’ın sızma ve roket saldırılarından sonra savaş durumu ilan ederek Gazze'ye kapsamlı askeri operasyonlar başlattı.
|